Metin SAVAŞ

Metin SAVAŞ

[email protected]

Türkiye ve Batı Türklüğü (2)

28 Aralık 2019 - 22:24 - Güncelleme: 06 Nisan 2020 - 01:00

Türkiye ve Batı Türklüğü (2)

HAYAT tarzının her alanında inkılâp yapmaya, standart ve estetik biçimlenmesini oluşturmaya, kısacası tercihleri ve ülküleri konusunda karar vermeye, özgün rönesansını gerçekleştirmeye mecbur bulunan Türkiye’nin bir görevi de, doğrudan doğruya kendi sorumluluğu altında olan coğrafyasını derleyip toparlamaktır. Bu coğrafyadan kastımız ise elbette Batı Türklüğünün yayıldığı vatandır. Keza Türkiye’nin dört bucaktan kuşatılmasını ancak toplumsal bir toparlanmayla önleyebiliriz. Türkiye Türklüğünü ve ümrânını Anadolu’nun bağrında boğmaya azmetmiş Yeni Dünya Düzenine diriliş iradesi de bunu şart koşmaktadır. Açıkça ifade etmeliyiz ki, Anadolu Birliği henüz tamamlanmamıştır. Zira Anadolu toprağı Küçük Asya’dan ibaret değildir. Türkiye’nin toplumsal coğrafyası Cumhuriyetimizin sınırlarından çok daha geniş ve varsıldır. Diyebiliriz ki, Türk Milletinin batıdaki hududu Tuna, doğudaki sınırıysa Ceyhun nehirleridir. Biz buna “Büyük Türkiye toprakları” da diyebiliriz. Yugoslavya’nın ve Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla başlayan sınırların değişmezliği ilkesinin ihlâli ve tasfiyesi Türkiye’nin önüne yeni imkânlar sunmaktadır. Türk Milleti artık gözünü açmalı, derin uykusundan sıyrılmalı, ufkunu etrafına (art bölgesine) çevirmelidir. Günümüzde Batı Türklüğüne ve onunla bağlantılı unsurlara yönelik dehşetli bir mânevî kırımın uygulanmakta olduğunu idrak edebilirsek, sorumluluk bilincimizin farkına da varabiliriz.

Esasen Türkiye Devleti salt Osmanlı’nın değil, Sakalardan Avrupa Hunlarına, Göktürklerden Oğuzlara, Selçuklulardan Akkoyunlulara ve Altınordu’dan son Türk hanlıklarına dek bütün Türklük câmiasının vârisidir. Hattâ birkaç yüzyıl süresince Abbasîlerin ve Memlûkların mirasına konmuş olması sebebiyle, İslâm âleminin de istinatgâhı ve umut ışığıdır. Bu itibarla Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Doğu Akdeniz’de, Doğu Avrupa’da, Balkanlarda, Kafkaslarda ve Türkistan’da birtakım haklarıyla görevleri mevcuttur. Yine de hâdiseye gerçekçi yaklaşılmalı, günümüzün şartlarında üç kıtaya yayılacak güdümlü bir siyasî genişleme macerasının (Büyük Ortadoğu Projesinin) yıkım getireceği unutulmamalı, hâlihazırda güllük gülistanlık Türk Birliğinin kurulamayacağı hesaba katılmalı, Türkiye Devletinin yakın gelecekteki muhtemel genişlemesi Batı Türklüğü coğrafyasıyla sınırlı tutulmalıdır. Hakeza mevcut hudutları dahilinde milletleşme sürecini olgunlaştıramamış bir Türkiye’nin hesapsız girişimleri felâket getirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. Her şeyden önce, Türkiye tam anlamıyla bir cazibe merkezi olabilmeli, misâlen Fransa gibi mazbut bir mülke ve ümrana kavuşabilmelidir. Özellikle “standart İstanbul Türkçesi” dünya dilleri arasındaki hakkettiği yere konuşlanmalı; Balkanlarda, Kafkaslarda, Suriye’de ve Mezopotamya’da, Batı İran’da, Afganistan’da ve Türkistan’da benimsetilmelidir. Bunun sağlanması için de Türkçe kıskançlıkla korunmalı, geliştirilmeli, bilim ve iletişim dilleri arasında saygın ve ağırlığı inkâr edilemez bir yere kavuşturulmalıdır. Şimdiki hâliyle lisanımız, Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan sözlük temel alındığında, yetmiş beş bin kelimeye sahiptir. Mütevazı ama ciddî bir gayretle bu rakam kısa zamanda yüz bin sözcüğe çıkarılacaktır. Muhtelif bilim ve sanat dallarında kullanılmakta olan ödünç terimlere karşılıklar üretilmesiyle, söz konusu dağarcık herhalde iki katına (iki yüz bine) yükseltilebilir. Sözcük birimleri dışında kalan imkânlar (deyimler, terkipler, Osmanlıca tecrübesi, yöresel ağızlardaki birikim, diğer Türk dilli toplulukların yakınlaşması, yabancı dillerin m akûl katkıları ve sonsuz üretim yeteneği) de hesaba katıldığında, Türkçemiz için çeyrek milyonluk bir sözlük hayâl değildir. [Burada yeri gelmişken ilginç ama olumsuz bir saptamayı aktarmak istiyorum: TDK Türkçe Sözlük 1998 baskısında yer alan 75 bin madde başının 1363 adedi on asırdır alışverişte bulunduğumuz Farsça’dan alınmadır. Ne var ki, sadece iki asırdır ilişkide bulunduğumuz Fransızcadan geçme sözcük sayısı aynı sözlükte 4645’tir. Böyle devam ederse, alıntı yaptığımız diller arasında Kuran dili Arapçanın dahi ikinci sıraya düşmesi işten değildir.]

Türkçemizin birtakım imlâ ve gramer sorunları, eğitim sistemindeki kasıtlı hatalar, müzmin özenti illeti, aşağılık duygusu salgını, bilimsel terimlere karşılıklar meselesi çözümlenebildiği takdirde, Türkçe emperyalist dünyaya direnebilen üç-beş dilden biri olacaktır. Afrika dillerinin bugünkü olağan perişanlığı meydandadır; Arapçaya rağmen İngilizcenin ve Fransızcanın bu bedbaht kıtadaki hükümranlığı malûmdur. Niçin İstanbul Türkçesi de kendi kültür sahasında (Selçuklu ve Osmanlı ve Turan coğrafyasında) rakipsiz bir lisan hâline gelmesin? Sonuç itibariyle, gezegenimizde topu topu on dilin hükümranlığından söz edilebilir; ki bunlar batıdan doğuya: İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Almanca, Rusça, Türkçe, Arapça, Farsça, Hintçe ve Çincedir. Diğerleri tâli ifade vasıtalarıdır ve tasarruf alanları son derece kısıtlıdır. Ne var ki, İngilizce mekanik dünyanın biricik lisanı olmak ihtirasıyla rakiplerine meydan okumakta, gezegenimizin sınırlarını aşarak, uzayda kurulacak kolonilere dahi sıçramanın hesaplarını yapmaktadır. Bu despota şimdilik sadece Fransızca akademik anlamda karşı koyabilmekte, Çince bir buçuk milyarlık nüfusuna ve çevresindeki uzantılarına güvenmekte, Arapça ise Kuran dili olmanın doğurduğu rahatlığa yaslanmaktadır. Peki, öz vatanında hor görülen, bilim dili dahi sayılmayan, eğitim dili olmaktan çıkarılmaya çalışılan, kavram ithaline açık fakat ihracına kapalı tek yönlü gümrüğü bulunan, Avrasya anakarasında yirmiyi aşkın yazı diline ayrıştırılan muhteşem Türkçemiz?

Konumuzu haklı olarak bir hayli dağıttıktan sonra, Batı Türklüğü meselesine dönebiliriz. Malûmdur ki, 2004 senesi itibariyle, Türkiye’nin nüfusu 72 milyondur. Fakat Batı Türklüğü çok daha büyük bir varlığa maliktir; esasen bütünüyle Türkiye Türklüğünün ayrılamaz unsurlarını bünyesinde barındırmaktadır. Daha kesin anlatımla, Batı Türklüğünün her bireyi Türkiye Devletinin doğal vatandaşıdır, keza burada etnik ayrılıktan söz edilemez. Hayat erkesini Oğuzluk asabiyetinden alan Batı Türklüğü tek kelimeyle bir bütündür. Bu asabiyetten yola çıkarak, geniş coğrafyamızın demografik yapısını (Türk dilli unsurları) kaba hatlarıyla şu şekilde sıralayabiliriz: Merkezdeki Türkiye 72 milyon; Balkanlar ve Kıbrıs 2 milyon; Kırım-Bucak-Dobruca-Gökoğuzeli 0.5 milyon; Kafkasya ve Kuzey Azerbaycan 12 milyon; İran Türklüğü 30 milyon; Irak ve Suriye Türkmenleri 5 milyon; Hazar-ötesi Türkmenleri (Türkmenistan-Horasan-Afganistan) 8 milyon; sürgündeki Kırım Tatarları ve Ahıskalılar 1.5 milyon; muhtelif ülkelerdeki gurbetçiler 4 milyon. Toplam: 135 milyon. İşbu rakamların doğruluğu tartışılabilirse de, aşağı yukarı bu civarda seyrettiği tahmin edilebilir. Görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyeti, iç nüfusuna yakın bir oranda dış nüfus birikimine de sahiptir. Ayrıca, Türk toplumunun uzantıları olan ve Türkçe konuşmaya aday birtakım unsurlar da mevcuttur. Balkan ve Kafkas kavimleriyle Mezopotamya aşiretlerinden ibaret bu grupların nüfusu da yaklaşık olarak 15 milyon civarındadır. Ne var ki, söz konusu unsurlar her geçen gün ana kitleden biraz daha koparılmakta, Batı Türklüğünün nüfus birikimi dağıtılmaktadır. Bu parçalanma süreci Bulgar hanının 864 yılında Hıristiyanlığı kabûl etmesiyle başlamıştır ve hâlen daha devam etmektedir. Bulgarlar ve Makedonlar üzerinde oynanan oyun bugün Mezopotamya havalisindeki aşiretlere tatbik edilmeye çalışılmakta, Kürt adı altında (Makedon milleti? gibi) yapay bir ulus yaratılmak istenmektedir. Aynı şekilde, asırlarca kent kültüründen soyutlandıkları için Türklüklerini herkesten fazla muhafaza etmiş bulunan Alevî inançlı vatandaşlarımıza da -akademik araştırmalar ve özgürlük palavraları marifetiyle- yine farklı bir kimlik hazırlanmaktadır. Fakat Batı Türklüğü, Oğuzluk bilincine sarılarak Sünnî-Alevî-Caferî-Ortodoks ayrımını aşacak ve bütünleşecek birikime maliktir.

Şimdi de, Oğuz vatanının hudutlarını yuvarlatılmış rakamlarla kabaca tayin etmeye çalışalım: Türkiye 815 bin km2; Batı Trakya 15 bin km2; Doğu Rumeli (Güneydoğu Bulgaristan) 35 bin km2; Batı Rumeli (Bağımsız Makedonya 25 ve Yunan Makedonyası 35 olmak üzere) 60 bin km2; Kırım 25 bin km2; Dağıstan 50 bin km2; Kuzey Azerbaycan ve Nahcivan 85 bin km2; Batum ve Ahıska 10 bin km2; Güney Azerbaycan 110 bin km2; Musul vilâyeti 150 bin km2; Halep vilâyeti 50 bin km2; Kıbrıs ve birtakım Ege adaları 15 bin km2; Türkmenistan 500 bin km2. Toplam: 1 milyon 920 bin km2. Görüldüğü üzere, burada Batı Türkçesinin konuşulduğu bazı yöreler hesaba katılmamıştır. Bundan maksat gerçekçi bir hudut tayin edebilmektir. Keza Türkiye Devleti bir çırpıda bütün bu yöreleri ilhak edecek de değildir. Fakat kısa, orta ve uzun vâdeli tasarılarla Oğuz yurdunu bütünleştirmek her zaman ihtimal dairesindedir.

Yukarıdaki paragrafta hudutlarını tayin etmeye yeltendiğimiz Oğuz (Büyük Türkiye) coğrafyasının muhayyel bir vatan değil, Batı Türklüğü toplumunun yerleşim sahasını belirleyen gerçekçi bir harita olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Hattâ eksiği vardır fakat fazlası yoktur. Keza bugünkü Bulgaristan’ın Güneydoğusunu teşkil eden Doğu Rumeli bölgesi -bin yıldan daha fazla bir süreden beri- Türkçe konuşan nüfusun Balkanlarda en yoğun olarak barındığı yörelerin başında gelmektedir. Bugünkü Yunanistan’ın inisiyatifine kerhen terkedilmiş bulunan Batı Trakya da böyledir. Esasen Balkan Türklüğü sahası çok daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi adlı iki ciltlik kapsamlı çalışmasıyla tanınan merhum Mustafa Akdağ Rumeli Türkiyesindeki Türk toplumunun yerleşim sahasını ana hatlarıyla şöyle tespit etmiştir: Orta ve Güney Bulgaristan, Deliorman, Vidin havâlisi, Trakya, Vilâyât-ı Selâse denilen Selânik-Manastır-Kosova hattı. Gerçekten de 200 bin km2’yi aşan bu havâli Rumeli Türklüğünün en eski vatanıdır. Günümüzde Türkçe konuşan nüfus hayli azalmış olmasına karşın, Bulgarlar ve Makedonlar da dahil olmak üzere, bölgenin etnik menşei bütünüyle Büyük Türk Muhaceretinin eseridir. Kuşkusuz ki, Dobruca’dan Kırım’a uzanan sahil şeridi de Balkan Türklüğünün devamı mahiyetinde telâkki edilmelidir. Bu itibarla, Rumeli Türklüğü’nün aslî vatanını üç ana yöreye tasnif edebiliriz: Doğu Rumeli (Bulgaristan’ın üçte ikisi ve Trakya) 105 bin km2; Batı Rumeli (Vilâyât-ı Selâse) 95 bin km2; Deliorman-Dobruca-Bucak-Kırım sâhil şeridi (60 bin km2). Toplam: 260 bin km2.

Türk iskânına Küçük Asya’dan çok daha önce açılmış olan Kırım yarımadası da tartışma kabul etmez derecede Türkiye Devleti’nin toprağıdır. Kıpçak yurduyla Oğuz yurdu arasında bir köprü görevi ifâ eden Kırım ülkesi standart kültür açısından Anadolu’ya daha yakındır. Keza Türkiye ile Kırım arasındaki sıhriyet Osmanlı’dan da önceye inmektedir. Yarımada, Selçuklu sultanı Birinci Alâeddin Keykûbad döneminde, 1227 yılındaki denizaşırı sefer sonucunda Türkiye tarafından ilhak edilmiş, liman kenti Suğdak’a bir miktar Anadolu Türkü yerleştirilmiş, Moğol işgaliyle yerli halkın bir bölüğü Selçuklu mülküne taşınmış, bölgede Türkiye kültürünün temelleri atılmıştır. Karşılıklı göç hareketleri bu hâdiseyle sınırlı kalmayarak çağlar boyunca sürmüş (misâlen; Kırım’ın Karasupazarı adlı kentinde meskûn ahalinin bir kısmı Amasya-Sıvas-Tokat göçmeni idi), Türkiye’deki çağdaş Türk toplumunun oluşmasında Kırım Tatarları küçümsenmeyecek bir rol üstlenmişlerdir.

Oğuz toplumunun ve coğrafyasının merkezi konumundaki Anadolu’ya gelirsek... Hâlihazırda bu sahanın tabiî bütünlüğünün henüz sağlanamadığını yukarıda vurgulamıştık. İçtimaî ve kültürel cihetten Anadolu Türklüğünün aslî yurdu Adalar Denizi’nden Batı Hazar sahillerine dek yayılmakta, Kuzey Azerbaycan üzerinden Dağıstan’a sarkmakta, doğudan Tebriz ve Urmiye’ye uzanmakta, güneyden Halep ve Musul vilâyetlerini içine alarak takriben 1 milyon 250 bin km2’lik sahayı temsil etmektedir. Keza Doğu Anadolu ve Azerbaycan yöreleri Musul vilâyetiyle birlikte (bir bakıma Akkoyunlu sahası) Büyük Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıdır; dolayısıyla buralar Ermenistan ya da Kürdistan değildir. Kaldı ki, Azerbaycan ahalisi de Türkiye Türklüğünden ayrı bir toplum özelliği göstermez. Erzurum’da, Kars’ta, Musul’da, Tebriz’de ve Bakü’de konuşulan Türkçe aynı Türkçedir. Musul ile Halep havâlisi ilk Selçuklu-Türkmen akınlarından beri Batı Türklüğünün ilgi alanına girmiş, bu iki vilâyet bin yıllık Türk vatanı olarak Türkiye Devleti’nin millî sınırları dahilinde kabul edile gelmiştir; (Suriye ile Kuzey Irak ve hattâ Rumeli yörelerinin -Anadolu ile Azerbaycan gibi- Türk boylarının iskân sahasına girdiğini yerleşim birimlerinin adlarına bakarak da anlayabiliriz). Devletimizin ilk bânisi Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın fütuhat siyaseti de, son bânisi Atatürk’ün Misâk-ı Millî şuuru da bu minval üzeredir. Şu hâlde, Büyük Anadolu’yu bugünkü şartların zorlamasıyla iki ana bölüme ayırmak mümkündür: a.) Türkiye Anadolusu (Kıbrıs-Batum-Ahıska-Musul-Halep vilâyetleri dahil) 1 milyon km2; b.) Azerbaycan Anadolusu (Dağıstan dahil) 250 bin km2. Büyük Anadolu’nun toplamı: 1 milyon 250 bin km2.

Oğuz toplumunun ana yurdu mesâbesindeki Hazar-ötesi toprakları da bugünkü 500 bin km2’lik Türkmenistan Cumhuriyeti hudutlarından ibâret değildir. Ceyhun nehri yatağı ile Doğu Hazar sahili Türkmenlerin doğal sınırlarıdır. Kuzeyde Mangışlak yarımadası ve güneyde Horasan vilâyeti de tarihî, içtimaî ve kültürel kıstaslarla yine aynı Türkmenlerin vatanıdır. Bütün bu Hazar-ötesi Türkmen toprakları -Büyük Anadolu gibi- 1 milyon 250 bin km2’yi bulmaktadır.

Sonuç olarak, Oğuzların ve onların kültür dairesine giren Aşağı ve Yukarı Mezopotamya aşiretleriyle az sayıdaki Kıpçak-Tatarların, Karlukların ve benzeri Asyatik boyların yurt edindikleri Batı Türklüğü vatanı (Batı ve Doğu Rumeli 250 bin + Türkiye Anadolusu 1 milyon + Azerbaycan Anadolusu 250 bin + Büyük Türkmenistan 1 milyon 250 bin olmak üzere) toplamda 2 milyon 750 bin km2’yi bulmaktadır. Nüfus dengesi ise 2004 senesi itibariyle tahminen şöyledir: 115 milyon civarında Türk-Tatar-Kürt + 25 milyon kadar Bulgar-Rum-Makedon-Arnavut-Romen-Arap-Fars-Gürcü-Rus-Ukraynalı-Afgan ve diğer küçük etnik gruplar. Toplam: 140 milyon.

(Devamı var)

Metin SAVAŞ

 

 

 

Reklam