KALEM
Yazmak ve çizmek için kullanılan gelişmesi hiç durmayan gizemli araçtır. Kurum ve kuruluşlarda yazışma bölümü, muhasebe, kayıt kabul işlemlerinin yapıldığı yer. Kalem odası. Çeşitli madenleri, ağaçları, taşları; oymak, kazımak, şekillendirmek maksadıyla yararlanılan araçlar. Çeşitli malların her birisine verilen ad. Tür ayrımsamasının diğer adı kalemdir. Kumaş çeşitleri üzerine resim, nakış yapma aracı. Desen çizme sanatı veya desen yapma sanatı. Ağaçların aşılanması için kesilen ince çubuk. Toplanılan hesap maddelerinin her birisinin adıdır. Kısacası – taşçı kalemi, kazı kalemi, nakış kalemi, ayna kalemi, Heykeltıraş kalemi, kalem işi, sivri fırça, sivri çöp, ince boya fırçası, aşı kalemi, hesap cetveli, büro, sekretarya- onlarca bağlamda karşımıza çıkan sözcük.
Fısıldar gibi kâğıt ile buluştuğunda kulaktan kulağa, el ele vermiş yavuklular gibi dolaşır satırlar üzerinde, kalem var, yazı yazar mısralarca okuyan insanlara, bazıları yoldan değil dağdan aşırır, bazıları düz yolda aklın şaşırır. Söz anlatır gibi yapar jestini, mimiğini, peşinden yürütür gözleri, dalıvermeğe gelmez, hemen kuyuyu kazar. Dönersin görmez adamlara, ne yaptığını bilmez hale kor acımasız. Hatta unutur noktayı, gören gözü kör eyler, güzelin işvesini, yakan ateş eyler.
Osmanlı saray teşkilatı tarihinde, Osmanlı maliyesini meydana getiren dairelerden her birine de “kalem” adı verilirdi. Devletin amme hizmetlerinin görüldüğü her kapıya, resmi daireye de kalem, devlet memurlarına da “kalem efendisi” denmiştir. Osmanlılarda kalem, sadece devlet işlerinin görüldüğü bürolar değildi. Aynı zamanda buraları, oraya çocuk denecek yaşta alınan gençlerin, eğitim ve terbiye gördükleri birer ilim ve irfan kaynağı, birer mektep (okul) mahiyetindeydi. Osmanlının birçok ilim ve sanat adamları, kalemlerden yetişmiştir. Kaleme alınan çocuk, kalem amiri tarafından edebi, terbiyesi, güzel ahlakı, ilim ve irfanı ile tanınmış, yaşlı ve tecrübeli bir Osmanlı efendisinin yanına verilirdi. Bu mürebbi kâtip, kendini manevi bir baba kabul edip, çocuğun yetiştirilmesini bir vazife, bir mesuliyet, bir şeref ve haysiyet meselesi kabul ederdi. Ona şefkat ve merhametle, acıyarak her türlü mesleki bilgiyi, güzel yazı yazmayı öğretir, kalemde evrakın nasıl işlem gördüğünü anlatırdı. Bir yandan da çocuğun her türlü kabiliyetini araştırır, kalemde Arapça, Farsça ve batı lisanlarından birini öğretir, bilgi ve görgüsünü arttırmaya çalışırdı. Sonra uygun bir unvan ile vazifeye tayin edilirdi. Böylece olurdu kalem efendisi.
İslam dininde de; din, dünya işlerinden meydana gelecek yaş ve kuru, canlı ve cansız, ölü ve diri, su ve taş, harap ve mamur yerler kısaca her şeyi levh- i mahfuza yazan şeye de “kalem” denilmiştir. Hadis-i şerifte: “Allah ü Teâlâ’nın ilk yarattığı şey Kalem’dir. Kalem’e yaz, buyurdu. Kalem ne yazayım? Dedi. Allah ü Teâlâ: Kaderi yaz buyurdu. Kalem, ebede (sonsuza) kadar olacak şeylerin hepsini yazdı.” buyrulmuştur. Kalem, Levh-i Mahfuz üzerinde kıyamete kadar olacak şeyleri yazar. Enam suresi 59. ayetinde, Allah ü Teâlâ mealen; “Yaş ve kuru (canlı ve cansız, ölü ve diri, su ve taş, harap ve mamur yerler, az ve çok) her şey Kitab-ı Mübin’de vardır.” buyurmuştur. Kitab-ı Mübin, levh-i mahfuz manasınadır. Levh-i mahfuz, Allah ü Teâlâ’nın katında şeytandan muhafaza edilmiş olan levhadır (kitaptır). Üzerinde Kur’an-ı kerim de yazılıdır. İşte bu da inanların kabulüdür.
Gerçek başlangıç ilim için kalemin yaratılmasıdır. Ömrün faniliğini idrak eden insanoğlu, kendisindeki var olan gücü ispatlama sevdasına düştüğünde, kaybedeceği zamana karşı, bedenen yok olsa bile düşüncesiyle yaşama isteğinin çabaları sonucunda yazıyı yazacak olan kalem serüvenini başlattı. Bundan sonra bir buluş, bir gerçek, bir parlak fikir yazıya dökülerek hafızaya hapsolup sönmeden nesilden nesile aktarıldı. Yazma, eser meydana getirme, sürekli ileri gitmenin halkalarını oluşturdu. Kuvvetli ve dâhice düşünceler ölümsüzlük iksiri gibi daima yaşamayı sağladı. Yazıya geçirilmiş bütün eserler doğuşundaki gibi tazeliğini, güzelliğini, göz alıcı bir parıltıyla muhafaza etti.
Zamanla sınırlı hayatın sahibi insan ölür, etrafa kavrattığı düşünceleri hafızalardan silinir, lakin bıraktığı eser daima ölümsüzdür. Onu ebedi kılan amil şüphesiz kalemdir. Yapılan hatalar da kalıcıdır, bıraktığı izlerde kolayca silinmez. Milletlerin kaderinde kılıçla elde edilen çok hak kalem erbabının – masa başında- elinde yok olup gitmiştir. Tarih inadına tekrar etmek mi istiyor bilinmez amma görülen o ki yediği çanağa pisleyenleri, nankörlük edenleri, sevgiyi çiğneyip telef edenleri, kalem günümüzde de kayıt etmektedir. Müspet düşünce ve fiilleriyle kayda girenlere ne mutlu… Sebepleriyle gözlerden yaş akıtanlar değil, iki tatlı söz ile gönül yapanlara ne mutlu…
Hatırlandığında birleştirici, konu açıldığında ‘Onun gibi olmak çok zor’ denilen ve nasıl bilirsiniz sorusuna yürekten iyi biliriz nidasıyla karşılık bulanlardan olmak temennisiyle… Muammer AZMAK 20/03/2013