SU HAYATTIR
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su,
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su” Fuzulî (Suyu en güzel resmedeni rahmetle anmak adına bir çaba)
Hepimizin bildiğini zannettiğim dört ana unsurdan birisinin adıdır su. Malumdur, su hayatın esası olan kaynaklarından sadece biridir ama fevkalade mühimdir. Suyun tarihi insanoğlunun hayatından evvel başlamaktadır. İnsan yaratılmadan önce su yaratılmış ve insanın mayasına da katılmış. Mayasına katılan su ile özdeşleşen insan meydana getirdiği medeniyetin tarihinde de su ile iç içe olmuştur.
Yerleşim yerlerini hep su kenarlarına kurmakla kalmamış, göçebe hayatını da sulak arazi ve su kenarlarında düzenlemiştir insanoğlu. Yerleşik hayata geçtikten sonrada su vazgeçilmezler arasında olmaya devam etmiştir. Kurulan her yerleşim yerine uzak yerlerden de olsa künk döşemek, kanal kazmak, su kemerleri yapmak, sarnıç inşa etmek, kuyular açmak, tulumbalar çakmak, şadırvan yapmak, sokak çeşmeleri, mahalle çeşmeleri veya diğer tedarik yollarıyla mutlaka su temin edilerek en yakın mesafeye getirilmiştir.
İşte bu yüzden suya olan ilgi, insanın hem yaratılışındaki biyolojik özelliğinden hem de tarih boyunca hep insanlığın üretken yönünü ifade etmiş olmasından dolayı ayrı bir özeni hak etmiştir. Medeniyet tarihimizde en değerli eserlerin meydana getirilmesinde su ile bağlantılı mekân ve suyu geçen ya da suyu nakleden eserlerin çokluğu bu hakikatin inkârını mümkün kılmamaktadır. Birbirinden güzel yapı örneği olarak eski yerleşim yerlerini süslemeye ve hizmet vermeye, susamış gönülleri serinletmeye devam eden bu güzel eserler hem korunmayı hem de bakılmayı hak ediyor.
Anadolu’nun tamamında olduğu gibi ilimizin çeşmelerinden de su ile beraber akan yüksek bir anlayıştır aslında geçmişten kalan. Bu insanımızın suya verdiği değeri ortaya koyduğu gibi insanlığa hizmet etmenin sürekli ve en kestirme yolunu da işaret etmektedir. Başta yöneticiler olmak üzere hali vakti yerinde olan pek çok kişi evvela insanların bu vesile ile bütün hayvanatın ve akan kısmıyla da nebatatın susuzluğuna çare olurken devam edecek olan iyilik akarını da seve seve yapmışlar ve günümüze kadar yaşatmışlardır. Devam ettirmek bizim işimiz mi?
İnsanların ihtiyacını karşılamak, muhteşem içeceği kolay temin eder hale getirmek, kendilerinin veya araç- gereçlerinin paklanmasını, arındırılmasını sağlamaya yönelik olarak harcadıkları üstün çabaların karşılığı ortaya çıkmış mükemmel eserlerin bakiyelerinin gereken ilgi ve alakadan yoksun kaldığını rahatlıkla ifade etmek mümkün.
Zaman ile tutuştukları yarışta hayli geride kalmak bir yana, bazıları zaman dışı kalmakla yüz yüze gelmiş vaziyetteler. Bu su kültürümüzden geriye kalanların, yabancı ülkelerdeki başlarına gelenlere hayıf ederken kendi sınırlarımız içerisinde olanlara duyarsız olmaktan kurtulmamız gerektiği kanaatindeyim. Hatta uğradıkları görmezden gelinme ya da yok sayılma ve ya kendi haline bırak ne olursa olsun modeli çaresiz yaklaşımları bırakıp elimizden geldiğince ellerinden tutup ayakta kalmalarını sağlamak ve işe yaramaya devam ettikleri hissini içselleştirmelerine yardımcı olarak ömürlerini uzatmak gerekir.
Dokunma yanarsın listesinde yer alması onlar adına sevindirici bir gelişme olarak kabul edilse bile yeterli olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Onlara dokunmak gerekiyor. Taşlarına, başlarına, üstlerine, yanına, kenarına, her tarafına dokunmak gerekiyor. Öyle bir dokunuş olmalı ki mahzun çehreleri güller gibi açılmalı, suskun dilleri bülbüller gibi şakımalı, akaklarından düşen sular uzaklardan duyulunca hayat iksirinin peşine düşenlerin umutları gibi canlandırıcı olmalı.
Çok yakınındayız yeniden dirilişin, çok uzağındayız yok olup kayboluşun çağlayışını duymak dileğimiz; gelen geçenlere, konan göçenlere, bir nefeslik serinlik vermeye devam etmelerini sağlamak için çaba harcamak da gayemiz olsun. Tabii devam ettirmek de bizim işimiz olsun. 15 / 07 / 2013 Muammer AZMAK