ÇOCUKLAR AF EDER Mİ?
Biz hayata yeni başladığımızda her şey azdı. Biz hayatı yaşamayı yeni öğrenirken her şey sınırlıydı. Biz yaşamaya çabalarken her şeyin talimatına uyardık. Biz zaman kavramınla ‘ her şeyin zamanı vardır’ tembihiyle tanıştık. Biz zamanı gelecek diye beklerken birden bire vaktin bizi gerilerde bırakıp gittiğini fark ettik.
Zaman bırakıp gitti diye küsüp bizde onu bıraktık, peşine takılıp geri gelmesi için hiç çaba harcamadık. O gitti gitmesine de biz ne yaptık, arkasından bakakaldık, büyük üzüntüler içinde hayıflandık, kahırlandık, üzüldük tekrar üzüldük. Hatta hatırlatan manzaraları görünce dalıp gitmelerimiz de caba olarak kaldı yanımıza.
Büyüdün dediler, bırak bunları dediler, hayatla savaşa tutuşmalısın dediler. O gün bu gündür mücadeleyi elden bırakmadık, küçük- büyük demeden önümüze açılan her cephede var gücümüzle kılıç-kalkan teçhizatımızla cidalleşmeye devam ettik-ediyoruz.
Masum bahanelerimizin arkasına sığınarak savaşımızın haklı gerekçelerini ortaya koymayı ihmal etmiyoruz. Size iyi bir gelecek hazırlamalıyız, daha yaşanılası bir dünya teslim etmeliyiz, var gücümüzü bu yolda harcıyoruz derken sizlerin oyun alanlarınızı betonla tanış eyledik. Yetmedi, sokakları eski- yeni makinelerle donatma büyüklüğünü göstererek, önce ortak, sonra istemesek de tek yetkili sahip eyledik.
Tek katlı ve bahçeli, illa zengin, yeleken yuvaları, bizleri-sizleri koynunda büyütüp olgunlaştırmasın diye darmadağın ettik. Sonra yerlerini hem yerin dibine hem de yerin üstüne dikine, inat edercesine, kafa tutarcasına yüceden yüce eyledik ki; havamız kesilsin, soluğumuz kesilsin. Duvarlarını ince eyledik, etrafta olup bitenlere bir süre sonra alışalım ve duyarsızlaşalım diye. Mesafeleri kuş bakışı yakın eyledik, saklımız- gizlimiz olmasın diye. Sörler ekledik rahatlık adına, aramıza ıraklıklar girsin, tanışmayalım, bilişmeyelim diye.
Küçükken oyunlar oynardık kızmadan, kırmadan, paylaşmayı öğrenirdik. Yağ satardık bal satardık ustamız ölünce hayat devam ediyor der ve biz satardık. Aç kapıyı bezirgân başı derken Pazar kurmuyorduk amma birbirimizin gönlüne taht kuruyorduk. Bilyelerimizi –delse de- ceplerimize dolduruyorduk, düşman saydıklarımızın vücutlarına değil. Kutu kutu pense diyorduk, ellerimizi birleştiriyorduk, bizi birbirimize bağlayan çivileri sökmüyorduk. Saklanıyorduk bulunalım diye, yakalamaca, kovalamaca, kaydırmaca, daha niceleri kıymetimizi arttırıyordu ve peşleniyorduk yüzümüzün aklığından. Adam asmalarımız çöp adamlar içindi, amiral battılar savaşın acımasız yüzündendi. Üçtaş, beş taş, dokuztaş hizaya girmeyi; ip atlama, yakan top, istop, dikkati; çelik-çomak, kuyu kazma, kaydırak, muko, tercihimiz mesafeyi öğretmesindendi.
İsim-şehir-hayvan, sessiz sinema, kart oyunu, gece-gündüz, kulaktan kulağa, hepsi ama hepsi bizi kültüre bağlamakla kalmıyor, birbirimize kopmaz bir bağ ile sarıyordu. Üç ıslık ile yerden yükseğe çıksak, kayış kızsa da, Osmanlı tokadını yesek de, oyun dışı kalsak da, on iki ay ayrılsak da, mızıkçılık etmezdik. Canhıraş feryatlar ederdik, küfür söz etmezdik, sokağa hiç tükürmezdik, sokağımızı da bırakmazdık.
Bahçeleri, kesikleri, arsaları, yutarcasına tükettik, sokaklarımızdaki parke taşları, Arnavut kaldırımlarını ayıbımız gibi sakladık, logarların ağızları cambişlerimizi vermeyesiye elimizden aldı. Toka, kaytan, çember, çeviremiyoruz, kırbaç şaklatamıyoruz artık, Tel araba, kızak, tahta araba yapamıyoruz, onları yarıştıramıyoruz. Yay tutamıyoruz, ok atamıyoruz, hedefi vuramıyoruz. Yalnızlık batağına gittikçe saplanıyoruz artık.
Bütün bunları siz iyi yetişesiniz, mutlu, mesut, huzurlu olasınız, savaşın olmadığı, barışın sokaklara sığmadığı bir dünyada kardeşçe yaşayasınız diye yaptığımızı söyleyerek hem sizi hem kendimizi aldatıp hem de yalnızlık kalesinin surlarını güçlendirdik. Oyunlarla beraber oyuncuları da devre dışı bıraktık. Sizleri kirden-pastan kaçırırken gerçek ve sanal âlemin mikroplarına teslim ettik.
Bu mikropların girmeyeceği genç beden yok denecek kadar az. Vücut azalarına verdiği zarar uzun zaman sonra anlaşılan, adı konmuş fakat kendi gizlenmiş bu varlıkları size musallat edenleri bağışlayacağınız ümidini taşımasam da af etmenizi isterim. Ondan önce sirayet edenden kurtulma yolları bulmalı, iyi niyetle yaptığımız kötülüğü sizler yapmamalısınız. Sizler bizlerin umut ışığımızsınız. Sönmeyin, aydınlatın bizleri. Boşa geçen zamanınız olmaması dileğiyle… 06/03/2012 Muammer AZMAK