Turan adıyla ülküleştirdiğimiz (idealize ettiğimiz) Türk Birliği’nin kurulması durumunda Ortak Türk Kimliği’ni inşa etmek en önemli mesaimiz olacaktır. Ortak kimlik olmaksızın Türk Birliği’nin kalıcılığını sağlayamayacağımız açıktır. Türk adı elbette ki başlı başına bir ortak isimlendirmedir. Fakat bu Türk kimliğinin içini yeni zamanlara göre donatıp geleceği de düşünerek doldurmamız gerekiyor. Biz buna zaten var olanı ihya etmek diyoruz. Güncellemek de diyebiliriz. Unutmayalım ki Türk Birliği ülküsü çok geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bu coğrafya Balkanlardan Sibirya’ya uzanıyor. Her yazımızda Sibirya’dan Balkanlara ifadesine ısrarla yer vereceğiz. Çünkü bu geniş coğrafya Türklüğün zeminidir. Ve bu zemin bizim mülkümüzdür. Bizim mülkümüzün adı Turan’dır.
İbn Haldun, mülk sadece asabiyetle vücuda gelir diyor. Mülk (toprak, vatan, devlet) bizim milletimizin bedeniyse asabiyet de ruhumuzdur. Türkçemizde mülk yerine il diyebiliriz. İl sözcüğü memleketi de toplumu da içeriyor. Yemen illerinde dediğimizde memleket, el âlem veya ele güne karşı dediğimizde halk kastediliyor. İbn Haldun, asabiyet, birçok asabelerin birleşmesinden ve kaynaşmasından meydana gelir demektedir. Buna tipik misal olarak kırk kadar etnik topluluğun Galya topraklarında kaynaşarak Fransız milletini oluşturmasını gösteriyoruz. Diğer Türk elleri gibi Türkiye halkı da muhtelif boyların kaynaşmasıyla teşekkül etmiştir. Türkiye ve Azerbaycan Türklüğünde yalnızca Oğuz boyları bulunmuyor. Ağırlık Oğuz boylarındadır ama başta Kuman-Kıpçak boyları olmak üzere diğer unsurlar da Türkiye ve Azerbaycan, oradan da İran Türklüğünü meydana getirmiştir. Kıpçak ağırlıklı diye tanımladığımız Türkistan halklarında ise Oğuz boyları epeyce yer tutmaktadır. Bulgar dağının adını Anadolu’da görüyoruz. Balkan dağları hem Rumeli’nde hem de Türkmenistan’da karşımıza çıkıyor. Yine Türkistan’daki Tanrı dağları Anadolu’ya Allahuekber dağları olarak taşınıyor.
Birçok asabenin kaynaşmasıyla müşterek asabiyet meydana gelir demiştik. İbn Haldun, bu asabelerden bir tanesi diyor, diğer tüm asabelerden daha kuvvetli olduğu için onlara galip gelir, onları istila eder, nihayetinde tümünü kendi bünyesinde (ve çevresinde) toplar.[1]Yukarıda kullandığımız var olanı ihya etmek ifadesi bizleri yanıltmamalıdır. Türklük vardır fakat Türk Birliği henüz inşa edilmemiştir. Türk Birliği’nin muhakkak kurulacağı inancıyla yola çıkacağız. Keza bu yolda öteden beri hep yürüyoruz. Ağır aksak yürüyüşümüzü hızlandırırken akılcı ve gerçekçi davranmamız gerekiyor. Şimdiki halde Balkanlardan Sibirya’ya parçalanmış bir Türk Dünyası önümüzde duruyor. Bu salt siyasi bir parçalanmışlık değil, aynı zamanda alfabe birliğinden yoksun, psikolojik, sosyolojik ve kültürel bir parçalanmışlıktır. İktisadi birliğimiz de henüz yoktur. Türk Birliği’nin ortak para birimi Euro veya Dolar olamayacağına göre, ki zaten bu istenmiyor, şu halde atılacak ilk adımlardan biri ortak para birimine geçiş hazırlıklarının şimdiden başlatılmasıdır. Ortak alfabe ile ortak para çalışmaları beraber yürütülmelidir. Kardeş Kalemler gibi Türk Dünyası’nın bütününe yayılan dergiler çoğaltılmalıdır. Kırmızılar Hareketi daha şimdiden Türkiye sınırlarının dışına taşmaya yönelmiştir. Türk Birliği’nin ve Ortak Türk Kimliği’nin inşası ya da ihyası kapsamında diğer bütün Türklük asabelerine galip gelecek müşterek asabiyeti oluşturmamız en belirgin zaruretimizdir. Bundan maksat Özbek veya Oğuz asabiyetini genele baskın kılmak değil, bütün Türklüğün benimseyeceği en yüksek asabiyeti hazırlamaktır. Ve tabii ki bunun adı inşadır. İnsan hayatında her şey inşa edilir. Kültür de bir inşadır. İnsanoğlu inşa eder. Bizi hayvanlardan ve bitkilerden ayıran unsurlardan biri budur. İnşa zekâyı gerektirir ki insanda olan da budur.
Bütün asabeleri kendi bünyesinde toplayacak olan “müşterek asabiyet” hedefi bizim bir diğer Kızıl Elma’mızdır. Sadece toprak, il, ülke değil, alfabe birliği, para birliği, siyasi birlik, duygudaşlık anlamında psikolojik ortaklık, işte bunların her biri bizim Kızıl Elmalarımızdır. Hepsinin toplamına Türk kültürü veya Türklük asabiyeti diyeceğiz. Psikolojik ayniyet ise şudur ki, muhtelif durumlar karşısında Sibirya’dan Balkanlara bütün Türkler aynı yahut benzer tepkileri verdiklerinde artık arzulanan duygudaşlık hâsıl olmuş demektir. Bu da zaten müşterek asabiyetin psikolojik boyutudur. Bugünümüzdeki Doğu Türkistan faciası Türklük evreninin bütününde ortak tepkileri doğuruyor. Şerden hayır çıkıyor diyebiliriz. Doğu Türkistan’da bugün yaşananlar Orhun yazıtlarındaki uyarıların haklılığını bir kez daha kanıtlıyor. Anlaşılıyor ki Orhun yazıtları Türk Dünyası’nın ortak kültür kodlarından biridir.
İbn Haldun diyor ki; muayyen bir asabe oluşma halindeki asabiyet için maya gibidir. İbn Haldun bu mayaya mizaç diyor. Mizaç muhtelif unsurlardan hâsıl olur diyor. Ne var ki diyor, bu muhtelif unsurlar arasında denklik bulunursa hiçbir şekilde bundan bir mizaç (maya) hâsıl olmaz. Mayanın (ortak asabiyetin) teşekkül edebilmesi için bu muhtelif unsurlardan birinin diğerlerine galebe çalması gerekir diyor büyük düşünürümüz. Biz bu saptamaları kendimize uyarladığımızda şunu anlıyoruz ki Balkanlardan Sibirya’ya uzanan coğrafyadaki muhtelif Türklük asabelerinin bir tanesi diğerlerine baskın çıkacaktır. İsmail Gaspıralı’ya göre bu baskın unsur İstanbul harsıdır. Gerçek şudur ki 21. Yüzyılda bile İstanbul Türkçesi diğer Türkçelere kıyasla ortak anlaşma dili olmaya daha fazla adaydır. Bununla birlikte bir dayatmaya meydan vermeksizin, Ortak Türk Dilinin kendiliğinden oluşmasına zemin hazırlamamız daha makul bir tavır olacaktır. Karşılıklı kelime alışverişleri Türkler arasındaki ilişkiler arttıkça kendiliğinden bizleri yönlendirecektir. Mümtaz Turhan buna serbest kültür alışverişleri demektedir. Tabii ki Türk Birliği yolunda hiçbir unsuru başıboş bırakamayız, herkesin katılımıyla ortak otorite kaçınılmazdır, ama yine de dayatmacı tavrı mümkün mertebe aşağıya çekip Türkler arasındaki serbest kültür alışverişlerine güvenerek ortak asabiyetin oluşmasına imkân tanımalıyız. Kaldı ki dayatmacı ve baskıcı yöntemlerin ağırlığı karşısında Ortak Türk Psikolojisi en baştan zedelenebilir.
Şu halde bize lâzım olan Türk kişiliğinin pekiştirilmesidir. Cahit Tanyol ferd ile kişiliği ayırıyor. Ve diyor ki: “Ferd deyince biz bundan bir insanın sadece doğuştan getirdiği nitelikleri anlıyoruz. Kişilik deyince de, toplumun ferde eklediği değerler bütünü içinde, insanı düşünüyoruz.”[2]Tanyol’a göre kişilik toplumdan gelmektedir. Fertlerin kişilikleri bulunduğu gibi toplumların da muayyen kişilikleri vardır. Nitekim her milletin karakteri farklıdır. Tanyol’a göre kişilik (karakter) türe ait niteliklerle topluma ait kurallar arasında kurulan bir ahenktir. Demek ki bizler her Türk insanına ve her Türk topluluğuna hakkını teslim edeceğiz, her birinin kendisine özgü renklerine saygı duyacağız ve bunu yaparken de Büyük Türk Toplumu’nun kurallarını belirleyip her Türk topluluğunun yerel renkleriyle ortak asabiyetimiz arasında ahenk kurmaya özen göstereceğiz.
“Türk Dünyasının Ortak Kimliğini İnşa Etmek” başlıklı bir önceki yazımızda şöyle demiştik: Türk Dünyası halkları kendi aralarında birtakım farklılıklara sahiptir. Bu farklılıklar dilden tarihe ve hatta dinden toplumsal yapıya kadar çeşitlilik göstermektedir. Çuvaşlar ile Gagauzlar Hıristiyan’dır. Çuvaşların dili komşuları Tatarlardan bile çok farklı iken Gagauzların dili Anadolu Türkçesiyle neredeyse aynıdır. Güney Sibirya Türklerinin kültürü arkaik Türk kültürüne daha yakın iken Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin kültürü Ortadoğu kültürüne yakınlık göstermektedir. Uzun bir süre Rusların hâkimiyetinde kalmış olan Türklerin zihniyeti de İran ve Türkiye Türklerinin zihniyetiyle tam uyuşmuyor.
İşte ahenk kurma zarureti buradan geliyor. Ülkücü Kadro’ya hazırladığımız “Yeni Zamanların Medeniyeti Olarak Türk Kozmopolitliği” başlıklı yazımızda ise ahenk kurmanın mecburiyetini şu cümlelerle vurgulamıştık: Türk kozmopolitliği esnek ve olgun tavrıyla dışlayıcı olmayacaktır. Kişi olarak Türk kozmopoliti Sibirya’dan Balkanlara bütün Türklük coğrafyasını her karışıyla kendisine vatan bilecektir. Türk kozmopoliti kendi vicdanını, kendi muhayyilesini, kendindeki sorumluluk sahasını muayyen bir bölgeyle, mesela Türkmen bozkırlarıyla veya İdil nehri boylarıyla sınırlı tutmayacaktır. Bilindik anlamıyla yersiz yurtsuz kozmopolitin bir muhalifi olarak Türk kozmopoliti Türklük coğrafyasının bütününden kendisini sorumlu hissedecektir. Türk kozmopoliti bir Hakasyalı şamanla, bir Hıristiyan Gagauzla, bir Müslüman Boşnakla, bir Musevi Karay ile karşılaştığında hiçbir tedirginliğe ve hiçbir bocalamaya kapılmaksızın karşılaştığı kişinin bir soydaş, bir Türk olduğu şuuruyla hareket edecektir. Kozmopolit kavramının bir anlamı “ulusal özelliklerini yitirmiş kimse”dir. Türk kozmopoliti kendi kimliğini “yitirmek” üzerine değil “benimsemek ya da devşirmek” üzerine inşa edecektir.
Bizim kozmopolitlikten kastımız Türklük evrenindeki zenginliğin ahengini kurmaya yöneliktir. Yoksa bir kimliksizlik değildir. Cahit Tanyol’a dönelim: “Her ferd bir toplum içinde doğar. Doğduğu toplumun bütün değerlerini kendisinde yaşatır. Toplum ferde kendi rengini, kendi düşüncesini, kendi davranışını aşılar. Hem sadece sosyal değerlerde değil, toplum, ferdin arzularında bile değişme yapar.”[3]Şu halde Büyük Türk Milleti’nin her ferdi Türk Dünyası’nın ortak değerlerini kendisinde yaşatacaktır. İşte bu hoşgörülü kişilik aynı zamanda bütün insanlığa örnek olacaktır. Geçmiş asırlarda kurduğumuz kağanlıklar, sultanlıklar veya imparatorluklar zaten Türk hoşgörüsünün ibretlik levhalarıdır. Ortak Türk Kimliği ferd olarak her birimize yön verecektir. Her birimize galip gelecek olan işte bu yüksek asabiyettir. İbn Haldun’a bir kez daha kulak verelim: “Unsurlardan biri diğerlerine galip olmalıdır ki, birleştirsin, kaynaştırsın ve asabelerin hepsini şumulüne alan tek bir asabiyet haline getirsin. Bu takdirde, artık diğer asabiyetler onun zımmında mevcut olur.”[4]Böylelikle bütün Türk topluluklarının yerel renkleri Ortak Türk Kimliği içinde barınacak ve temsil edilecektir.
Dipnotlar
[1]İbn Haldun, Mukaddime cilt 1, sayfa 499, Süleyman Uludağ tercümesi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982
[2]Cahit Tanyol, Din Ahlâk Lâiklik ve Politika, sayfa 121, Okat Yayınevi, İstanbul 1970
[3]Din Ahlâk Lâiklik ve Politika, sayfa 122
[4]Mukaddime cilt 1, sayfa 500
FACEBOOK YORUMLAR