Sonbahar
Geldi yine sonbahar, beraberinde sürükleyip getirdiği renk cümbüşü sergileyen ağaçlarıyla. O ağaçlar ki sararıp kızarmışlar, bozarıp kırılmışlar, çıplak kalmış dallar ve kollar, bırakıp gitmiş bütün yapraklar. Dışarıda ince bir esinti sonra rüzgâr, ardından fırtına var. Direniyordu düşmemek için adeta kendinden geçmiş, ama kendini kaybetmemiş dallara sarılmış, sararmış solgun yapraklar. İçimden ta derin bir yerlerden seslenen sevdalı cılız bir ses son bahar son bahar…
İşte bildiğimiz sonbahar, yenik düşürüyor ağaçların süsü, güzelliğini değiştirmiş, dönüştürmüş o canım yaprakları. Gövdelerinin dibine uzanıyorlar yapraklar ağaçların. Annelerinin eteğinden tutunup ne olur bizi bırakma diye ağlayan çocuklar misali. Yapraklar ağlıyorlar. İşte yaklaşan sonbahar, bir başka acının izlerini taşıyor. Gençliğini yitirmiş coşku ve heyecanı kaybetmiş nemden eser kalmamış kuru yapraklardan, duyduğumuz çığlık sesi kulakları sağır edercesine. Duygusal fakat ağır bir hava etrafı sarmış. Yüreğimizi ısıtıyor mu, yakıyor mu anlamakta zorlanıyorum. Kendimi alamıyorum baktıkça yeşilden sıyrılmış güneşin rengine kanmış yapraklara. Sessizliğe davetiye çıkarıp sarınıyor, bürünüyor, hem dallar, hem kollar, hem ağaçlar hem de ben. İşte gördüğümüz ve bildiğimiz son bahar…
Uzaklaştırır güneşi bizden, göz açıp kapayıncaya kadar bir zamanda. Gürlek yeşili soldurur, sarı sapsarı kestirir, sonrada hayattan bezdirir. Haber verir güzün ardından gelen soğuk kışı. Bağları bozdurur, bahçeleri yoldurur, sarartır bu sonbahar. Sapsarı keser yeşil yamaçlar, yerlere iner yapraktan yapılmış taçlar, soyunur anadan üryan görmelisin ağaçlar. O gelince ölüm kokusu yayılır dört bir yana, küçük büyük bütün hayatların bitişi yüreğimi yakar, acımasız cellât tavrıyla can sıkar, halimize aldırmadan gün, hafta, ay sayar, sevdiğim son bahar…
Sonbahar gelse de yaklaşsam sevdiğimin yanına diye yapraklar bile sabırsızlıkla gelişini bekler, sevgili toprağa kavuşmak, aşığı toprağa değebilmek için. Bunu gören kuşlar durur mu, onlar da harekete geçerler. Sabırsızlıkla yolunu gözleyen sevdiğine kavuşmak için yüz geri dönüp giderler geldikleri diyarlara, ardından bakıp boynu bükük kalmış yarlara. Kısmetse geliriz yeniden baharlarda çığlıklarını haykıra haykıra yükselirler gökyüzüne. Kanat seslerinden duyulur belli belirsiz bir ses son bahar son bahar…
Göç kervanını yükler de gelir, akla geleni gelmeyeni toplar da gelir sonbahar. Ayrılıkları, özlemleri, hasretleri, katar katar peşine takıp da gelir. Yağmur yüklü bulutlar sarkar ufuklarımızdan. Kararır bazen gökyüzü kurşun gibi. Bahtımız kara olmasın diye niyazlara sevk eder bizi. Akça pakça tanelerini yollar bazen yükseklerden alçaklara kadar her yere. Bazen de şebnem taneleri gelir ardından önünden son baharın…
Ben en çok baharın sonunu severim. En çok sonbahar’ı severim. Çünkü ne kış kadar üşütür, ne de yaz kadar yakar içini dışını insanın sonbahar. Çoğu zaman serinletir sıcaktan mayışmış dünyamızı. Dünya dedim de Ben kendi başıma bir dünyayım. Benim de kendimin olan mevsimlerim var. Hep bana yakındır sonbahar, benden yanadır, bana doğru gelir, hatta beni kendine çeker. Yetmezmiş gibi devraldığı, fakat aldığı gibi muhafaza edemediği mirasını bana döker, çeker gider son bahar…
Ümit ettiğimiz son baharları yaşamak muradımız olsun. Akan kan filizlerimizi değil, akıtanı kurutsun. ‘Son bahar hüzünleri alsın, sevinçleri bıraksın’ cümlesi duamız olsun. 19/10/2011 Muammer Azmak