Biz bu yazımızda Atlantis kıt’ası söylencesine farklı bir açıdan bakacağız. İşbu yazının konusu “Atlantis gerçek midir yoksa bütünüyle muhayyel midir?” sorusuna cevap aramak değildir. Sorbonne Üniversitesi profesörlerinden René Treuil bir çalışmasında[1] Atlantis efsanesini gayet makul bir şekilde çürütmüştür nitekim.
İnsanoğlunun bu dünyadaki serüveni daima buhranlı olagelmiştir ve buhran devam etmektedir. Kıyamet kopmadıkça sorunlar da son bulmayacaktır. Kıyameti ister teolojik bağlamda (Tanrı’nın vaadi olarak) ele alalım, ister dindışı bağlamda (kozmik bir felâket olarak) ele alalım, tükeniş beklentisi veya endişesi hep vardır. Dünyadaki varlığımızın o bitmez tükenmez çalkantıları bizleri birtakım düşlere sürüklüyor. Ütopya bir arzudur. Hayallerimiz birer sığınaktır. Bütün sanat dallarının arka planındaki “kaçış ihtiyacı” belirgindir. Kurgulamak psikolojik destek edinmektir. Ergenekon efsanesi de böyledir. René Treuil bir hayal/kurgu olması hasebiyle Atlantis için şöyle diyor: “Demek oluyor ki söz konusu olan ‘mitolojik’ bir mit değil, Platon tarafından imal edilmiş yeni bir mittir.”[2] Jung ise “Mit esas olarak bilinçdışındaki arketipin bir ürünüdür ve dolayısıyla psikolojik yorumlama gerektiren bir simgedir,”[3] diyor. Atlantis mefhumunu kovulmuş olduğumuz ilk cennete de dayandırabiliriz, Ergenekon türünden destansı bir anayurda da teşmil edebiliriz ve tabii ki istikbalde kavuşacağımızı umut ettiğimiz bir ülkü olarak da kavrayabiliriz. Biz Türklerdeki Kızılelma ülküsü gibi veya Hıristiyan inancındaki Tanrı’nın Krallığı beklentisi gibi!
Atlantis kıt’ası her ne kadar uzak geçmişteki bir Altınçağ tahayyülü ise de aynı zamanda uzak gelecekteki Altınçağ özleminin ürünüdür. Meseleye bu zâviyelerden baktığımızda Atlantis bir gerçekliktir ama içimizdeki gerçekliktir. Platon’dan çok sonra Atlantis söylencesinin tekrar canlanması ve insanoğlunun gündeminden hiç düşmemesi onun bir psikolojik ihtiyaç olmasından kaynaklanıyor. Diyebiliriz ki umutsuzluk ölümdür. Psikolojik ölüm biyolojik ölüme sebebiyet verebilir. İntihar olgusu buna delildir. Kızılelma ülküsünü hayal dünyamızdan söküp atacak olursak ve aktüel kültür kodlarımızdan Kızılelma ülküsünün kökünü kazıyacak olur isek Türk milletinin istikbale bakışı hiç kuşkusuz ki kararacaktır. Atlantis efsanesi psikolojik desteğin yanı sıra toplum mühendisliğinin vazgeçemeyeceği bir sömürü veya inşa aracıdır. Muhtelif toplumlara Atlantis’i hedef gösterdiğimizde kolektif zihin yönlendirme kolaylaşacaktır. Dünya üzerine dağılmış bulunan Yahudi toplumunun dayanaklarından biri ve hatta en birincisi Vaat Edilmiş Topraklar kuruntusudur. İsrailoğulları indinde Atlantis budur. Biz Türklerin vaat edilmiş olmasa bile hedeflenen toprakları Turan ülkesidir. Turan ülkesi geçmişte var mıydı, gelecekte kurulacak mı, meselenin bu tarafı tarihçileri ve siyasetçileri daha fazla bağlıyor. Toplum/millet için önemli olansa Turan ülküsünün daima canlı kalmasıdır. İdeologlar için önemli olan ise Turan ülküsünün daima canlı tutulmasıdır. İdealsiz bir toplumun dağılacağını söylemeye bile gerek yok.
Tükeniş aslında yeniden doğuşun başlangıcıdır. Umutsuzluk ölüm demek olduğuna göre Atlantis efsanesi yok oluştan ziyade ölümsüzlük tutkusunu ifade ediyor. Devasa bir ada olarak Atlantis su altına gömülmüştür ama Atlantis kıt’asını yutan su hayat suyudur. Hayat suyu bengisudur. Ölümsüzlük suyudur. Atlantis kıt’ası yok olmamıştır, su altında (bilinçaltımızda) varlığını sürdürmektedir ve günün birinde yeniden su yüzeyine yükselecektir. İşte bu umut siyasetin önüne büyük imkânlar sunuyor. Adolf Hitler kitleleri “Büyük Almanya” vaadiyle büyülerken Atlantis’i yeniden diriltme vaadinde bulunmaktan başka bir şey yapmış değildir. Britanya Krallığı da Türk hâkimiyetindeki Arapları “Fas’tan Irak’a Büyük Arap İmparatorluğu” vaadiyle kışkırtmış ve kandırmıştır. Fakat bu parlak vaat Arap dünyasının parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Atlantis efsanesi, açıkça söylersek, kitleleri uyuşturmak için siyasetçilere gereklidir. “Yeni Osmanlı İmparatorluğu” söylemiyle bir toplumu peşinizden sürüklemeniz mümkündür. İttihat ve Terakkicilerin Turan ütopyası can damarıdır, hayat suyudur ve yeniden dirilişin iksiridir. Bu itibarla, vaat edilen ütopyanın gerçekleşmesinden çok gerçekleşme ihtimaliyle kitleler büyülenir. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği meçhuldür zaten. Kehanet muğlâktır. Gelecek bilinemez.
Atlantis efsanesi hem bir afyondur, hem de vitamindir. Vitamin olması bağlamında toplumları harekete geçirir, canlandırır ve yeniden umutlandırır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti bir milletin yeniden dirilişinin sahnesiydi. Ne var ki her şey zıddıyla kaimdir. Atlantis efsanesi aynı zamanda insanoğlunun konfor tutkusunun temsilidir. Marksist eleştirmen Fredric Jameson “Ütopyacı figürün kendi karşıtını nasıl yarattığını görmemiz gerekiyor,”[4] diyerek bolluk ve boş zaman ütopyasından dem vurur. Kastettiği şey refah değil tembelliktir. Ortaçağ Avrupa’sı bunalımları ile modern zamanlardaki o vahşi kapitalizmin açmazı karşısında ütopyalar üretmek tabii ki kaçınılmaz olacaktır. Jameson’un hatırlattığı şekliyle: “Büyük sosyalist hareketin tüm amacı her şeyden önce çalışmaktan kurtulmak değil miydi?”[5] Karl Marks’ın damadının kitabının adı da “Tembellik Hakkı”dır zaten.
Vitamin yönüyle Atlantis efsanesi doğurganlığa katkıda bulunur. Afyon yönüyle ise aynı efsane miskinliğe yol açar. Tasavvuf hayatını miskincesine “dünya işlerinden uzaklaşmak” olarak algıladığımızda tefessüh/çürüme kaçınılmaz olacaktır. Ama tasavvufu insan-ı kâmil olma yolunda gayret olarak içselleştirdiğimizde tefessüh ortadan çekilecektir. “Türk milleti çalışkandır” diyen Mustafa Kemal Atatürk bir millete yeni bir hayat enerjisi aşılamak istemiştir. Atlantis efsanesinin vitamin boyutu hareket felsefesiyle uyumludur. Nurettin Topçu’nun Blondel’den aktardığı gibi, hürriyet harekettedir. Atlantis efsanesi ya hürriyetin temsilidir yahut da afyon olarak miskinliğin! Hangi yolu tercih edeceğimize fert ve toplum olarak kendimiz karar vermeliyiz.
Metin SAVAŞ
Dipnotlar
[1] René Treuil, Atlantis Efsanesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013
[2] Atlantis Efsanesi, sayfa 35
[3] Carl Gustav Jung, Gökte Görülen Cisimler Üzerine Bir Mit, sayfa 31, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2014
[4] Fredric Jameson, Ütopya Denen Arzu, sayfa 206, Metis Eleştiri, İstanbul 2009
[5] Ütopya Denen Arzu, sayfa 208
FACEBOOK YORUMLAR