ÇANAKKALE’NİN ARDINDAN
Denizin o lacivert renginin kırmızıya, kan kokan kıpkızıl bir kırmızıya dönüşmesine dalıp, o maviliğin derinliklerinde kayboldunuz mu? Kan kızılı hüzün yağmurları sizi de ıpıslak, yapış yapış bir halde kuşattı mı? Ậleme nâm salan şehitlerimizi-gazilerimizi düşündünüz mü? Vatanı uğruna hayatını veren insanların sesini duydunuz mu? ‘Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır’ seslenişi haykırışları kulaklarınızda yankılandı mı? Dinlediğiniz bir çok efsane gibi kahramanlıklarla dolu hikâyelerin adsız kahramanları bir film şeridi şeklinde gözlerinizin önünden geçti mi?
Sekiz kilometrelik bir kıyı şeridinin çeşitli milliyetlere mensup insan cesetleriyle dolup taştığını, adeta yere basmadan bu kadar mesafeyi kat etmenin mümkün olabileceğini gözlerinizin önüne getirdiniz mi? Susuzluğun ortaya çıkardığı felaket tablosunu resmetme cesaretini bulabildiniz mi? Savaşta barış ile iyotlu suyun yaraları iyileştirmesini sağlamak için yapılan deniz seanslarını, salgın furyasının kırım yapmasını engelleme çabalarını, günlük güneşlik bir havanın birden kapkaranlık kesilip ne kadar bozuşmaya yüz tutmuş nesne var ise alıp götürecek şiddette yağmur, sel olmasını siperleri dahi talan etmesini hayal ettiniz mi?
Gencecik, tazecik memleket evlatlarının vatan topraklarını korumak yolunda kendi canlarını hiçe saymalarını, göz göre göre ölümün kucağına ‘bir gül bahçesine girercesine’ atılmalarını havsalanızda tartabildiniz mi? ‘Çanakkale geçilmez’ demişlerdi bu sözlerini gerçekleştirdiler canlarından geçtiler, bu diyarları emanet edip gittiler amma kalanlar bu emaneti hakikaten koruyor mu? Yoksa uğruna nece kıymetleri verdiğimiz vatan toprağını ‘Alçakları uğratma sakın’ tembihine rağmen boyalı, yaldızlı vaatlerin neticesinde ‘peşkeş çekiliyor mu?’ şüphesine mi kapıldınız?
O zaman karşılık verilmeseydi direnmeseydik yetişmiş beyin gücünü bu yolda kaybetmeseydik hatta mağlup olsaydık, şimdi üzerinde hür olarak yaşadığımız bu bağımsız topraklarda ay yıldızımız dalgalanır mıydı? Bize bırakırlar mıydı? Bizim olur muydu? Vatan namına bir toprak parçamız kalır mıydı? Kardeş memleketlerde kardeşlerimizin başına gelen ‘yetmiş yıl ve kaybedilen değerler toplamı’ bir talihsizlik gelir miydi? Bu kadar acı sözler zihnimde cirit atıyor, birer birer düşüyor dudağımdan satırlara.
Böylesi yaşananlar tesellimiz mi oluyor? Rivayetler, söylenceler yumağı olmaktan çıkıp hakikatler beşiği olarak dimdik karşımızda mı duruyor? ‘’ Çanakkale savaşlarında, Fransız kuvvetlerine komuta eden General Guro, savaş sırasında bir kolu ve bacağının büyük kısmını bırakarak yurduna dönmüş. Daha sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için çocuklarınızla iftihar ediniz. Biraz evvel doğa çevremizde nefis güzellikteydi. Suçiçekleri, leylaklar, peygamber çiçekleri, papatyalar bir gökkuşağı âlemi oluşturuyorlardı. Dövüş bitmiş o güzelim tablo kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıplar vermişlerdi. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla bir konuşma yaptık: Niçin, az evvel öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: Bu yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi. Anlamadım. Ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok! İstedim ki, o kurtulsun anasının yanına dönsün. Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağladım. Bu sırada emir subayım Türk askerinin yakasını açtı, o anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim! Çünkü Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler! Bu sırada gördüğüm manzarayı ömrüm boyunca asla unutmayacağım!
Çanakkale için destan, efsane diyenler oradaki olağanüstülükleri dillendiriyorlar, unutulmaması gereken o gerçek olaylar zinciri hem dünümüzün hem de bu günümüzün gerçeğidir. Aklımızın bir kenarında, en kolay ulaşılacak bir yerinde, kısa yol olarak erişilecek şekilde bulunmalı. Alıntıda yer alan öykü o günlerin canlı bir şahidi, barbar diyenlerin utanması gereken ser levhası, günümüzün de uyarıcı dikilitaşıdır.
Hem vatanı kurtaran hem de insan haysiyet ve vakarına yakışır bir erdemlilik örneğini ders verircesine ortaya koyan Mehmetçik’in benzeri davranışlarını sır saklar gibi hafızalarımızın ve gönüllerimizin en derinliklerinde, en mümtaz yerinde saklamalı, bazen acımızı unutmamak için, bazen memleketimizin pahasını öğrenmek için bazen de milletimizle gurur duymak için yad etmeliyiz. Bu yolda her ne miktarda olursa olsun gayret sarf edenlerin ölmüşlerine rahmet, sağ ve sıhhatte olanlarına esenlikler diliyorum.
Çanakkale insanlık için bir inanç göstergesi, bir gurur tablosu, bir haykırış, bir çığlıktır. Uyanık olmak uyuyanları uyandırmak canımıza ot tıkamak isteyenlere izin vermemek basiretini sergileyebilmek dileğiyle… 21 / 03 / 2011