MERHABA SEVGİLİ ÖĞRETMENİM,
Sabahtan bu yana ne yazmam, nasıl cümle kurmam, nasıl başlamam gerektiğini düşünüp durdum. Bu hal de beni, bir türlü ekran başına oturtmamaya devam etti. Şuan nasıl olacaksa olsun diyerek yazmaya başladım.
Sizinle ne zaman konuşmak istesem, ya da bu şekilde bir şey yazacak olsam, sanki her şeyi ince eleyip sık dokumam, her kelimeyi kullanmamam gerekmiş gibi hissediyorum, bu yüzden çoğu zaman sizinle karşılıklı konuştuğumda ağzımdan çıkacak cümlelere dikkat etmediğimde kendimi o an – af ola bu kelime için- ah… ! Gibi hissediyorum.
Bu hal beni, çoğu zaman susmaya itiyor. Liseden beri karşınızda, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Bunu dile getirmek belki beni rahatlatacak ümidiyle yazdım, ya da yazmanın sunduğu rahatlıkla döküldü içimden, bilmiyorum. Ama son gelişlerimde, öğrencilerinizin sizin yanınızda o içinden geldikleri gibi davranan, takıntısız hallerine, şahit olunca yanınızda put gibi durmalıymışım hissini taşıyan ben olarak, içten içe imrendim, doğrusu.
Hayatıma etki eden, yön veren, değer katan insanlardan -ki çok az var- birisiniz hocam. Bazen öyle çok boşluğa düşüyorum ki, çekilmez bir dünyanın kucağındaymışım gibi hissediyorum. Okuduğum okulun benden çaldıkları bana verdiklerinden çokmuş hissine kapılıyorum. Belki de öyledir…
Kitap okumaktan başka çok az şey ilgimi çekiyor burada. Gömülüyorum yalnızca onlara. Yanına gittiğim yaşlı amcam ve kitaplardan başka çok az şey mutlu ediyor beni burada. İşte o boşluğa düştüğüm zamanlarda, sizin bana olan bir tutam umudunuz geliyor aklıma.
Bir tutam bile olsa umut görüyorsunuz bende biliyorum. Yoksa ne yetenekli biriyim, ne de zeki bir çocuğum. Ne de çalışkan... Hiçbiri değil. Bunlara potansiyel var sadece. İşte umut diyoruz biz ona. Her neyse lafı uzattım, o boşluğa düştüğüm zamanlarda bu umut - ve umudun getirdiği destek- geliyor hep aklıma.
Lisedeyken de o boşluğa düşmüştüm, kafama kitapla vuruyordunuz hafiften. Derste alttan alttan laflar söylerdiniz. Şimdi de geliyor aklıma bunlar. Diyorum ki Hoca olsa kafana kitapla vururdu ve Kalk, silkin ümidini tazele… Umudumu zorla diri tutuyorum, ben de işte öyle, kafama hafiften kitapla vuruyorum ve kalk, silkin, ümidini tazele, uyarısıyla.
Bakın Hocam, bir öğretmenin öğrencisine bıraktığı bir davranış nelere kadir. Hatta sizin gibi her davranışında bir anlam, uyarı, öğüt, mesaj olan bir öğretmenin öğrencisiysek, yolda yürüdüğünüz adımdan bile ders çıkarabiliriz. Hocam siz, bize balık yemeyi değil, tutmayı öğrettiniz; hayata karşı bir "tutum" öğrettiniz, özellikle bana. Bana hayatı değil, hayatı nasıl karşılamam gerektiğin öğrettiniz.
En ufak, göze çarpmaz meselelerde dahi haklıyı haksızı, doğruyu yanlışı, ayırt etmeyi öğrettiniz. Bana birçok şey öğrettiniz ama en çok sirayet eden öğretiniz adaletti. Ben adil olmayı, en gözle görülmez konularda dahi adil olmayı gördüm sizden. Var olun hocam. Ben hakkınızı ödeyemem…
Bana, adam ol sen de benim yaptığımı yap, demiştiniz. Bu cümlenin sorumluluğunu yük gibi değil, hazine gibi taşıyorum sırtımda. Bu cümlenin sorumluluğu beni, her zaman olmasa da, tembellikten koruyor, çoğu zamanlarda. Sorumluluğumun bilincindeyim hocam, size söz veriyorum. Adam olacağım, sizin yaptıklarınızdan daha iyisini yapacağım, söz veriyorum.
Bu ateş gibi yakıcı ve samimi sözlerden sonra söylenecek her söz tekrara düşmekten öte bir yol olmayacaktır, kanaatimce. En kalbi muhabbetlerimle yükümü hafifleten bu gencimizi pak alnından öpüyorum, ayağına taş değmesin, ayakların pınar, başın göl olsun. Affına sığınarak paylaşıyorum. Emanetimiz layığını bulmuş diyerek…
18.01.2022 Muammer AZMAK
FACEBOOK YORUMLAR