Bin cihana değişmediğimiz öksüzlüğümüz
Ebubekir Kurban’a…
Naci YENGİN
Ankara’ya ne zaman yönümü dönsem Yahya Kemal’in meşhur sözü gelir aklıma. O yüzden hep Ankara’nın dönüşünü sevmişimdir! Ankara üzerine yazdığım yazıların boynu bükük, beli kırıktır belki ama Ankara dönüşü de muhteşem olur cümleler! Adeta kanatlanır gideceği şehre konmak, bir an önce varmak için.
Ankara kalbimde hep yara olarak kaldı. Kapanmak bilmeyen bir yara.
Ankara deyince bir de gül yetiştiren adamı hatırlarım. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan radikal değişimlere gül yetiştirerek direnmeye çalışan bilgi kişiyi hatırlarım.
“Ankara hala gül yetiştiren adamları yaşatıyorsa Ankara'dır. Yoksa üstü kalsın” der dönerim İstanbul’a, Anadolu’ya, sineme. İnsanıma dönerim. Öz vatanıma.
Ankara’yı Ankara yapan bir de Ebubekir Kurban vardır. Şimdilerde Bekir Fuat namıyla bilinir. Kelamı güzel, özü güzel, sözü güzeldir. Güzel insandır vesselâm. Sizin anlayacağınız Ankara’da gül yetiştiren Ebubekir gibi bir dolu insan vardır. Şükür. Bir dolu Ankara vardır Ankara’dan içre. Ama birçoklarının bundan haberi yoktur!
Dostlukları derlemeye, demlemeye Ankara'dan başladık. Dostlukların uğrak yeri Kurtuba dediler. Biz de orada oluruz dedik.
Ebubekir Kurban’la dostluğun ötesinde doğduğumuz topraklara imanla bağlı olmamız, vatan sevgisini iman edişimiz, garip ve öksüz ülküye iman etmekle Allah’a iman etmenin aynı olduğunun şuurunda olanlardan olmaklığımızdan mıdır nedendir bilinmez cümlelerimiz, yönümüz, sözümüz, türkümüz, sevdamız aynıdır. Bu toprağın türküsünü söyleyen yanık yüzlü, toprak kokulu insanlar gibiyizdir…
Cümleler bazen Türkistan’dan yankılanır, bazen Gazze’den. Bazen Kerkük’te hoyrat, Bosna’da Srebrenica kadar ağıta dönüşür buğday tenli, elmacık kemikleri çıkık bizim gibi gariplere sevdalı insanlarda.
Kayserinin Erciyes dağından aldığı cümlelerin büyüsüyle konuşan garip ve öksüz sözlerin temsilcisi “Türkiye Sevgisi İmandandır”, “Gariplerin Kitabı” , “İsmet Saat Kaç”, “Baba Adı Âdem Ana Adı Havva” kitaplarını yazarıdır Ebubekir Kurban.
Bana kalırsa Ebubekir Kurnab’ın amacı oturup kitap yazmak falan değildir. Kıyıda köşede kalmış, isimsiz, garip vatan evlatlarının dertleriyle dertlenmek, onların sesi olmak gibi bir görev verilmiş gibi gelir bana tanıdığımdan bu yana. Yoksa kitaplarında bahsettiği her konunun, yazıya koyduğu her başlığı ararken bu kadar ince eleyip sık dokumazdı.
Fırsat oluşturun bir uğrayın Kurtuba’ya ve selam verip çay simit eşliğinde sözü demleyip kendisinden dinleseniz yazılarının hikâyelerini o zaman bana hak vereceksinizdir.
Rasim Özdenören 1979’da yazmıştı “Gül Yetiştiren Adam” romanını. Büyük ve irfandan yoksun şehirlerinde yaşanan bir dede ile torunu üzerinden Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyo-kültürel travmayı anlatıyordu. Umutla, azimle gül yetiştirmeye devam ediyordu yaşlı bilge. O gün bu gündür gül yetiştiren insanlara imrenir ve bahçesinde, evinde, parkında, dağında, ovasında gül yetiştirenlere dua ile bakarım.
Gül yetiştirmek Allah’a, Peygamber (A.S) âşık, anaya ve vatana bağlı olanların eline hep daha iyi yakışıyor gibi gelmiştir bana. Lale ve Gül mevsiminde yetişen kutsiliğe bürünmüş çiçeklerin ikliminde modern kentler bizim olur ve kutsal beldelerimiz, iman yurtlarımız oluverirler. O yüzden Kurban gibi söylersek Türkiye sevgisinin imandan oluşu boşuna söylenmiş söz değildir. Buhara, Semerkant, Şam, Bağdat, İsfahan, Erzurum, Sivas, İstanbul, Edirne, Manisa, Kayseri, Bursa, Kurtuba, Üsküp, Kosova… Daha nice şehirlerimiz lale ve gül yetiştirmek için bizi beklerken öksüz milletime yine sefer görünmektedir.
Bin cihana değişmeyeceğimiz öksüz milletime bahşettiğin şerefli görev ve şefkat eli ne güzel de yakışıyor Allah’ım!www.tarihistan.org