KAHRAMAN ARAMADIM
Tanıdığımda yanılmıyorsam on dört-on beş yaşlarındaydı, masumiyetin olanca saflığıyla bakıyor ve dayanılmaz bir mahcubiyet hissinin derinliklerinde kaybolup gitmeye çabalıyordu…
Heyhat bu çocukta beni kendine çeken bir şeyler var sualinin karşılık bulması, meşguliyetin çokluğu ve bir şeyler yapabilme gayretkeşliğinin gölgesinde, ötelerin ötesine ötelendi…
Günlerden bir gün demir ustasının birisinden yardım almak istediğimde, öğretmenim diye seslenen yumuşak, latif sesin sahibini gördüğümde zihnimde çakan şimşeğin içindeki ‘elinden tutacak adam arayıp durma, işte karşında, tut ellerinden’ yıldızı parlayıp parlayıp söndükçe benim kısık gözlerimin fal taşı gibi açıldığını fark ettim. Ve o anda karar verdim bu delikanlı için elimden gelen çabayı sarf etmekten çekinmeyeceğim…
Kızaran sadece yüzü değildi, alışkın olmayan eller hoyrat bir çabanın ardından ortaya çıkan zorlamaya fazla direnemeyen kan basıncıyla kızarmış, hatta morumsu bir renge dönmüş, saklama ihtiyacı hâsıl etmişti. Lakin azim denilen içten yanmalı motorun gücü, kaytarmaktan vaz geçiriyor, canla başla işini yapmasını sağlıyordu, zaman zaman takatinin kesildiğini görememe ihtimalini, sıranın üzerine düşen baş ele veriyordu…
Derslerde küçük takılmaların ardından başlayan tanışma faslı, yerini kaynaşmaya terk etmedi fakat hep ciddi bir zeminde ciddi meseleleri münakaşa noktasından da alıkoymadı. Konuşmalar arttıkça talepler, talepler arttıkça yol haritası çizme çabaları, manevi dinamikleri harekete geçirme gayretleri, bilgi alış-verişleri, kaynaklara ulaşma fırsatları, içe doğuşlar, aydınlanmalar ve en önemlisi yitirilmek üzere olan güven duygusunun kazanılması macerası…
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalayıp mezuniyet kavşağına geldiğimizde, hala kaygı duyduğu nesnelerin varlığından kurtulmayı başaramamıştı. Başarısızlığın faturasını ona yüklemek gibi bir zulümkarlık yapamam. Aile denilen kutsallığını tartışmayacağım muhafazanın sahiplerinin bir dargın bir barışık hallerinin etkisinin önemini göz ardı edemem. Ancak bu noktada beni en çok etki ile olumlayanın yaşadığımız okulun mensubiyet ilkelerini hiçe sayarak sahipsiz bırakması olmuştur…
Buradan sonra’ ne yaparım, nasıl yaparım, bilemiyorum’ ifadelerine verilecek cevap bulmanın ne kadar zor olduğunu defalarca yaşamış olmama rağmen naçar kaldığımı itiraf etmeliyim. Ataların milimetrik pas denilen türden söylediği sözlerden birisinin gölgesine sığınıp ‘ gün doğmadan neler doğar’ deyivermiştim amma günden evvel doğacak bir şeyler olduğundan da şüpheliydim…
Ameller niyetlere göre şekillenir yargısının sarsılmaz ölçüsünü, hayatında kerreten test etmiş birinin, bu noktada kendisinin kudretinden medet umma yanılgısını, hala affetmiyorum. Ve gün geceye daha evirilmeden ‘ ne yaparım, nasıl yaparım soruları’ aradığı cevapları fevkaladenin de fevkinde buluverdi. Dıdısının dıdısı galatı meşhuruna yakışacak bir ulaşım ağı, öncelikle ‘hele sen bir gel’ dedi. Gönlümüz gibi yerimiz de geniş, kal dedi. Duyduk hafızmışsın, hele oku mübarek kelamı dinleyelim can dedi. Biz marifet ehline iltifat ederiz, yetmez diş kirası da iş de veririz dedi…
Sabır etti, ceht etti, fikir etti, gayret sarf etti, şikâyet etmedi. Ne yaparım, nasıl yaparım dedi, lakin yapamam demedi. Müezzinlik etti, imamlık etti, nankörlük etmedi. İlahiyatı bitirdi, Edebiyatı bitirdi, çalışmayı bitirmedi…
Yaratanın ‘çalış kulum vereyim’ seslenişinin muhatabı oldu. Akademi dünyasının istekli, inançlı bir bireyi oldu. Bu saatten sonra bizim dileğimiz birey olmanın faziletini sergilemesi, uydu olmaktan milyon kere kaçınması, her ne surette olursa olsun dosdoğru olması, geçtiği yolları unutmaması, tutabildiği kadar el tutmasıdır…
Duamıza gelince, akıl etsin, fikir etsin, zikir etsin, yardım etsin, ön yargıları def etsin, asla pes etmesin, neme lazım demesin, memleketin bütün evladını sevsin, sevdirmek için gayret etsin vesselam…
Kahraman aramadım, her türlü olumsuzluğa rağmen ayakların üzerinde durmayı başardın, artık bir kahramanım da sensin…
14.12.2015 Muammer AZMAK