OKUMA
Ne kadar çok okuyoruz, hem kendime hem toplumumuza imrendim. Bu kadar fazla okumamıza rağmen neden okuma özürlü olarak değerlendirilmelere muhatap oluyoruz, onu da anlamakta hayli zorlandığımı itiraf etmeliyim.
Gazete okuyoruz, lakin ‘kitabı tersinden okutur’ bitirim ifadesini doğrularcasına son sahifeden başlayarak yani ya magazin sahifesinden ya da spor sahifesinden başlıyoruz okumaya, ciddi sahifelerden göz ucuyla geçiveriyoruz, en çokta okuduğumuzu zannettiğimiz, az yazılı çok boyalı basına okumalarımıza takılı kalıyorum ben…
Kitap okuyoruz, fakat muhtevasından ziyade teferruatına okuyoruz. Kapağından başlayıp renklerine, yazısına, sıkıcılığına, anlaşılmazlığına, karamsarlığına, dilin güncel olmamasına, ahlaksızlığına, bizim gibi düşünmemesine, bizim gibi anlatmamasına, hatta sonucunun öyle olmamasına, böyle bitmesine ve daha nice ayrıntıya okuyoruz ha okuyoruz…
Meal okuyoruz ama sözlük kullanma zahmetine katlanmıyoruz, anlıyor gibi yapıyoruz. Muhakemesiz, mukayesiz, hele farklılıklara değer verme noktasında biraz gayret gösterip fedakârlık yapmadan sonuç odaklı birçok olumsuz sıfatlar ilave ederek okumalarımızın canına okuyoruz. Yetmiyor, farklı temellendirme içinde bulunanların gelmişine, geçmişine varana kadar okumaya ara vermeksizin devam ediyoruz…
Rahmet okuyoruz, fakat merhamet mektebinde tahsil yapmamızın gereğini anlamıyoruz. Kulaktan dolma bilgileri, soranlara papağan kuşunun edasıyla tekrar tekrar söylüyoruz. Zahmete girip aslı astarı var mıdır, gerçekten çıkış noktası bu mudur sorgulamasını yapmadan ver ha okuyoruz…
Bela okuyoruz, amma çağrı cihazı olduğunu hatırımıza getirmeden dönüp dolaşıp başımıza çorap öreceğini hesaba katmadan oysa def etme seansları düzenlemek gerekir. Biz ise davetiye göndermeyi bir iş görerek alışkanlığa dönüştürüp her zorlanmanın her memnuniyetsizliğin ardından okuyoruz ha okuyoruz…
Kaba, çirkin sözleri ahenk yumağı haline getirip bir şiir tavrıyla okuyoruz. Kem söz sahibinindir kelamı kibarını söyledikten sonra sabır iklimlerinden dörtnala uzaklaşıp ağzının payını vermek için son volümü açık radyo edasıyla ağzımıza geleni okuyoruz…
Gıyabında okuyoruz, ortalığa yayıldığında da vicahiye çevirip yüzüne karşı, birikintisiyle beraber okuma becerisini sergiliyoruz. Kardeşlerimizin etini yemenin iştihasıyla, elinden oyuncağı alınacak çocuğun korkusuyla, feryadı figan ederek okuyoruz…
Allah kelamını diriye de ölüye de çoğunlukla ne dediğine kulak vermeden sadece seslendirme merkezli okuyoruz. Mana iklimlerinde tefekkür çilesine dalıp sonrasında semeresini, yapıp etmelerle göstermek yerine, dilek ve temennilerle geçiştirip yalnızca okuyoruz…
Az okuyoruz çok okuyoruz temcit pilavını ortadan kaldırmak bahanesiyle, uzayıp giden münakaşalara son vermek kastıyla her türlü okuma yapıyoruz…
Ön görülerimizi, önsezilerimizi, tahminlerimizi, olasılıklarımızı, geleceğe yönelik kanaatlerimizi, adamın ciğerini okumayı, ben adamı gözlerinden okurumu ve daha nice söz öbeklerini de hesaba katınca hala bize okuma fukarası muamelesi yapmalarına da okumak geliyor içimden. Evet, çok okuyoruz, okudukça okuyasımız geliyor, ancak ne okuyoruz sualine bu noktada verecek cevabın var mı derseniz işte orada duruyorum ve okuyamıyorum…
‘Oku, yaradanın adıyla’ emrinin muhatabı olarak okumak, anlamak, aydınlanmak, aydınlatmak, aydınlık yoldan yürümek dileğiyle… 04.03.2017 Muammer AZMAK