Toplumdaki diğer insanlardan farkınızın olmasını ister misiniz? Kültürlü olmak, herhangi bir meseleden haberdar olmak, bir konuşmada fikir beyan etmek, görüş açıklamak hem de gönül rahatlığıyla, istemez misiniz? Bilgili kişilerle doya doya sohbet edebilmek, hayata bakış açısını değiştirmek, etrafındakilerin bilgi ve görgülerinin artırımına katkı yapmak, birilerinin size söylediği her meseleyi rahatlıkla anlamak, muhakeme gerektiren konuları kolaylıkla karşılaştırıp, ayrıntılarında boğulmadan kavramak, doğru yargılara ulaşmak, kendinizle ilgili yönelişleri daha sağlıklı yapabilmek, toplumun içinde, toplulukların karşısında, söyleyecek sözünüzü çekinmeden, korkusuzca söylemek, bunun rahatlığını yaşamak, danışılan bir konuda, ilgiliyi doğru yöne sevk edebilmek, çıkış yolu bulamamış olanlara, alternatif yolları gösterebilmek, kendinizi daha iyi tanımak, hayatın cilvelerini idrak etmek, kısacası çocukla çocuk, büyükle büyük olmak istemez misiniz? Bu ve benzeri soruları arttırmak, çeşitlendirmek, dillendirmek tabiî ki mümkündür.
Bu yoldaki isteğimizin güçlü olmasının tek başına yeterli bir yöntem olmadığını herkes fark eder sanırım. O zaman sorulacak sual ne yapabiliriz, olsa gerektir. Evvel emirde uzun mu uzun bir yolculuğa çıkmak için hazırlıklı olmalı, diyerek sözü açmaya çalışalım. Böyle bir seyr ü seferin genel tanımlamasını, atalarımız dört kelimelik bir söyleyiş ile dört dörtlük kalıplaştırmış. Beşikte başlar, mezarda biter. Annelerimizin tatlı nağmeleri, ahenkli seslenişleri, içten dilekleri- temennileri ile çıktığımız yolculuğumuz, babalarımızın tembihleri, sıkı sıkı ikazları, bir daha yaparsan uyarıları ile epeyi mesafe alır. Eş- dost, konu- komşu, ata- dede, çoluk- çocuk, dost- düşman, akraba- talukat el ele vererek, adeta imece usulü, bu yolculuğun sürdürülebilir olmasını sağlamaya gönüllü neferler olarak katkı sağlarlar.
Bütün bunlar yetmez. ‘’Şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk’’ şarkıları şevkimizi kamçılar, açlığımızı fark ettirmeden, hissettirir. Biz yapılacak çok işimizin olduğunu anlamayız amma bir fırtınanın sökün edeceğini, derimize ekilen tuz misali, tedirgin olarak kavramaya çalışırız. Anlama çabalarımız arttıkça aydınlanma, aydınlanma arttıkça cehalet işaretleri yol haritamızı şekillendirmeye devam eder. Harita belirginleştikçe sakinleşmek yerine, huzursuzluk dağları karşımıza dikilir, ümitsizlik ovaları her yönümüzü kuşatır, cehalet karanlığını taşımaya çalışan ırmaklar, nehirler, çaylar, dereler çoşkulu- arzulu bir akış ritmiyle sessizliği bozar. Kışın mümbit yağışları, akışları şahlandırır, yazın kavurucu sıcakları delişmen akışlara ket vurur, fakat durdurmaz. Eğitmenlerimizin- Hocalarımızın- Öğretmenlerimizin-Yol göstericilerimizin gahi damla gahi göl misali teknemize kattıkları, hem rengimizi hem de şeklimizi belirginleştirmeye katkı yapar.
Vazifeler-ödevler, başarımlar, tasarımlar, araştırmalar, değerlendirmeler, çözümlemeler, kontroller, takip edilen bütün metot, yöntem ve teknikler; karınca kararınca, elinden geldiğince, iğne ile kuyu kazma gibi olsa da yolun kat edilmesine, mesafelerin kısaltılmasına, akıl küpünün doldurulmasına, bilgi sermayesinin çoğaltılmasına, hayat mücadelesinde donanımlı olunmasına, eğitim- öğretim basamaklarının çıkılmasına ya da merdivenlerden birer-ikişer yuvarlanılmasına, yine de kendi ayakları üzerinde durabilme becerisini kazandırmaya yardımlarını esirgemez.
Yavaş yavaş haz duymaya, hazzı hissetmeye başlarız. Zihinlerimiz aydınlanmaya, parıldamaya, gelişmeye, olgun davranışlar kazanmaya, akıl etmeğe, fikir etmeğe, zikir etmeğe, hüküm etmeğe, seçim yapmağa, hayaller kurmağa, kendini denetlemeğe, kontrol etmeğe, yönlendirmeğe yönelerek, çıktığımız yolculuğun, sabır iklimlerinden geçme sonucu elde ettiği kazanımların karşılığını ortaya çıkarmağa başlar. Kararlılığımızın katışıksız, natura meyveleri, sabır zamanı ile olgunlaşmış, sebat ile erginleşmiş olarak, gönül sepetlerini doldurmağa ve süslemeğe, taliplilerini mutlu etmeğe, müteselsil olarak kesintisiz devam eder.
Bu çaba ve gayretlerimiz hayatı sevdirir, hızlı konuşma ve kendimizi kolay ifade edebilme yeteneğimizi arttırır, okuduğumuzu anlama ve yorum yapma kabiliyetimizi geliştirir, diksiyonumuz- söyleyişimiz düzelir, hantallıktan Kurtuluruz, zihnimiz açılır, güzel görmemizi sağlar, bizi ‘Bir Bilen” yapar, güvenilir bir çevre oluşturur, düşünceleri Olgunlaştırır, bilgi dağarcığımızı ve kelime hazinemizi zenginleştirir, etkin ve etkili bir insan olmanın yollarını açar, başarı düzeyimizi yükseltir, toplum içerisindeki ilişkilerimizin kalitesini artırır, hayatın her alanındaki başarılarımızı pekiştirir, günlük sıkıntıları- stresi bertaraf eder, daha nice güzelliklere kavuşmanın kapısını bizlere açar.
Kilitli her kapıyı açmayı istiyorsak, açacağımız Okumaktır. Okuma bir arayıştır, her arayış içinde bulma heyecanını barındırır. Bulursunuz, hakikati, doğruyu, güzeli, olumluyu, ikinci, üçüncü, nice arayış... Arayışlar başlar. Okuma eyleminin ayrılmaz iki vasfı umut ve heyecandır. Okumalarımız insanlığımızın şartı, İlacıdır. Düşünceyi besleyen, geliştiren ve çabuklaştıran ana kaynaklardan biridir. Okumak belalardan uzak durmayı sağlar, özellikle yoksulluk, can sıkıntısı, kötü alışkanlık belalarının baş belasıdır. Okullar biter, onunla beraber biten okumalar yarıda kalmıştır. Sekteye uğramıştır. Okullar davranışı pekiştirmeli, berkitmeli, kırmamalı. Sınır tanımayan fiillerin sınırlandırılması mümkün olmamalıdır. Okuma uçup gidebilen bir alışkanlıktır; bırakması kolay, yeniden başlaması zor bir alışkanlıktır. Elden kaçırmamalıyız.
Goethe’nin dediği:’’ Üç türlü okuyucu vardır; Biri, yargısız tad alır, ikincisi tad almadan yargıda bulunur ve üçüncüsü tad alarak yargıda bulunan ve yargıda bulunarak tad alandır; bunlar aslında bir sanat eserini yeniden oluştururlar.’’ Sınıflamasının içine ‘illa üçüncüsünün içine’ girenlerden olmak dileğiyle…