DEMOKRASİ: TARLAYI NADASA BIRAKMAK!
“Demokrasi, dön baba dönelim” diyerek başladığımız yolculuğumuza bu hafta da “Türklere uluslararası demokrasi anyayışını benimsetmek mümkün müdür?” şeklinde bir soruyla açılım kazandırlım.
Türklere uluslararası sistemin benimsediği demokrasi anlayışını benimsetmek mümkün müdür?
Yani diyoruz ki demokrasiyle yontulmamız mümkün olabilir mi? Yani diyoruz ki kalelerimizi topla tüfekle alamayan uluslararası devletler domokrasi adı altında geliştirilen tarihi, kültürel, siyasi dini ve ekonomik koşulları içerisinde olgunlaştırdıkları sistemin içine alabilirlermi bizi?
Demokratik olmayan taraflarımızı, düşünce kırıntılarımızı atıp Batının ortaya koyduğu ve tek akçe olarak benimsetmeye çalıştığı, kalıp haline getirererk her ülkeye lazım bir lavazımat gibi demoklesin kılıcı misali başımızın üzerinde tutuğu bu yeni yaşam biçimi bize uygun mudur?
Yoksa demokrasi dediğimiz şey almak için taklalalar attığımız batının modernleştirdiği yeni hayat, ekonomi, siyasi ve düşünce dünyamızın kirli sularını dökerken yıkadığımız, süzgeçten geçirip geleceğe yatırdığımız öz sularımızı dökmek zorunda olduğumuz bir hayal cenneti mi?
Batının yüzyıllar içerisinde benimsediği sistem hayatiyetini sürdürebilmek için dünyada ve ülkemizde birçok düşünce, ekonomik hayat, kültürel yapıyı değiştirmek istedi. Hem de bu değişimin gerekliliğine, yararına ve kaçınılmaz olduğuna inandırarak!
Öyle ki Batı bizleri hasbelkader yöneten politika, aksiyon basın ve yazın adamlarını eğiterek yeni değer yargıları ve yeni yönetim şekillerinine iman ettirerek gerçekleştirmiştir bunu!
“Politika ve aksiyon adamlarının en zayıf yanı, düşünce adamını küçümseyişleridir. Beyinle kol, nazariye ile aksiyon el ele vermedikçe, toplum sıhhate kavuşamaz."[1] Halbki öyle değildi bu türkü bilir ve kendi türkümüzü söylerdik üç kıta iki denizde!
“Kıt'alan ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar...
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamlan. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu! Sonra utanç, unut kanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır."
Avrupalı dostlan, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az gelişmişsin.”[2] Az geliştiğimizi kulağımıza fısıldadılar iki yüzyıldan fazlabir zaman önce. Az gelişmiştik, gelişmeyen yönlerimizi geliştirmek için mücadele etmemizi baştan ayağa her yanımızı, her yönümüzü değiştirmeye zorladılar. Zorlandık!
Bizden olduğunu, değerlerimizi, milli hasletlerimizi paylaştığına inandığımız insanları takip ediyorduk onlar aydın, alim insanlardı. Biz az gelişmiş, gelişmek için kendini paralayanlardık!
“Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mu kaddesi olandır,.İnsan hırlaşmaz, konuşur. maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını aydın yapan: 'uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs."[3]
“Tanzimat'tan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı, biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuşlardı... Avrupa'yı tanımamak gafet; Avrupa'yı tanıyan ülkesinden kopuyor. Bu lanet çembrinden nasıl kurtulacağız?"[4]
Kısa cümlelerle hitap ettiğin birisi hakkında aşk cümleleri kuramazsın! Aşık olmuştu aydınımız tanrısına! Avrupaydı yeni aydının secde yönü! İrfanının unutan kendisini, milletini unutmuştu!
Türkiye'de insanlar demokrasiyi kısa cümlelerle tarif etmeye ve kısa bir süreliğine yaşamaya çalışıyorlar. Halbuki demokrasi diye bir değer yargıları, erdem sayabilecekleri hayat tarzları yok! Olamaz da! Demokrasi cüzzamlıların tarlasını süren Batının hasat kaldırma mevsiminde uğradığı bir mevsim. Mehlika sultana aşık gençlerden birisi bile değil demokrasi!
İnsanların hayat tarzını belirleyecek felsefeleri yoksa önlerine çıkan ilk durakta bekledikleri otobüse binip gidebilirler. Demokrası de böyle bir şey insanımız için! Araştırmadan, sorgulamadan savaştığımız tanrıya tapınma aşkı: Demokrasi!
Belli bir hayat tarzının bir millet tarafından benimsenmesi için yüzlerce yıllık tarihi süreçten geçmesi gerekiyor. Türklerin benimseye geldiği hayat tarzında Batının ya da başka bir medeniyetin dayatmaları görülmezken her nedense savaşım verdiği ve dövdüğü düşmanının hayat tarzı, ekonomik modeli ve devlet felsefesini benisemesi görülmüş şey değildir! Bu durum olsa olsa Osmanlıdan devralınan batıcı aydının intihar girişimidir.
Bir milletin intiharı, yok oluşu aydınların elindeyse o milletin hayatı, haysiyeti hepten yok olmuş ve ayaklar altına alınmış demektir.
Bir millet düşünün ki tarihinde esaret nedir görmemiş ve onuruyla yaşamış ancak zaman içinde o milletin öncü rolünü üstlenen bazı zevatları milleti peşine takarak Batının kulu kölesi yapmaya kalkmış! Bunu yaparken de demokrasi, eşitlik ve ilerleme gibi batından aldıkları kavramların arkasına saklanmış!
Demokrasi buysa tarlanın nadasta bekletilmesi daha ehvendir usta!
NACİ YENGİN