Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

ÖZLEDİM

22 Şubat 2015 - 17:01 - Güncelleme: 22 Şubat 2015 - 19:56

ÖZLEDİM

 

Bugünlerde içimde kıpır kıpır tanımlayamadığım bir şeyler var… Özlüyorum, özlüyorum ama kimi, neyi? Çocukluğumda ceplerimi dolduramadığım bayram şekerlerini mi? Hayalleyip toplayamadığım harçlıkları mı? İstediğim gibi gezip tozmayı mı? Bisiklete binip ip atlamayı mı? Kanalda korka korka yüzmeyi mi? Garajda top oynamayı mı? Akşamları ezan okunduktan sonra eve girmeyi mi? Sobanın yanında kıvrılıp uyumayı mı? Kestanenin kaynamışını mı, közde pişirilmişini mi? Cin darısının pıtır pıtır telaşlı bir halde patlamasını mı? İğdelerin yumuşaklığını, kuru incirin tatlılığını mı? Bozanın ekşimsi tadını mı, salebin yakıcı sıcaklığını mı?

 

Tek derdimin okumak, yine okumak olduğu o günleri özledim. Yığınla kitabın arasında olup okumak yerine, saklamak bahtsızlığı yerine, havadan uçup gelen bayat bir gazeteyi okumayı özledim. Çalışırken bir dakikalık nefeslenmelerde birkaç cümle okumayı özledim…

 

Bütün sevdiklerimin hep benimle olacaklarını sandığımdan, aklıma gelmeyen ayrılık acılarını özledim. Yüzümde oluşan tebessümü, sileceğin yağmur damlalarını sildiği gibi silen kederleri, özledim. Acı da olsa birlik ve beraberlik sağlamasını özledim.  İnanması güç ama eski kayıplarımın hepsini özledim, tekrar kaybetmek acısını yaşamak pahasına...

 

Eski sabahlarımızı özledim, annemin erkenden kalkıp tarhana çorbasını yapmasını, yanına turşu çıkarmasını, ikisi bir arada olmaz deyişini, ya turşu ya çekişte zeytin, söylenişini. Hele kapak altında yaptığı kol böreğini, ortasını açıp da yerleştirdiği üzüm hoşafını, kaşık salladıkça oluşan yağ adacıklarını özledim… Kızartmanın bir gün dinlendirilmişini, çayın közde demlenmişini, ayranın gubada çalkanmışını, helvanın sıcak ekmek arası yapılışını, özledim…

 

Benim için doğduğunu zannettiğim güneşi, uykunun verdiği dinginliğin uyuşukluğunu, sıcak yatağımı terk edemeyişimin verdiği mahmurluğu, soğuk suyun yüze çarpıldığındaki tutulan titremeyi, sadece beni saran hoşlukları, bende hayatını devam ettiren sessizliği, avludaki tulumbanın hıçkırığa tutulmuş gibi çalışmasını, özledim…

 

Masumiyeti hayatıma katan, ne olursa olsun doğru olmayı tembihleyen annemi, annemin şefkatli kollarıyla sarılışını, başkasının kâşanesinden kendisinin olan viranenin daha değerli olduğunu öğreten babamı, babamın elimi tutarken hissettiğim sıcaklığını özledim.  Arsızlaştırmadan paylaşmayı öğreten komşularımızı, çalmadan-çırpmadan yapılması gerektiğini yaparak yaşayarak öğreten ustamı, uzaklarda olan birini herhangi bir anda aklının bir köşesinde bulabileceğini bana öğreten arkadaşlarımı özledim…

 

Apansız karşıma dikiliveren, beklenmedik yerde, beklenmedik bir anda karşıma çıkıveren geçmişi, içerisinde taşıdığı güzellikleri, sır gibi sakladığı yaramazlıklarımızı, acemice yaşanan sevgi dilenciliğini, olmayacak nice dualara âmin deme cüretkârlığını özledim…

 

Oynadığımız dünya oyunun bana ait olmayan rollerini, ezberleyip tekrar tekrar söyleyemediğim sözlerini, içimde kurgu yapıp dışarıya haykıramadığım repliklerini, oyun arkadaşlarımı, açılıp-kapanan perdeleri, haberim olmadan bitirilen her oyunu ve oyuncularını özledim…

 

‘Her şeye sahip olmak aslında, içi mutlu hikâyelerle dolu çocukluk hatıralarına, sahip olmak demektir’ diyenler ne kadar haklı. Geçmiş geçmişte kalmayı öğrenseydi birilerinden biz öğrenemeyecektik geçmişte kalan özlemleri. Hani hep söylenir çocukluk demleri, her dem hoş hatırlanır diye, oysa hatırlanan hoşluklardır, ben de bu hoşlukları özledim…

 

Söylenecek çok şeyler kaldı daha, geçmişte takılıp kalmamak daha evla, güzellikler-hoşluklarla karşılaştırsın Mevla. Özledim işte, hepsini özledim... Her halde hep özleyeceğim… 14.02.2015 Muammer AZMAK

Reklam