1453 yılında İstanbul fethedildi. 29 Mayısta kuşatma bitti. Bizans bütün gücüyle direniyordu. Dışarıdan gelen yardımlar kesilemediğinden direniş uzuyordu. Gemiler dağlardan aşırılarak Haliç’e indirildi. Kulelerden dökülen kızgın yağlara rağmen, Ulubatlı Hasan isimli yiğit sancağı burçlara dikti. Ölenlerin yerine hemen yeni yiğitler geçiyordu. Bir çağ kapandı bir çağ açıldı. Genç Fatih hocasına uzatılan çiçekler kendisine yöneldiğinde ona verin o benim hocamdır diyordu. Hilal Haç’a galip geldi. Malınız canınız emniyettedir korkmayınız âlicenaplığı gösterildi. Benzeri cümleler aklımıza ilk gelen cümleler ve yıllardır tekrar edilerek zihnimize kazınmış hükümler olarak hemen söylenebilir. Hatta tekrar güzeldir, isterse yüz seksen defa olsun deyişindeki gibi hoş bir olay bizim adımıza hoşlukla tekrar edilmeli. Zihinlerimize kazınmalı. Gelecek kuşaklara aktarılmalı. Ama bu kuru bir övünme olmaktan öteye gitmediği vakit hiçbir anlam kazanmayacaktır. Her yıl birbirinin benzeri olan görkemli kutlamaların yapılması hakkımızdır bu büyük olay için. Hem hatıraları canlı tutma hem de övünç meselesi olan bu güzelliği bütün millet olarak yaşamak ve manevi dinamikleri kuvvetlendirmek adına. Ancak vakanın arka planının kavranması daha önemli olmalı hepimiz için. Bu kuru bir cihangirlik davası değildi. Bu, pay alma, işgal etme, üstün olma ve sömürü davası değildi bu günkü gibi. Bu, silahla, güç ile otoriteyle olabilecek bir fetih değildi. Fethin kalıcı olmasını ne sağlamıştır. İstanbul’un fethinden sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmamıştır, bunun sebebi nedir. Bu fetih, bir şehrin alınmasından çok öte anlamlar taşıyor, bunun gerekçeleri nelerdir. Dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olarak kabul edildiği gibi, var olan hilâl-haç mücadelesinde adeta bir dönüm noktası olarak kabul görmektedir. Yıllardır ezberi pek bozulmayan bir fetih hatırlaması ve hatta tarih anlayışının bizi son derece sığ, ders çıkarılmayan bir bakış açısına hapsettiğini, farklı yönlerinin olduğu, bunların bilinmesi yeni nesillere gösterilmesi gerektiği gerçeğini de görmezden gelmemeliyiz. O, önce insanların gönüllerini fethetti sonra bağrında Allahın evini barındıran Mekke şehrini. Fetihlerde asıl olan kalplerin kazanılmasıdır. Ülkeleri ele geçirmek ise asıl olan gönül kazanmanın tabii sonucudur. Fethedilen memleketlerde yaşayan insanların gönüllerinin fethedilmesi diğer durumdan daha elzemdir. Bu kapıları açmanın anahtarı, açacağı, şifresi, silahı alçak gönüllülüktür. Bu dün yaşanılan zaman ve mekânlarda böyleydi, bugün de yaşadığımız zaman ve mekânlarda böyledir. Çağırma, davet etmenin en güçlü silahına sahip olan alperenlerin, gazi dervişlerin toplumlardaki İslâmlaşmanın, doğru yola ulaşmanın dün de, bugün de en önünde olmuşlardır. Diğer ilişkiler sağlıklı neticeler doğurmakta zorluklar yaşarken, dervişlerin “gönülden gönüle yol olur” düsturuyla yürüttükleri faaliyetleri birçok insanın gönlünü kazanmıştır. Gönüller kazanıldıktan sonra topraklar kendiliğinden olmasa da fazla zorlanılmadan elde edilmiştir. İhtiyar bu yönde gerçekleşmiştir. Ayrıca biliyoruz ki, gönülleri elde etmeden yapılan fetihler sürekli olmamıştır. En belirgin örneğini Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan gerçek tabloda görmemiz mümkündür. İnsanların üzerinden Komünizm silindiri geçmiş olmasına rağmen, 1990’dan sonra Türkistan coğrafyasındaki dindaşlarımızın, soydaşlarımızın dilinden “ Türkistan’da Ahmed, Mekke’de Muhammed.” cümlesi düşmez olmuştur. Zira insanoğlunun, aşkı ve imanı oranında istiklâle kavuşacağı, azatlık elde edeceği bir hakikattir. Bu işgalin muzaffer kumandanı yalnızca yetmiş yıllık bir süre içinde unutulmuş, ektiği nefret tohumları çürümüş, heykelleri yıkılmış, kardeşler eski günlerine dönmeye başlamış, yıkmak istedikleri ise gökçek olmuştur. Gerçekten de ne İslâm dünyası için ne de Hıristiyanlık için Dünya tarihini böylesine derinden etkileyen İstanbul’un fethinin komutanı, dehasıyla, cesaretiyle ve savaşçılığıyla, mütevâzî şahsiyetiyle bu muhteşem olayın arkasındaki ruhu da temsil etmektedir. Şehzade Mehmet’in bir cihangire dönüşmesindeki sır nedir. Yani Fatih’i anlamak, fethi anlamaktır. Toplumlar çok zaman küçük insanların elinde oyuncak olmak talihsizliğini yaşamıştır. Dünya düzeninin bozulduğu, toplumların zayıf ve beceriksiz olduğu zamanlar bu dönemlerdir. Bir tarafta maddeyi en yüce görenler, gafletin koynunda uykuya dalanlar, melekler dişi mi erkek mi tartışması yapanlar, hurafe gösterisi törenlerle kuşatmayı bertaraf etmeye çalışanlar var. Diğer tarafta halka hizmet hakka hizmettir diyenler, zihnimden geçenleri sakalımın bir teli duyarsa o kelleyi keserim diyenler, Allah rızası için ölümü göze alanlar, görev alınmaz verilir anlayışının hâkimi nefisler, kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda bulanlar, komşusu aç dururken tok yatmayı kendisine konduramayanlar var. Cümlesini rahmet ve minnetle hatırlıyorum. Bir sinema filmini izlercesine törenleri izlemek gafletinden kurtulmak Zihnimize bir çengel gibi takılı duran fetih gerçeğinin farklı yönlerini görmek kavramak idrak etmek o ruha ulaşmak Fethin ve Fatih’in sırrını çözmek bahtiyarlığına erişenlerden olmak temennisiyle… 29/05/2011