Sulak bölgelerin nazlı gelini gibi içine kapandın da susuyorsun kaç zamandır. Oysa sen yalnız vakitlerimin arkadaşı, eşi, dostu, yoldaşı, yâri, yaranısın. Kim seni benden habersiz küstürdü ya da korkuttu; neden söz meclisine gelip söyleşmiyorsun nice günlerdir. Sen benim lal gönlümün şakıyan bülbül avazı idin. Gülün has bahçesindeki gül çiçeği ve dahi dikeni senin kadar sıkıntı ne çekti ne çektirdi. Ama yılmadın hakikatin karşısında susan dilsizlerden olmadın. Şimdi ne oldu da sen söylemez oldun. Kimini güldürdün, kimine kem sözün gamını yüklettin, kimine diken olup battın, kiminin yüreğini yerinden hoplattın neden birden konuşmaz oldun?
Zalimler söz meclisini talan mı etti? Senin boğazını sıkıp mürekkepsiz mi bıraktı? Yüz vermediğin gibi yüz sürdüğün yerlerde iz bırakmaz oldun? Tüketim çılgınlığına yıllardır karşı çıkarken farkına varmadan kendini mi tükettin? Sen kururdun, sen açılırdın, sen solardın, sen bazen kesik kesik olurdun lakin hiçbir vakit tamamen durmamıştın. Yazdın hep yazdın hem de yılmadan yazdın. Yoksa sizin diyara da mı emeklilik geldi erkenden ve süperinden. Küstün mü ki surat asıp sirke satıyorsun?
Hayat kargaşasında ben de seni bir zaman kenara attım, bu yüzden günahkâr bile sayılabilirim. Seni tek suçlu saymak ne mümkün ben de en az senin kadar bu suça ortağım. Hatta ihmalkârlığım yüzünden seni kenarda unutma gafletinin kör kuyusuna düştüğümü fark etmem bile nece sonra gerçek olmuştur. Uykuya geçerken aklıma neler neler gelir, ama sen gelmezdin. Acısını hala yüreğimin derinliklerinde duyarım ve hala kendi kendime yanarım. Gözden ırak olmanın gönülden de ırak olmayı kendiliğinden oluşturduğunu gözlerimle görüp yaşamanın talihsizliğini de yaşadım.
Artık seni elime alırken ayrılık esintisi eser de tekrar seni benden ayırır diye hep endişe duyarım. Ruhumun derinliklerinde bir ince sızı, bir sızıntıya dönüşür de bedenime de hayli acı verir. Ruhumun uğradığı eziyet yetmiyormuş gibi bedenimin de cefaya uğraması kendi başının belası olsa bile zor gelmekte. Derler ya ok yaralayandır fakat onu fırlatan yaydır. Düşüncelerin âlemine dalıp öz benliğini sorgulamak da ayrı bir acı kaynağı olmaktadır. Geçip giden günleri geri getirmek mümkün değil. Fakat hicran yarasının telafisi nasıl olacaktır onu da bildiğimi söyleyemem. Dileğim odur ki verdiğimiz molanın sona erdiğini fark edip bir an önce eski sevdalı delişmen günlerimize dönmektir.
Bir soluk alımı istirahatimizi gel kenara bırakalım. Var olan sessizliğimizi ikimiz de bozalım. Eski günlerdeki gibi el ele verelim; ister düz, ister eğri fark etmez doyasıya yazalım. Bazen nesir bazen de şiir olsun. İstersen deneyelim, istersen coşalım ama mutlaka yazalım. Hafızaların güvenilmeyen kasalarına bırakmak yerine düşünceleri, satırların unutulmaz muhafazakârlığına terk edelim. Düştüğümüz ayrılık iklimlerinden dönüp kavuştaklarda bayram eyleyelim. Gözleri çıkaranlardan olmayalım kaş yapalım derken. Pişmanlığımızın yaşlarını akıtalım, duygulanışların ardından. Yalan yanlış yazılımlar yapmadan, hiçbir başı ağrıtmadan, sağır kulaklara dahi duyurarak el ele düşünelim, taşınalım ve illa yazalım.
Sevenlere eziyet değildir niyet, ara bozmakta yoktur fazilet, ruhlara gıda vermek marifet, gel el ele verelim. Resim çizer gibi çizelim halimizi, fotoğraf çekercesine sabitleyelim fikirlerimizi, göz ardı etmeyelim latif dilimizi, bilgi verelim kısmen, aydınlık olalım bazen, amma uzak duralım kirden. Gün olsun keskin olalım, kılıçtan fazla keselim; gün olsun ana kucağını geride bırakalım şefkat ile saralım. Elimizden su içenler hiç pişmanlık yaşamasın, gönüllere su serpelim birlikte. Hak edenleri vezir, hak edenleri rezil etmek olsun boynumuzun yükü. Düşünce zenginliğimizin gücü ezsin cehaleti. Dalkavukluk bizden bizar olsun. Paha biçilmesin dostluğumuza, yaptığımız her iş değsin yorgunluğumuza. Ne olur dolma kalem susma. Konuş, konuş bütün ihtişamınla… Hatırlamak dileğiyle… 24/03/2012 Muammer AZMAK