Muammer AZMAK

Muammer AZMAK

[email protected]

DEĞİŞEN SESLER

08 Haziran 2015 - 14:03 - Güncelleme: 09 Haziran 2015 - 10:00

DEĞİŞEN SESLER

Şehrin sesleri çok zamandır kaybetti eski tınısını kulaklarımda, ya da ben alıştım yeni seslere ve duymaz oldum aşina olduğum lakırdıları. Herhalde bütün şehirlerin kendine has sesleri, seslenişleri vardır derken aklım, kendi şehrimin seslerine kulak kesildi ama nafile, hiçbir algılama mümkün olmadı desem yeridir.

Acaba içinde yaşadığım şehrin duya duya alıştığım sesler manzumesi vardı da ben mi unuttum? Yoksa değişen dünyamızda, şekil şemalı değişirken ortaya salınan avazlarda mı bir değişim dalgası oldu da biz mi habersiziz. Çok uzun yıllar şehrimden uzak kaldığım zamanları geride bırakalı hayli vakit oldu olmasına fakat ben aşinası olduğum yüzleri yavaş yavaş hatırlarken ne yazık ki bildiğim tınıları henüz duymadım.

Şehrin kendine has seslerinin olduğuna canı gönülden inananlardanım inanmasına da hala neden algılama güçlüğü çekiyorum diye de şaşmaktan geri durmuyorum kendime… Alışkanlıklarımız, ekonomimiz, ev ve işyerlerimiz, örfümüz, âdetimiz, sanayimiz, tarımımız velhasıl her şeyimiz değiştiğinden bizim tanıdığımız seslerde mi değişti diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Kulağımın en derin noktasında saklanmış atlar, kişnemeler, nal şakırtıları, dehlemeler, çüşlemeler, arabalar, araba trakalarının akisleri, kamçı şaklamaları, bizleri terk edip giderken hiç haber vermediler mi? Tenekeci dükkânlarının kendine has, kibar, bir o kadar zarif kıvrılma sesleri, ilaveten kendini duyurma çabası içindeki çekiç darbeleri, lehimle ateş ve su buluşmasındaki fısıldayışlar nerelere gittiler?

Kahvecilerin taze çayları, buz gibi ayran nidaları, diğer esnafın buyurun, buyurun, sadaları; hakikat habercisi gazete satıcısı çocukların haber duyurma çabaları, çarşı esnafının hoş geldinizleri, mahalle bakkalına yapılan çağrılar, verilen karşılıklar hepsi hayatımızdan çıkıp gitti mi, yoksa biz mi alıştık?

Kiremit çatılı evlerimizde esen yelin çıkardığı gürültü, yağmurun bir sağdan bir soldan gelirken kopardığı vaveylası, kap kacak ile kurduğu acele orkestrası, fırtınaya direnen ağaçların birbirine ümit aşılamaları, yaprakların sarılıp sarılıp fısıldaşmaları, ne zaman aramızdan ayrıldı da biz eski seslerin musiki dünyasını unuttuk.

Neler oldu da dondurmam kaymak sesleri dondu kaldı, neler oldu da nefis boza daracık mekânlara sığındı, buz gibi limonata bulmak mümkün olmaz hale geldi, acılı turşu el ayak çekti ortalıktan, kuzu bunlar diyen yok oldu, badem bunlar, kaynamış mısır, hepsi peş peşe birbiri ardınca takılıp gittiler.

Günümüz insanının durup şehrin seslerini dinleyecek ne hali kalıyor, ne de o seslerin nasıl dinleneceğine dair bir bilgisi var desek, ciddi bir suçlamanın arifesine gelmiş gibi olacağız. Koca gökdelenler ile gökleri fethetmeye çalışan insanlarımız, aynı anda ses akışının kesilişinin, hava akışının duruşunun farkına varacak bir halde de görünmüyor desek, daha da ileri gitmiş olacağız herhalde. Oksijen sağlayıcımız ağaçların hali daha da acı, kısa bir hayat hakkından sonra basur hastalığına tutulmuş gibi budama illetine yakalanarak özü özüne yapraklar ağız tadıyla bir hışırtı bile çıkaramaz hale geliyor.

Bütün bunlar olmadığı için de şehrin, kuş cıvıltıları, ahenkli satıcı seslenişleri, komşuluk ilişkilerinin gösteri başlatıcı pekiştirmeleri yerine; motor seslerine, klakson çalmalara, araçların sabırsız homurdanışlarına, türü günden güne artan elektrikli aletlerin çeşitlilik arz eden seslerine mahkûm biri haline geldiğini fark etmekte zorlanmaktayız. Şehrin yorgunluk üreticisi seslerine, şehrin arı kovanındaki çabalamanın neticesi oluşturulan uğultusunu andıran sedalarına rıza göstereceğiz mecburen…

Büyük şehirdeki hayatın dağdağasında, koşuşturmacasında, yettirme ve yetiştirme hayhuyunda sükûnet hali bulmak hayli zor. Hafızamızda sakladıklarımızla yetinmek en iyisi zannederim. İçimize dönmek geçici bir çözüm gibi gözükse de yeni sesler bizi bizimle bırakmayacaktır, korkarım… 31.05.2015 Muammer AZMAK

Reklam