UNUTMAM
Kadim dostlar vardır etrafımızda, baktığımızda imrenirdik. Kadim aletler vardır atmaya kıyamayız hatta baş tacı eder bir kıyıda muhafaza eyleriz. Ya kadim mahallelerimizi gördük mü burnumuzun direği sızılar geçmişin derinliklerine saniyeler içerisinde gidip geliveririz. Ya çocukluk oyunlarını, arkadaşlıklarını hele sevdalarını unutmak mümkün mü?
Muhayyilemiz bizleri köyümüze, kasabamıza, ilçemize veya şehrimize taşıdığı vakitlerde neler var olur zihnimizde. Uzaktan gördüğümüzde, kelamını duyduğumuzda, resmine baktığımızda, ya da bir iz bir işaretine rastladığımızda; genzimiz yanar, içimizde bir yerlere ağrılar saplanır, pusulasız yol alan gemi misali dalgaların sürüklemesine kapılır kalırız. Unutmayız; yerleri, olayları, hatıraları, iyi kötü olup bitenleri…
Hayatımızın değişik safhalarının, değişik dönemlerinin, çok çeşitli renklerinin içinde barındırıldığı tablolardır, şehirler. Uygarlık tarihimizin toplanma, sergilenme alanlarıdır aynı zamanda. Baktığım bütün köşeler, koynunda sakladığı hazineleri, gizlice gösterirler. Geçmiş tarihin terkinleri bir kolyenin zümrüt taşları gibi teker teker kendilerini ortaya bırakıveriyorlar...
Ötüken deyince kökten bağlılığımın yeşeren ağaçlarının yanında, yeryüzüne yayılışımızın başlangıç noktasında gümrah yapısını, Tanrının yeryüzünde cennetten bir köşe diye yarattığını varsaydığım tabiatını, içindeki varlıklarını ve ona hükmeden Turan soyluların evlatlarının başından geçen yürek burkan serencamını an be an yaşamak isterim…
Yesi denilince minnacık bir beldenin devasa bir fikriyatın sancısıyla doğurduğu evladını, onun yetiştirdiği evlatlarının âlemde tutuşturduğu hak ve hakikat çırasının insanlara kazandırdığı olgun kardeşlik deryasında yaşayan bir balık olmak ve suya bağlı olmak neymiş yaşayıp görmek isterim…
Horasan deyince erenler bağından gül dermenin telaşına düşerim. Sonradan gördüğü ve bildiği ve bir daha dilden ve gönülden sahiplendiği hakikat incisi İslamiyet’i; kendisine verilmiş bir hediye gibi kabul ederek namütenahi noktalarda muhafaza etmiş. Yetmemiş, âlem-i cihana duyurmak adına sefer üstüne sefer eylemiş; yetmemiş, onun yeryüzüne hâkim olması için cenkten cenge koşmuş ve canlardan geçmiş yiğitlerin hatırasında uyanmak ve eylemlerimle hiç olmazsa gönül dünyamda bir değişiklik yapmak isterim…
Buhara denilince kalplerimizin ısındığı, gönüllerimizin ham hayallerini olgunlaştırdığı, ilim irfan adına çekilen sıkıntıların sayıya sayılmadığı lakin buhar olup uçmadığı aksine birer şebnem tanesi gibi hayatımızı aydınlattığı, tefekkürün ve teşekkürün birbirine bu kadar yakıştığı, kuru şükürden çok eylemli şükrün, eylemli inancın numunesini, şiar ve tarik edinmek isterim…
Semerkant denilince üst üste taşların dizildiği yapı unsurlarından ziyade insan varlığının şuurun itici gücünü kullanarak erdemli davranışları nasıl yücelttiğini kavramak, şahsiyetini olgunlaştıranların o ilahi nefesin eğilmez hadimi olmak bahtiyarlığına ulaşmak isterim…
Kaşgar deyince aklıma gelen ilk şey Kaşgarlı Mahmut ve Divan-ı Lügat’it Türk’tür. Şehrin Türk dünyasındaki mührü olan bu dil yadigârını ve sahibini emeğinden, yüreğinden ötürü diriltip diriltip şükranlarımı iletmek isterim. O ne emek, o ne çaba, o ne eser diyerek minnetimi, razılığımı, ifade etmek isterim…
Unutmam, unutmayınız…
24.02.2018 Muammer AZMAK