Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

SERÜVEN

12 Kasım 2016 - 19:34 - Güncelleme: 12 Kasım 2016 - 21:50

SERÜVEN

Herkes gibi bende çocuktum, büyüme hastalığına henüz yakalanmadığım demlerdi, her oyunu oynar, mahalleyi dört dönerdim. Çipil sarı olmam güneşten çok gölgeyi sığınak yapardı bana. Kader mi desem şans mı desem yoksa çekilecek dert mi desem hala bilemiyorum, aklım erdiğinden beri çalışmak, yorulmak, bahtiyarlığını çok kolay yakalamış biriyim. İlkokul sıralarından itibaren değişken yapı gösterse de çalışma basamaklarından hiç mi hiç uzak kalmadım.

Tek derdimin büyümek olduğu zamanlar gelip çattığında da ben yine emsallerimin birçoğundan farklı olarak adeta tiryakisi olmaya başladığım çalışıp-çabalama maceramdan uzak kalmadım, o kadar ki etrafımdakilerin basit aferinleri bile bana memleket fethetmiş hissi veriyordu. Üstüne iş başarma ve kendi varlığımın rüştünü ispat etme de cabasıydı.

Ergenlik denilen zamane fendi ile tanıştığımızda çoktan gerilerde kaldığını fark ettik, ne yazık ki istesek de onun arkasına sığınıp kendimizi ağırdan satıp hatta bahanelerimizin sığınağı yapamadık. Ne geçmeyen sivilcelerimiz oldu ne de bitmeyen uçuk isteklerimiz. Günde iki defa duş almadık amma soğuk suyun nimetlerini de hiç inkâr etmedik. Saçlarımıza ilk tarak lise son sınıfta değmeye başlamıştı, azıcık ıslatılmış beş parmağın ne eksiği var, der, devam ederdik.

Kitap okumak için rüşvet almamız gerekmiyordu, hele övendireyle hiç dürtülmüyorduk, aksine fazla okuyoruz diye ailemiz bizim için endişe duyardı. Birisi bizim için kitap alsın diye beklemezdik, önceleri değiş-tokuş yapardık sonraları harçlığımızın bir kısmını kullanırdık daha sonraları ise harcamak için çalışır olmuştuk. Sınavlar yoktu bizim zamanımızda daha da beteri imtihan edilirdik, bin bir eziyet ve zahmetle sınıf geçerdik hiçbir gerekçeye bağlı olmadan.

Ailenin fertlerinin sayısı önemliydi, her biri ücretsiz amele demekti. O yüzden evden uzaklaşılmasına pek sıcak bakılmazdı. Okumak için para gerekliydi, zaman gerekliydi, kafa gerekliydi. Kitaplar her yerde bulunmuyordu, bedava değildi, herkes yol göstermiyordu, beş zayıfla değil bir zayıfla bile sınıf geçilmiyordu. Elekler her katta elemeye devam ediyordu, illa her kişi okuyacak dayatması henüz keşfedilmemişti. Sen okuyorsun otur da ödevlerini yap, derslerine çalış da başarılı ol diyen anne-babalar üretilmemişti. Ne günlerdi ama hala geçerli olan yaparak yaşayarak öğrenme tekniğinin zirve dönemleriydi. Çalı kırmaktan çapa yapmaya, kömür taşımaktan ele yevmiyeye gitmeye kadar akla gelen bütün işler kısacası her şey vardı edebiyatımızda…

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi her günün akşamı spor yapıyordum hem de uzak doğudan gelenlerinden. Üstüne üstlük her ağaç güç gösterimizin aracı oluyordu, mekik ve şinav çekmek ise sıradan işler hüviyetindeydi. Kırk beşe kadar göbek kemerden aşmamalıydı. Gösterişten de mahrum kalmamalıydık. Kendi çamaşırımızı yıkar kendi ütü ihtiyacımızı görürdük, ayakkabılarımızı boyar, söküğümüzü dikerdik…

Dershane neymiş?  Hazırlık kitabı neymiş?  Takviye kursları varmış, tek dersten kurs alınabiliniyormuş nev’inden tekerlemeleri evvel zaman içinde yoktu. Test kitapları, Konu anlatımları, Cep kitapları, Soru bankaları, varlığı bilinen nesneler olarak daha kayıtlara girmemiş, varsa yoksa çalışmak, çalışmaktan başka çıkar yol da yok idi. Uçan gazetelerin parçalarını tutup okumak, ele geçen kitapları fırsat bilip elden çıkarana kadar karıştırıp okumak adettendi.

Çalışma aşkı tamlamasıyla aşk kelimesini tanımıştık, bayağılaştırılmış insan yavrularının ilişkisi başladı iletilerinde anlatmaya çalıştıklarından değil. Mektupların örtüleri arkasına sığınırdı biraz cesareti biraz yüreği daha bıçkın olanlarımız. Sabır basamaklarını azimle tırmananlar, her testi başarıyla çözümleyenler murat alırlardı heveskâr olduklarından.

Bizimkisi böyle bir maceraydı; kanlı-canlı, hatta heyecanlı, illa emek mahsulü, az yatmalı, az oturmalı lakin çok hem de çok çalışmalı bir serüvendi… 11.11.2016 Muammer AZMAK

Reklam