Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

DEVRİMİN İLK ADIMI: YAZMAK

03 Ocak 2016 - 19:46

DEVRİMİN İLK ADIMI: YAZMAK

NACİ YENGİN

[email protected]

Uzun zamandır güne dair bir şeyler karalamayı bırakmıştım.

Uzun yıllar günler hakkında yazılar yazmış ve yaşamayı bilmeye çalışmıştım.

İnsan hayatında kaç günün gelip geçtiğini hesaplayanımız var mıdır bilinmez. Ancak bu hesap yapılsaydı birçok güzel yanlarının olduğunu, bunun yanı sıra insanı üzen yanlarının da bulunduğunu bilebilirdik.

Yazmak bir alışkanlık mıdır yoksa bir medeniyet tasavvuru düşüncesinin geleceğe yolladığı pulsuz bir dilekçe mi?

Yazmak iç dünyasıyla hesaplaşan bir bireyin kimlik ispatı mı yoksa içinde taşıdığı bir ruh derinliğinin tüm insanları kucaklamak amacıyla başvurduğu zorlu bir yolculuk mu?

Yazmak ölümsüzleşmenin bir başka şekli mi? Yazmak en büyük devrimin ilk adımı mı?

Her ne olursa olsun kalem medeniyetimiz kelam medeniyeti olduysa bunu geri getirmenin tek yolu yine kaleme sarılmak ve kelamla kalemi buluşturmaktan olsa gerek.

Yazılmayan her anı, her düşünce geleceğin daha da kararacağı bir insanlık, bir dünyadır yazıyla acıyı bal eyleyenlere göre. O yüzdendir ki iyi ki yazı var ve iyi ki insanlar meramlarını yazarak anlatmayı tercih ediyorlar.

Paylaşacağım bir güne dair satırlar birçoklarımız için hiçbir anlamı olmayan cümlelerden, karalama, hatta zırvalardan ibarettir. Bazılarımız içinse düşüncenin müşahhaslaşması yolunda verilen çabanın dışa vurumudur. Meşakkatli,  sancılı, sıkıntılı ve hatta çileli bir kalem mücadelesinden kesitler sunulur satırlarca.  Her kim ne düşünürse düşünsün yazan o günü yaşayan için bambaşka anlamlar yüklenen bir günün sonunda oturup kalemle, satırlarla buluşmanın heyecanının dışa vurumudur.

Aylar, hatta yıllarca süren ancak iğneyle kuyu kazarak ilerleyen bir çalışmanın ortaya çıkıp hayat bulması amacıyla sıradan bir günde yaşanılan gerilim, hayal kırıklıkları ve mutluluklarla geçen çatışmalarla dolu anlar...

Sabah erkenden kalkıp güne dair yapacağım görüşmeleri sıraya koyuyorum. Bir eczacı, bir avukat, bir doktor, bir esnaf, iki emekli müdür, bir gazeteciyle görüşeceğim. Telefonla görüşüp ilk kez tanışacağım insanların kimler olduğunu, onları tanıyanlardan sormam ve bilgi almam gerekiyor.

Evde yapacağım işler var. Ancak karar vermek çok zor. Evde kalıp uzun zamandır evde bekleyen işleri mi yapmalıyım yoksa evden çıkıp araştırmam için çok önemli gördüğüm ve birçoğuyla ilk kez uzun boylu konuşma imkânı bulacağım kişilerle mi görüşmeliyim? Böyle bir durumda karar vermek çok zordur. Evden ardına bakmadan çıkıp gidersen mutlaka bu durumdan kırılacak kalpler olacaktır. “ Bir hafta sonumuz var. Bari bu gün evde çoluk çocuğun yanında kal onlarla zaman geçir!” diyen sitem dolu düşünceler de seninle gelecek ve akşama kadar vicdanını sızlatarak seni takip edecektir! Bu ikircikli durumun orta yolunu bulmak zor, hatta imkânsızdır. İnsanlar her zaman yaptığın, yapmaya çalıştığın çalışmaları tam olarak anlayamazlar. Anladıklarını söyleseler de seni kırmamak ve şevkini arttırmak için yaparlar bunu! O yüzden karar vermek gerçekten zordur. Aile, iş güç, hayatın yoğun temposu içinde koşuşturma, herkese yetişme, her işe koşma… Çabaları hem insanı yıpratır hem de sizi gerçek hedefinizden uzaklaştırır. Bunların hepsine birden göğüs germeye çalışanlarımız varsa da bu tempo onları çok ama çok yıpratır.

İstanbul Üniversitesinde Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu hocamız doktora yapmadan evlenip çoluk çocuğa karışmak isteyen hiçbir öğrencisini yanına asistan olarak almazdı. Asistan adaylarıyla önce evlenmemeleri konusunda kavilleşir daha sonra alırdı! Haksız da sayılmazdı zannımca.

Eğer aile ve yazacağınız konu ile ilgili gelişmeler rayında gidiyorsa o zaman dünyanın en mutlu insanız demektir.

Not: İbrahim Gökçen hakkında yaptığımız araştırmanın ilk adımı olarak kaleme alınmıştır.

 

Reklam