Adatepe Köyü
Sabahın erken saatinde yola çıkmak her zaman iyidir.
Hem varacağınız yere vaktinde varırsınız hem de gezip dolaşacak bolca zamanınız olur. Ne
Güre’den sabahın erken saatinde cümbür cemaat arabaya doluşup Ocak ayında gidip tadı damağımızda kalan bir köyü ve bu köyde anlata anlatıla bitirilemeyen tarihi taş evlerini görmeye gidiyoruz.
Ocak ayının kış kıyametinde Adatepe Köyü’nü gönlümüzce gezememiş ve insanlarıyla konuşup evlerin taş binalarına dokunamamıştık.
Konakladığımız yere yarım saat mesafedeki Adatepe Köyü tarih öncesinden sizi çağırabilir. Öyle bir köy ki tarihi yaşayan ve içine aldığı insanları Ortaçağ’dan günümüze tüm zamanlardan örnekler sunabilecek özelliklere sahip.
Altınoluktan sonra sağa doğru dağa tırmanan yol kenarında zeytin ve çam ağaçlarının altında yapacağınız yolculuk sizi bambaşka bir dünyanın beklediğinin habercisi.
Zeus Altarı(Sunak) zaten dağın en zirvesinde sizi yol boyunca selamlamaya devam edecektir.
Rivayete göre Zeus Altarı Yunanlıların hediyelerini ve kurbanlarını sundukları yer olarak kabul edilir. Arkeologlar burasının Zeusun Truva Savaşı esnasında Truva Ovasını izlediği Gargaros Tepesi olduğuna inandırmıştır. Ünlü arkeolog Heinrich Schlieman İlyada da geçen pasajlardan dolayı buna inandığını söyler. Zeus Altarı Hıristiyan ve Musevilerin önemli adak yerlerinden birisi olarak bilinir.
Büyük bir ihtimalle 1923’e kadar Adatepe Köyünde Zeus Altarında yaşayan Rumlar burada adaklarını keser ve tarih öncesi Yunan geleneklerini sürdürürlerdi.
Ancak Türkler tarafından burası yatır olarak Erdem Baba Türbesi olarak da adlandırılmış. Günümüzde hala burada adaklar adanır, kurbanlar kesilirmiş.
Kazdağlarında Gargara Tepesi olarak bilinen mevkide bulunan Zeus Altarına atların üzerinde çıkıyoruz. Keşke atların yelelerine tutup koştura koştura çıkabilsek yolu. Ancak yol düzgün değil.
Homeros’un İlyada eseri Antik Anadolu hakkında çok önemli başvuru kaynaklarından birisidir kuşkusuz. Zeus Altarı hakkında da şunları kaydeder İlyada Destanında:
“...Ama o Zeus'u da görüyordu/Çok pınarlı İda'nın en yüksek doruğunda,/Görünce de korku kaplıyordu yüreğini.../...Hera dosdoğru yürüdü Gargaros doruğuna,/İda'nın en yüksek tepesiydi bu.”
Adatepe Köyü altı yüz yıllık çınar ağaçları arasında karşılar sizi. İnsanların sıcaklığı, İbrahim Bey ve Hurmalı kahvede Hatice Hanımın konukseverlikleri de cabası.
Truva, Leleg, Midilli, Pers, Atina, Roma, Selçuklu, Osmanlı hâkimiyetleri görmüş ve bunların izlerini taşıyan Adatepe Köyü bir sit alanı. Taş evlerin birbirinden güzel örneklerinin sergilendiği sokakların arasında dolaşırken mor salkımlı evler, hünnap ağacından mülhem konaklama tesisleri, köyden esinlenerek işletilen butik oteller ve Rumlara ait evlerin yanında Türk-Rum mimarisinin musiki tadındaki uyumu göz kamaştırmaya devam ediyor.
İnsan hayıflanmadan edemiyor. Keşke mübadele yaşanmasaydı ve keşke insanlar istedikleri gibi evlerinde vatanlarında yaşayabilseydi. Midilliden gelen ninelerin biraz Rumcaya çalan konuşmalarına eminim Midilliye gitmek zorunda kalan Rumlarda da Türkçe sevdasını görmek mümkündür. Onlar da biraz Türkçeye çalan konuşmalar yapmaktadırlar.
Selçuklulara ait olduğu söylenen ancak bazı rivayetlerde Fatih’in komutanlarından Zağanos Paşa’nın restore ettirdiği ifade edilen köy camisinin 1952 tarihi yazan giriş kapısındaki tarihle gerçek tarih karşısında çelişkiye düşmemeniz mümkün. Minaresine çıkıp köyü baştanbaşa izlemek ve kızım Zehra’nın yardımıyla köyden görüntüler kaydetmek kadar heyecanlı ve keyif verici bir şey olamaz.
Taşın mana kazandığı Adatepe Köyünde Türk-Rum kardeşliğinin en güzel örnekleri verilmiş yüzyıllarca. Mimarinin albenili hali, mor salkımlı evlerde ruhumuzun derinliklerinde yerini aldı çoktan.
Adatepe Köyünden buz gibi ayran, Hurmalı Kahveden Hatice Teyzeden aldığımız koyun yoğurdu, altı yüz yıllık çınar ağacı, Zeus Altarı, boynunu bükerek hilalinin düştü düşecek köy minaresini, taş evlerin insan ve tarih sıcaklığıyla bizi uğurlamasına kalbimizi bırakarak ayrılıyoruz.