TÜRKÜ ÇIĞIRIRIZ
Coğrafyasını sevdiğim kadar üzerindeki bütün varlığını da sevdiğim, yurdumun insanlarının ata yadigarı olanından tutun da imece ile ürettiklerinin de hepsine dinledikçe hayranlığımı arttıran türkülerini, sevdikçe seviyor ve sesli sessiz çığırıyorum.
Türkülerimiz, karların aklığından bulutların beyazlığından daha saf ve temizdir. Gelinlik kızlarımızın iç çekişi, dış hoşluğudur, anaların hicran ağıtları, feryatları, figanlarıdır. Belki de öfkenin kurbanı olanların keşkeleri ya da sedalı sızlanmasıdır.
Ela gözlerini sevdiğim dilber seslenişi bir delikanlının yürek yangınını açığa vurduğu kadar aynı zamanda kavuşma endişesinin de dillendirilmesi hatta geç kalmanın korkusunu anlatır bütün samimiyetiyle, biz yine de çığırırız. Herkes sevdiğine böyle mi yanar, cümlesi bir bilip de bilmezden gelmek sanatını icra etmekten çok ötelere seslenir. Ve ben bu söylemi duydukça gönül telimin tınlamasından ziyade yaramın kanayışının peşine takılır giderim. Sabır mevsimi oruçlarına tutulur kalırım.
Egenin düşünmesi kadar Karadeniz’in dalgalanması, doğunun dağları kıskandıran yükselişleri kadar içanadoluda birden içlenmeye dönüşmesi birbirinden kopuk bir hıçkırık değildir. Hayallerin peşinden at koştururken gözlerimizin aradığı uyku değildir. Sabahı kaygılarımızın temeline konduruveririz farkına varmadan. Zülüf dökülmüş yüze sadece bir satır olmaktan ötelere dolu dizgin geçiverir. Gün doğar, gönül coşar lakin ömür de geçer, biz türkü çığırırız…
Yüreğimizin bir köşesi seher yeli nazlı yâre bildir beni derken, muştu verirken, akabinde bu dert ile elden ayaktan düştüğünü söylerken bir şikayetname dizmemekte ama bir hakikate parmak basmaktadır. Kahrında hoş lütfunda hoş latif seslenişin en hoş örneklerinden birini bize ikram etmektedir. Hatta son satırda katline ferman yazmaktadır, olsun biz yine de türkülerimizi çığırırız.
Urfa, Maraş, Mardin, Kırşehir, Erzincan, Ordu, Kütahya, Muğla hiç fark etmez, türküler bizim türkülerimiz, ağıtına hem yanarız hem oynarız. Uzun havalarımızın ezgisini beden dilimizle gözlerin en derin noktasına yazarız bir o kadar da tablo gibi resmederiz. Haleti ruhuyemiz bir servi gibi dikelmek le kalmaz bir dantel gibi dolam dolam sarar benliğimizi ve gittiğimiz diyarlarda uzunca süre alıkoyar bizi. Türküler öz malımızdır, hüzne de gark eder, sevince de boğar bizi, yoktur usanmamız.
Gesi bağlarında dolanıyorum, en güzel sızlanmalardan biri geliyor insana ama en iyi ümit aşılayıcı olarak da karşı durulmaz bir çağrının sahibi oluyor bir çift selamına güveniyorum diyerek. Gurbet elde bir hal geldi başıma mısraı kötü haberi verirken Mevla kerimdir ifadesiyle hem kendine hem maşukasına varılacak son noktayı, dövünmenin değil tevekkülün gerekliliğini işaret etmektedir.
Yüreğimizin dört köşesinde dört mevsim gibi dört duyguyu yaşatan bizi halden hale koyan türküleri, birbiri peşi sıra dinlemek, çığırmak, onları sevişimizden, onlarla yaşamamızdan, onlarla coşmamızdandır. Özlem türkü oldu çalar tellerde, seversen Mevla’yı kalma yollarda mısraları ayrı dünyaları tarif etse de biz hem söyler hem dinleriz.
Her dinleyişimizde başımızı taşlara vurdurmayan türküler, rüyalarımızdan ağıtlarla uyandırmayan türküler, fikrimizi hep kıyama çağırmayan türküler, kalemlerden kelamlardan medet uman türküler, Lambada alev olan türküler, içimizi çıra gibi tutuşturan türküler, gecemizi gündüzümüze katan türküler, yaramızı kanatan sessiz ağlatan türküler sizleri var eden yürekleri sevdiğimiz gibi sizleri de seviyor ve çığırıyoruz.
Düşmüşüm derdine olmuşum âşık, Talih zehir kattı ekmek aşıma, Zahide’m gurbanım, n’olacak halım? Kirpiğin kaşına değdiği zaman, benzerlerini sevdik, onlar deli bir kızın saçları, bağrı yaralı aşıkları, yalnızlığın kızıl elması, ince bir sızı, Tanrı’dan dilediğimiz dilektir. Onlar hüznün çığlıkları, görünmeyen göz yaşları, baharı kışa çevirenler, onlar yürek yangınlarımız, gönül delişmenliğimiz türküler ve her yerdeler, hep bizden bahsediyorlar, bizi dillerinden düşürmüyorlar. Biz de dinliyoruz, söylüyoruz, çığırıyoruz
16.06.2018 Muammer AZMAK