BİRLEŞİK TÜRK DEVLET VE TOPLULUKLARI
Türkiye ve Türk dünyasında zihinlerde oluşturulmaya çalışılan algı iki yüz yıldan fazladır hep aynı: “Yapamazsınız, başaramazsınız! Çağdaş uygarlık yolunda yürümez yok olursunuz!” Yani sizin anlayacağınız Batı diyor ki: "Sizi size bırakmayacak kadar önemlisiniz. O yüzden ey Türkler sizi kendi halinize bırakamayız!"
Batı ve yandaşlarının iki yüz yıldır yapmaya çalıştıklarına karşı yapılması gereken şey zihnimize giydirilen Batı gömleğini, yüzümüzdeki maskeyi atarak kim olduğumuzu hatırlamaktır.
Neyi kaybettiğini hatırlayanlar alel acele kaybettiklerinin peşine düşemezler! Kazanımları ve elinde bulundurdukları avantajlarını en değerli hazine olarak korumasını bilerek adım atmaya başlarlar! Teşhis doğru yerden konulursa tedavinin erkene alınma olasılığı da yüksektir. Bu durum Türk dünyasının içinde bulunduğu durumun fotoğrafını görmek açısından önemlidir.
Hiçbir dönemde gerçekleşmeyeceği düşünülen, ihtimal dışı gibi görülen ülküler peşinde koşmak bizim milletimize lütfedilmiş bir haslet olsa gerektir. Gerek Kut anlayışımız, gerekse İlay-ı Kelimetullah, Nizam-ı Âlem ya da Kızılelma anlayışlarında Türklerin nasıl yaşaması ve hangi hedefler peşinde koşarlarsa kendileri gibi kalacaklarına dair ipuçlarını görmek mümkündür. Türklerin tarih boyunca benimsedikleri ülkülerinde her daim dünyaya nizam verme teorisini görmek mümkündür.
“Kaşgarlı Mahmut’un ifadesiyle; "Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır."[1]
Bu anlayış bazen Kızılelma bazen de Nizam-Âlem davası şeklinde isimlendirilse de anlayışın içinde Türkler yaradılış gayesinin bulunduğu görülür. Bu düşüncenin yeni adını koymak gerekir: “Türk Birleşik Devlet ve Toplulukları Birliği”
Dünya hakimiyeti anlayışı Allah’ın dünyaya adalet götürsün diye Türklere misyon yüklemesi ve kutsal görevi verme anlayışı şeklinde tezahür ederek Osmanlının son dönemine kadar devam etmiştir. Bizce bu anlayışının eyleme konması gerektiğine inanan 350 milyonluk bir Türk dünyası vardır. Son dönemde yeniden güçlenmeye başlayan “Türk Birleşik Devlet ve Toplulukları Birliği” anlayışının arkasında Türk dilinin, ortak Türk Kültür ve tarihin etkisi büyüktür. “Türk Birleşik Devlet ve Toplulukları Birliği” anlayışı kaybedildiği düşünülen yitik bir hazinenin peşinden gitmek; hamasi duygu ve düşünceleri gündeme getirmek değildir. Teorisi ve pratiği olan, gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel olan bir anlayıştır.
Neyi kaybettiğini hatırlamak isteyenlerin ilk görevi kılcal damarlarına kadar giren ve adeta genetik bir özelliğimizmiş gibi kabul ettirilmek istenilen hastalıklı yönlerimizi bünyeden, zihinden atarak işe başlayarak yola koyulmak olmalıdır.
Türkçe söyleyen dedelerimizin, ozanlarımızın, türkülerimizin, mani, ninni ve masallarımızın, ortak mirasımızın, ortak çıkarlarımızın “Türk Birleşik Devlet ve Toplulukları Birliği”ni gerçekleştirme gayretimizdeki payı iki yüzyıldan fazladır birçoğu gereksiz batıcılaşmacı, zihinleri dumura uğratıcı ve milli değerlerden arındırılmış eğitimden daha fazladır!
Türkler neyi kaybettiklerini yeniden hatırlama melekelerini devreye sokuluncaya kadar anlatılagelen masalları dinlemeye ve istemedikleri icraatlara imza atmaya mahkûmdurlar! Beynelminel sistemin damarlarımıza zerk ettiği değer yargıları, ekonomik sistemi ve devlet felsefesi bunu gerektirmektedir! Kadim Türk devlet anlayışı ve Türk Birliği düşüncesi bu anlamda yeni bir çağın habercisi sayılmalıdır.
Yeniden ayağa kalkma cesareti gösteren milletimizin uzak geçmişinin tecrübeleri, geleceğe yönelik düşünce ve hayat modelleri yeniden hayat buluncaya; büyük ve güçlü birliği dünyaya şamil kılıp yeniden uygulama alanı buluncaya kadar başka bir kurum, ülke, sistem ve bloklardan yardım eli beklenmemelidir!
Tutunacak bir dal, kurum, sistem ve devlet modeli aranıyorsa kendi geçmişini araştırmak ve insanlığı yeniden inşa edecek, kurtaracak, kuşatacak medeniyet algı ve anlayışını sadece kendilerinden olduğuna emin olduklarıyla mümkün olacağına inanmak zorundadır! Bu yolda atılacak adımları uzak geçmiş ve gelecek düşüncesiyle atılmak zorundadır.
Türk dünyasına yönelik son dönemde birlik, birliktelik, Birleşik Türk Devletleri düşünce ve pratiğini geçekleştirmenin yolu her şeyi sil baştan başlamayı mı gerektirmektedir?
Şu ana kadar bize değerli gösterilen kazanımlarımızın hiçbir kıymeti harbiyesi yoksa ve bunlar arasında seçim yapmak, ittifaklar kurmak gerekecekse ne yapılacaktır? Bunları gerçekleştirme yolunda atılacak adımlar, yapılacak çalışmalar sırasında mümkün görülen imkânlar gerçekleşmezse ve fırsat verilmezse nasıl bir tutum takınılacaktır?
Türk Dünyasında yaşanan gelişmeler adına şu ana kadar kazanç gördüklerimizin bizim için bir kıymeti harbiyesi yoksa her şeyi yeniden başlamak gerekecektir!
Ancak Türk Dünyasında yaşanan iki yüz yıllık olumsuz tecrübeler ve birikimin bize getirdiği nokta Türk Devletleri Birliği çatısı altında toplanmayı zorunlu hale getiriyor ve bunu bile isteye; plan ve program dâhilinde hiçbir devletin, örgütün etkisi altında kalmadan yapıyorsak bu kazanımın bizim için bir milat olarak kabul edilebilir.
Unutulmamalıdır ki fırsatlar her zaman devlet ve milletleri bekleyen nimetlerdir. Bir anlamda Kut her zaman bizi beklemektedir. Birilerinden fırsat ve lütuf beklemek acizlerin sığınağıdır. Fırsatlar şartları iyi değerlendiren akillerin kalplerinde durmakta ve ortaya çıkacak fırsatlar, zaman, zemin ve bu uğurda çaba sarf edecek insan, hayat ve yönetim modellerini beklemektedir.
Kut, Nizam-ı Âlem, Kızılelma… Yolunda Türk düşünce ve pratiğini yeniden hayata geçirme yolunda hareket edenlerin hareket alanları geniş, fırsatlar hazırdır. Tarihi tecrübe bu yolda mücadele edenlere her zaman bu imkânı vermiştir, verecektir. Yeter ki istemeyi bilen ve bu uğurda gönüllerin aynı anlayışla çarptığı, aynı uğurda birleştiği gür sesimiz duyulsun!
Devlet ve kurumların inşasında öncelik insanların zihinsel inşasıdır. İnsanların inşasında yeni heyecan ve yeni hayat modellerine, yeni yönetim ve örgütlenme modellerine ihtiyaç duyulmaktadır. Öncelik Türk devlet ve toplulukları arasında yöresel adlandırmalardan, farklı alfabelerden kurtularak işe başlamak, ortak yönleri ön plana çıkararak hareket etmek gerekmektedir.
Türk Milletinin benliğinde her daim gizli bir cevher gibi bekleyen kutsal gücü bulup çıkaracak çalışmalara duyulan ihtiyaç her şeyden daha öncelikli ve önemli olarak görülmektedir.
Naci YENGİN
[1] İbrahim Kafesoğlu (1984) Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yay. İstanbul, s.363
FACEBOOK YORUMLAR