KAYBOLAN MESLEKLER III
Kurban olam kalem tutan ellere/Kâtip arzu halim yaz yâre böyle… Mısralarının ardından aklıma geliverdi, ücret karşılığı mektup, dilekçe vb. yazan, form dolduran kimselere Arzuhalci denilir olduğu. Arzuhalciler, dilekçe yazmanın yanı sıra, vatandaşın yerine onların resmi dairelerdeki ( bayındırlık, tapu, evlenme vs.) işlerini de takip eden kişilerdir… Arzulanan durumu bildiren kişi manasına gelir. Arzu hal ise ‘durumu belirtmek’ manasındadır. Yani hali, durumu, vaziyeti söyleyen, bildiren kişi; fakat kelime anlamının ötesinde arzuhal, dilekçe demektir. Yani arzuhalcinin Türkçe tam karşılığı dilekçecidir. ‘Hele şöyle buyur, otur. Neymiş mesele anlayalım, sonrasını kolay ederiz.’ Diyenlere noldu?
Pir’inin Hallacı Mansur olduğu söylenen ve geçmişte önem verilen mesleklerden biridir yorgancılık. Osmanlı devrinde, padişahların seferleri, şehzadelerin sünnetleri gibi vesilelerle düzenlenen şenliklerde, geçiş törenlerine katılan esnaf alayları arasında yer almanın yanında, minyatürlere dahi yansımıştır ahvalleri. Sarayları, usta ellerin zengin motiflerle bezediği, altın ya da gümüş teller, kıymetli taşlar eklemesiyle elde ettikleri ipek, kadife yorganlar süslemiştir. Keza ahalinin olmazsa ev-bark olunmaz dediği nesneler arasında yer almıştır. Gurbete gidenlerin bir yorgan bir döşek değil mi saltanat tekerlemesinin de asıl unsurudur. Herhalde denkleri bağladılar yorgancıları da onlarla yola vurdular.
Telkâri takılar, kadınlar için heyecan verici hediyeler anlamına geliyor. Telkâri günümüzde de Süryanilerin kanatları altında yaşamını sürdüren özel bir el sanatları dalı olarak varlığını nispeten koruyor. El sanatlarının hayatın içinden çıkmasına neden olan zaman aşımı, yitirilen görev, moda dışı kalma, teknolojik gelişim vb. gibi doğal engeller telkâri için söz konusu değil denilebilir. Çünkü telkâri, hayatımızın ziynet eşyaları bölümünü gururla doldurabiliyor. Hatta son dönemlerde eski günlerine dönme sinyalleri bile veriyor denilebilir. Yine de elinden tutulmaya ihtiyaç hissetmektedir.
Ayakkabının yumuşak olan üst bölümü yani yüzüydü Saya. Eskiden halk dilinde, evlerin giriş kısmında ayakkabıların çıkarıldığı veya konduğu ufak bölüme de saya denirdi. Örtü altıydı kısaca. Zamanla ayakkabı anlamında kullanılmaya başlandı. Belki de ayağımızın damını örttüğü için. Sayacı, dünün ayakkabıcısıydı. Yaygın bir zanaattı. Geniş bir müşteri kitlesine hitap ederdi. Günümüzde fabrikaların dişlilerinin arasında telef olmamaya çalışıyorlar. Daha ne kadar sürer…
Bugün hâlâ kaybolmamış küçük meslekler arasında en ilginçlerinden biri de bileyiciliktir. Bileyicinin bir pedal yardımı ile döndürdüğü bileyi taşından kıvılcımlar çıkararak çalışması gerçekten görülmeye değer. Seyyar bileyicilerin çoğu iş takımlarını sırtlarında taşırdı. Bisikletli bileyiciler ‘bir yandan zil çalarken, bir yandan da -haydi bileyici!’ Diye seslenip müşteriye varlığını duyururdu. Bugün bazıları bileyi taşını üç tekerlekli bir bisiklet veya motorlu küçük bir araba üzerine yerleştirerek, daha kısa sürede daha çok yer dolaşmayı tercih ediyorlar. Bileyici, Seyyar bileyici, esnafın veya ev kadınlarının ayağına kadar giderek körlenmiş bıçak ve makasları, bazı âletlerin kesici ağızlarını bilemek için sokakları dolaşırdı. Şimdilerde görebilirsek kendimizi şanslı hissedeceğimiz ve ‘A bileyici!’ Diye bağıracağımız meslek oldu…
Hattatlık, eskiden din kurumlarından, kitaplara; evlerin duvarlarına kadar her yerde, kullanılan el sanatı, 1928 yılında yeni Türk harflerinin kabulüyle, eski önemini yavaşça yitirdi. Şimdi bu sanat ancak eski camilerin onarımında, meraklı bazı kimselerin evlerine asmak için yaptırdıkları levhalarda, bir de mezar taşı yazılarında kullanılmaktadır. ’İşaretlere anlamlı, ahenkli ve hünerli bir şekilde biçim verilmesi sanatı" tanımlamasına uygun olarak bir silkinme içerisinde olsa da eski debdebeli günlerinden çok uzak. Hali hazırda bir hobi faaliyetinin sınırları içerisinden dışarı çıkamamıştır… Ha gayret temennimiz karşılık bulur inşallah… Laf hatırda değil satırda kalıyor bütün güzelliğiyle.
Hallaç, atıcı, özel bir araçla pamuk ya da yün kabartan kimse, pamuk atıcısı, atımcı, diye bilinirdi. Sırtında pamukları hallaçlamaya yarayan basit bir aletle sokaklarda sesiyle geldiğini duyururdu hallaç. O zamanlar yorganlar, döşekler, yastıklar ya yündendi ya da pamuktan. Yere oturur ve yay gibi bir sopanın uçlarına bağlanmış ip (KİRİŞ) aracılığı ile elindeki tokmakla vurarak pamukları lime lime ederdi. Tozlarından, yumaklaşmalarından ayırır, gerçekten ‘pamuk gibi’ yapardı. Artık sentetik, elyaf tabirlerinin öne çıktığı dünyada onlara her halde yer kalmadı ki gittiler...
Bir yer bulunsun. Bir mahalle kurulsun. Ne kadar maziyi hatırlatan meslek, iş, işçilik, yapıp etmeler, üretim varsa elden geldiğince canlı hale gelsin. Tarihin derinliklerinde yolculuk yaparcasına güzergâh belirlensin, umutlarını, belleklerini, hayallerini kaybetmeyenler, geçmişi anlamaya çalışanlar, canı sıkılanlar, değişik mekân görmek isteyenler, zamanda bir yolculuk yapmak isteyenler bu coğrafyayı, dilediğince gezsin-görsün, hayallensin, ne hoş olur.
Mahalli idareler veya merkezi idareler destek verse, Meslek odaları fikre sahip çıksa, Ahalimiz de buna tam bir istek duysa, ne de hoş olur. Gerçekleşmesi temennimiz, gayretler de vefamız olsun.
29.06.2014 Muammer AZMAK