SERÜVEN V
Bizimkisi bir maceraydı; kanlı-canlı, hatta heyecanlı, illa emek mahsulü, az yatmalı, az oturmalı lakin çok hem de çok çalışmalı bir serüvendi… Gençlikte hep olmuştur derler, doğru mudur bilmem amma bizde zaman zaman yapardık geyik muhabbeti arkadaşlarla. Belki bir kaçış yaşardık sıkıntılarımızdan, dertlerimizden belki de hayal iklimlerinden geçip sığınırdık bir yerlere… Bazı vakitler içimizdeki ses uyarırdı bizleri ve erdemli olmaya davet ederdi. Vicdan komutan elimizden tutarak ayrılmaya ramak kaldığımız doğruluk abidelerine ulaştırırdı bizi.
Feysimiz yoktu o demlerde vap-sap ne idi bilmezdik lakin mektup yazmayı da faziletli bir iş bellemiştik. Yakın uzak demeden her fırsatta ‘yüzünden okuyamadıklarımızı dâhil’ her şeyimizi mektupların diliyle söylerdik. Öyle söylerdik ki sahifeler laf ola değil gerçekten kifayetsiz kalırdı. Satırların arasında çıkış yolu bulamayıp kaybolduğumuz çok vakitler olmuştur. Düşüncelerin yoğunluğu yanında fukaralığı da kaybolmalarımızın baş amillerinden olurdu. Çıkış mı onu da öğreniyor yapıp etmeleriyle âdemoğlu ve kaybolduğu satırlar hayat öpücüğü gibi çoğunlukla nefes almasına da yol açıyordu, felaha ermesine de.
Kaçamak buluşmaların meşhur durağıydı nağmelerin dillendiği mektuplar; sesini duymak kadar kendini görmek kadar makbul bir nesneydiler, yârin elinden çıkmış satırların yekûnu, gönül tellerinden kopup gelen avazların iletisi mektuplar. Katlamak bir işaret diliydi, mektubun mürekkebinin dağılması hicran yarasının deliliydi. Yazmanın inceliklerini kavratan ve dahi merakla öğrenmenin peşine takıldığını fark ettirmeyen munis öğreticiydi mektuplar. İçlerindeki harflerin bağdaştırmaları ve bağlaşıklıklarının fendi hala zihin yorgunluklarına sebep olacak kadar tumturaklı olan mektuplar. Okuma, tekraren okuma sureti ile tiryakilik oluşturan mektuplar. Hazların en derinine sürükleyen hakikati bütün çıplaklığıyla dillerden gönüllere aktarandı mektuplar…
Duyguların yoğurulduğu hamur tekneleriydi onlar, dikkat nazarlarını kendine yönlendiren sihirli bir eldi onlar. Öğrenme rüzgârının en kuvvetli estiricisiydi, o kadar ki kelime hazinesinin zenginleşmesine etkisi kadar bilgi dağarcığının da doldurucusuydu. Gelişmeler karşısında hızlı fakat uyumlu tepkilerin oluşma iklimiydiler, karşılaşmaların kısalığına inat ifadelerin uzunluğunun pekiştirme alanıydılar, renkli kimisi kokulu kimisi yanık mektuplar…
Bilgisayarlardan indiremiyorduk lüzum eden metinleri, fotokopi ile çoğaltamıyorduk nüshaları, meil ile yollayamıyorduk diyeceklerimizi; daha sıcaktı bizimkisi, defter alıyorduk, sabaha kadar yazıyı aktarıp sabah tekrar sıcağı sıcağına iade ediyorduk sahibine, gönül telimizden dökülenlerle birlikte. Tekrar bir bahane ile elde edene kadar bir hoşluk taşıyorduk elimizde, dilimizde, gönlümüzde… Harflerden yola çıkıp kelimelere, kelimelerden cümlelere, cümlelerden sahibine akıp gidiyorduk sessizce ve zararsızca fakat en samimi en bırakmasız duygularla…
İç dünyamız bir kafes kadar koruyucu bir sır küpü kadar sızdırmasızdı. Hislerimizi kendimize bile dile getirmekten imtina eder, gizlerimizin ifşa olmasından ödümüz kopardı adeta, şimdilerde ayağa düşen muhabbet sözcüklerinin bayağılaştırılmasının üzerine sarmaşık kadar sıkı sarılan bir bağlanışın olması tabi ki mümkün olamayacaktır. Aşk varsa meşk olacaktır; gösteriş, alayiş, nümayiş, bütün bunlar diğeri için yapılan işlerdir, iz bırakmaz, olsa olsa çöp bırakır, çöp asillerin değil sefillerin talepgahıdır…
Bağrımızdaydı yakan kor ateş, gönlümüzdeydi sevdalıklarımız, söyleyişlerimiz dil ucundan değildi, ta ciğerimizden ta yüreğimizdendi, öyle içten öyle samimiydi. Sözden göze, gözden gönle, gönülden ise kara toprağın kara bağrına kadar, kısacası ölesiyeydi… Bizimkisi bir maceraydı; kanlı-canlı, hatta heyecanlı, illa emek mahsulü, az yatmalı, az oturmalı lakin çok hem de çok çalışmalı bir serüvendi…
06.12.2016 Muammer AZMAK