ZİYA
Karanlığın, zift karası bir karanlığın, katran karası bir karanlığın hoyrat acımasız ellerinden bizi sen çıkardın. Senin sayende renklerin siyahtan ibaret olmadığını gözlerimizin karası, mavisi, alası seçti. Sen, varlığının asıl sebebi şefkatli bir annenin nurani kucağı gibi sarıp sarmaladın ufkumuzu. Yalnız tan yeri atarken bir nabız gibi ağarmadın. Ağ olmak, gökten yere ağmak senin soyundaki asaletin gereği bir davranış olarak belirdi semalarımızda. Her yer her şey karanlıkken sen aydınlıktın.
Gecelerin sık dokunmuş kumaş hüviyetindeki körleştirici cehalet yapısını, günün emrivakisi ile bizim lehimize açtın. Sanki ‘kurtar bizi bu zulmet batağından’ diyenlerin nidaları rehberin oldu da el verdin, çekip çıkardın yuvarlandığımız karanlıklardan. Işığının büyüsü her varlığı görünür kıldı.
Hakikatte bir kurtarıcı olman mümkün değilken daralan göğüsleri genişlettin, kısılan nefesleri ferahlattın. Nasıl bir hamurun var ki seni karmak isteyen usta kendi dileğine uygun beze eyleyip istediği şekli sana aldırıyor ve sen bundan en ufak bir şikâyette bulunmuyorsun. Hangi kâmil el seni kardı da sen hangi hale girersen gir hep mayanın aklığını etrafına saçıyorsun.
Cisimleri görmeyi dileyen, renkleri tek tek ayırt etmeyi isteyen hatta toz zerrelerini merak eden senin iklimine sığınıp dileğine ayrıntısıyla kavuşuyor. Kendi lambalarının zayıf aydınlatması yetmeyen gözler senden güç alıyor, senin kuvvetinle görevini ifa ediyor.
Sen varlığınla fiziksel enerjini ortaya koyuyorsun. Gölgeler senden o kadar çok korkuyor ki senin cismani varlığını gördüklerinde saklandıkları cisimlerin yanından fersah fersah uzaklara taban tepmek zorunda kalıyorlar. Köşe bucak, ufak büyük, dar geniş, yatay dikey hiçbir mekân yoktur ki senin varlığından nasiplenmesin, etkin ve tesirin altına girmesin, gölgelerinden kurtulmasın.
Bazılarında sen esen bir mutluluk rüzgârısın. Sevinç pırıltılarısın. Zekânın yansımalarısın. Özellikle çehre ve gözler kendini dışarıya en çok vurduğun uzuvlardır. İnkişafın manasını dikkatlerden kaçıramadığın nadir yerlerde yakayı ele veriyorsun, sanki cilve yapıyorsun, yakalayamazsın diyorsun. Seni gözleriyle gözlerde, gözlerdeki çakmak bakışlarda tutanlar saraya tutulmuş gibi sevinç titremelerine yakalanıyor.
Yol alacağını fark edenler, yol göstericiliğine bende oluyorlar. Rehberliğinden hiç yüksünmüyorlar aksine saçtıklarının tiryakisi olup çıkıyorlar. Verdiğin enerjinin derecesi o kadar yüksek ki bazı demler ısıtan bazı demler ışıtan bazı demler ışıldayansın. O kadar aydınlıksın seni anlaşılmayacak kılacak bir örtü icat olmadı. Sadece seni geciktiriyorlar. Sen sonunda bütün perdeleri kaldırıp açığa çıkıyorsun.
Açıklığın asrileri bile kıskandıracak vazıhlığa sahip. Berraklığın çirkefliği yıldırmış, kötülükten uzak, temiz, saf halinle sen hep güzelsin. Geceleri zor çayı içer gibi, gündüzleri kordon boyu gezer gibisin. Toplu iğne başı olsan da ay halesi olsan da vardığın diyarları apaşikar eylersin.
Sen adı konmamış ya da çağırılmayan yönetmensin. Kendi sahneni kendin kurarsın, emir erlerini sen bertaraf edersin. Bazen araç bazen de amaçsın. Emir cümlesi gibisin ama bir farkın var sen sana da emrediyorsun. Sen, küçük büyük bütün yapıların bölmelerinin görünürlüğünü sağlayan, tepeden tabana kadar bırakılmış şua boşluğusun. Ciğerlerin soluklanması gibi dünyamızı kuşatıyorsun.
Sen aydansın, sen güneştensin. Sen karanlıkları boğan nurdansın. Herkes senden istifade etmek diler. Sen kime göz etsen ikiletmez peşine takılır, terk etmediğin müddetçe senden ayrılmaz, ayrılsa da seni aklından çıkarmaz.
Sen sabahlarla gülersin. Yalnızlıklarınızı bırakın. Korkularınızdan, endişelerinizden sıyrılın. Yalnız değilsiniz. Seslenişleri ile perdeleri aralayan, varlıkları birbirine kavuşturansın. Sen zerreleri fark ettirensin. Sen Işıksın. Sen Şuasın. Sen sevinçsin. Sen mutluluksun. Sen aydınlıksın. Sen açıksın. Sen açıklığa kavuşturansın. Sen aydınlatansın. Sen ışıtansın. İyi ki varsın. Sen Ziya’sın.
Cehaletimiz aydınlıklara dönüşsün son sözümüz, Işığınızın sönmemesi de dileğimiz olsun. 15/08/2012 Muammer AZMAK