YALNIZ BİR KADIN
Pencerede durmuş mu yoksa donmuş mu bilemedim ama bir kadın gördüm ben. Elinde bir çiçek, öylece kalakalmıştı, duruyordu öylesine… Belli belirsiz…
Çocuklarımı, canlarımı bekliyorum, ‘sanki ben çok yalnızım’, diyordu ta içinden, ta derinlerden gelen inleyen bir ses ile. Belli ki çok üzgündü, hatta yalnızlığını gidermek için çiçeklere bakıyordu, adeta yalnızlığını çiçekler ile avutuyordu. Elinde ki beş tane çiçeğin dördü çocuklarını, biri ise rahmetli olan kocasını hatırlatıyordu ona...
Kirli, yarı örtük pencerede, bir kadın dışarıya bakıyordu. Görüyor muydu yoksa derin derin düşünüyor muydu, belki de hatıralarını deşerek efkârının dünyasında, özgürlüğe doğru sonsuz bir bakış bırakarak, çiçeklerle beraber dalıp dalıp gidiyordu. İçinde hüzün, elem, özlem, yalnızlık, kavuşma sevinci saklıyor muydu O? Sanki çok sevinçliymiş gibi davranıyordu. Gelin olduğu günler mi aklına geldi, yoksa ilk bebesini ellerine verdikleri dakikalar mı? Bilinmezden bir gün çıkıp gelir ümidini hiç kaybetmediği evlatları mı yanına geldi, onlarla hayatının bakiyesini mi geçirdi, kalan ömrünü, evvelde olduğu gibi mutlu bir hayat sürerek tamamlayacağını mı düşlüyordu, bilemedim…
Buğulanan, kirli, yarı örtük pencerede bir kadın vardı. Mutluluk saçan bir gülüş ile dışarıya bakıyordu. Kalabalıklar halinde üzerine hep üzerine gelen yalnızlıkla beraber dışarıya bakıyordu. İçindeki yalnızlıkla beraber bütün bedenini kaplayan bir acı vardı. Bu firak ateşi yıllardır onu çok üzmüş belli. Kendini hissetmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Ama yapacak bir şeyi var mıydı direnmekten ve beklemekten başka onu da bilmiyordu. Yavuklusu, sevdalısı sonrada eşi olanı ve onun emaneti çocuklarını beklemekten başka bunca yıldır yaptığı tek şey çalışma, çalışmak onu gaileden uzaklaştıran, yaşama sebebi olan ulaşılmaz bir dağ başı gibi gönlünde yüceldi durdu. Bilseniz ne acılar ne yalnızlıklar çekiyordu bu kadın gönlünün ulaşılmaz zirvelerinde tanımlayamadım…
Pencerede bir kadın vardı yarı örtük, kirli, buğulanmış pencerede. Yalnızlıktan yılmış, bıkmış, kendini kara kapılı, karanlık bir odaya kapatmıştı sanki… Hiç kimseyi görmüyordu, görmek de istemiyordu. İlk kuşunu yuvadan uçurduğunda böyle bir karanlık dehliz belirmişti önünde lakin yorgunluğuna vermişti. Derken ikinci, derken üçüncü, derken dördüncü kuşta uçunca yuvadan her seferinde dehliz uzadı, dehliz karanlığını arttırdı. Kara kapkara bir boşluk anaforuna döndü ve onu da içine alıp döndü ha döndü, duramadı…
O hep eski teselli ile yorgunluk diyordu. Dinlenince geçer diyordu. Dinlendikçe kendini dinler oldu. Kendini dinledikçe de kör karanlığı arttı. Özellikle hayatının anlamı olarak gördüğü eşinin ölümünden sonra adeta kör karanlıkların kara sevdalısı olup başkalarıyla zaman geçirmez oldu. Hem gücü yetmediğinden hem de sevdasının başından gitmemesinden yalnızlık iklimine daha bir sığınır oldu. Bu korkunç duygu önce iç dünyasını sonra da dış dünyasını yalnızlaştırdı, karıştırmadı kalabalığa…
Artık hayata küsmüş bir kadın vardı pencerede. Gelen gidenlerin hiç birine söz atmayan, mecbur olmadıkça yerini terk etmeyen, meraklısına kısa ve sert cevaplar veren, titizliğini, çalışkanlığını, yardımseverliğini, eski bir elbise gibi üzerinden çıkarıp atmış bir kadın… Gidenlerin dönmeyeceklerini anladıkça, var olan ümit sermayesini tükettikçe ümitsizlikten bunalan bir kadın… Bunaldıkça içine kapanan, kapandıkça daha da bunalan bir kadın, bungunluğundan kurtulamayan bir kadın…
Çıkmadık canda ümit vardır diyerek büyütmüştü annesi, kulağına küpe yapmıştı bu sözü, kaybetmeyeceğini zannediyordu ümidini… Gidenlerin memnun olmalarının haberi önce kırdı belini. Sonra kendisini yok farz etmelerinin hafifliği büktü dizlerini. Onlarda anlar diye aldattı kendini bir süre. Sabret diye telkinler etti bir zaman engin gönlüne lakin nafile. Önce kokuları esmeye başladı evin içinde… Sonra çıkıp gelmeleri, usulca seslenmeleri… Siz duymuyor musunuz soruları… Yavaşça el etek çekti yakınlar… Boş ver dedi tanımış olanlar… Boş gözlerle bakışlar, anlaşılmaz yakarışlar…
Artık hayattan gitmiş bir kadın hayali vardı, tamamı örtük, kirli, buğulanmamış pencerede…
18 / 06 / 2013 Muammer AZMAK