TÜRK’ÜN ORDUSUNA… MEHMEDİNE… MEHMETÇİĞİNE
Çanakkale Cephesinde şehit düşen Ali Dedemin aziz hatırasına hürmeten…
Sizin gibi komutanları, subayları, er ve erbaşları olan bir milletin yabancı eller altında köle olması mümkün değildir. (1921-Ankara)
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.
Montecucco
Tarihin en kadim milletlerinden biri hiç şüphesiz Türk milletidir. Milletlimizin bu kadar köklü bir geçmişe sahip olmasının muhakkak birçok sebebi olsa da en önemli hususiyetlerinden birisi teşkilatçı olması, yaşadığı coğrafyayı ve coğrafyanın tehditlerini, komşularını ve komşularından gelebilecek tehditleri anlamaya çalışarak kendini konumlandırması gelmektedir diyebiliriz.
Orta Asya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında ya da dört bir yanı düşmanla çevrili Anadolu coğrafyasında ayakta kalabilmenin yegane teminatı birisi güçlü, çağın şartlarına göre kendini yenilemiş bir orduya sahip olmaktan geçer.
Türk milleti için “Ordu-Millet” bir yapıya sahip deriz ve kanaatimce bu nitelemeyi hak eden dünyadaki tek millettir. Tarihten bildiğimize göre ordumuzun teşekkülünün başlangıcı Hun Devletinin Hükümdarı Attila’ya dayanmaktadır. (Ordunun 10’luk, 100’lük, 1000’lik sisteminin oluşumu…)
Tarihin ilk dönemlerinde milletimizi ordusundan ayrı bir unsur olarak düşünmek mümkün değildir. Daha sonraki dönemlerinde de bu böyledir ki ordusuna peygamber ocağı, askerine Mehmetçik diyerek her zaman başının tacı etmiştir. Evlatlarını vakti geldiğinde kınalayarak, bir düğün havasıyla peygamber ocağı bildikleri bekamızın en güçlü teminatı bu Aziz Türk milletinin sinesinden vücuda gelen ordumuza gözlerini kırpmadan emanet etmişlerdir. Yaralanırsa “Gazi” bellemişlerdir yaralarını sarmışlardır, vefat etmişse “Şehit” bellemişlerdir yürekleri bin parçaya bölünse de “Vatan sağ olsun” demişlerdir.
Ordusuna, Mehmet’ine, Mehmetçiğine nice marşlar, destanlar, ağıtlar, hikâyeler, romanlar yazmışlardır. “Ey şanlı ordu, ey şanlı asker / … Ordumuz olsun daim muzaffer.” diyerek dualarını marşla dile getirmişlerdir. Oğlunu “gez oğlum /vatanına göz dikeni ez oğlum.! /dostun kim düşmanın kim sez oğlum /tarihini şerefinle yaz oğlum /yaz oğlum.!” türküleriyle büyütüp askere göndermişlerdir. Bir Çanakkale şehidi olan Boyabatlı Ömer gibi sanki şehadetini hissedercesine “Bugün vatan bizden razı olacak / Nefer şehit, ordu gazi olacak.” diyerek destanını yazmıştır. Geçmişi nal seslerini, serhat boylarına akıncı seferlerini, zafer pırıltılarını günümüze taşıyarak Yahya Kemal Beyatlı “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” diye seslenir. Ziya Gökalp “Cenk meydanında nice koç yiğid,/ Din ve yurd için oldular şehid, / Ocağı tütsün, sönmesin ümid,/Şehidi mahzun etme Yârabbi! /Soyunu zebun etme Yârabbi!” diyerek “Asker Duası” şiirinde adeta 5000 yıldır askerimizin cenk meydanlarında niçin gaza ettiğini haykırmıştır. “Şehitler Ölmez” diye, “Mehmedim” diye nice şarkılar dile gelmiştir. Türk’ün bitti denilen yerde tekrar ayağa kalkan Çanakkale’nin şehidi ve gazilerine Mehmet Akif Ersoy “Çanakkale Şehitleri” şiirinde, Mehmet Niyazi ve Mustafa Necati Sepetçioğlu gibi tarihi roman yazarlarımız romanlarında dile getirmişlerdir. Yönetmenler yeterli sayıda olmasa da diziler, sinemalar çekmişlerdir. Daha nice marşlar, şiirler söylenmeli, hikâyeler, romanlar yazılmalı, diziler, filmler çekilmelidir.
Yazımın girişinde belirttiğim Ali Dedem… Babaannemin dedesidir. Babaannemden nakille; Çanakkale Cephesi’nde terhisine az zaman kala alnından aldığı bir kurşunla peygamberlerden sonra cennete girecekler katına, ölümlerin en güzeline kavuşmuştur. Anadolu’da gazisi olmayan, şehidi olmayan bir şehir, bir kasaba, bir köy, bir aile var mıdır? O haber geldiğinde hem acının düştüğü evi karalar bağlar ama aynı zamanda tarihinden aldığı tecrübe ile, milletinin istikbaline karşı sorumluluk hissiyle o vakur, o heybetli duruşunu bozmayarak yarınlara kalacağımızın ültimatomunu verir: “Vatan sağ olsun! Bir oğlum daha olsa yine askere gönderirim” sözleri sadece kulaklarda değil, kalplerde ve gönüllerde derinden bir acı ama bir o kadar da gururla çınlar.
Bir millet elbette tek bir unsuruyla ayakta kalamaz tarihi tecrübe de bize bunu göstermiştir. Şu vakitten bir 300-400 yıl öncesine gidelim. Her alanda, her savaşta yenilen o zaman ki devletimiz olan Osmanlı Devletini düşünelim. Bu kötü gidişata dur demek adına evvela çareyi askeri alanlarda düzenlemeler yapmakta bulmuşlar ama gidişatın tek yönlü tedbirlerle düzelemeyeceğini görüp meselenin hakikatine ulaşarak eğitimden hukuka toplumun bütün katmanlarında yenilenmeler, iyileştirmeler, değişimler yapmışlardır.
Nihayetinde Türk Milleti dün nasıl mazlumlar için “Beklenilen Türk” (Türk Beklenilendir tabiri Prof. Dr. Tufan Gündüz Hocaya aittir.) ise bugün ve yarın da tarihi vazifesi gereğince bu böyledir. Tarihin bize yüklediği bu misyon gereğince her zaman ayakta kalacak kuvvete, imana, ülküye ve bunları mezceden güçlü bir orduya sahip olması gerekir.