RUH ADAM ROMANINDA ARKETİPLER VE METİNLERARASILIK
Nihal Atsız’ın kült romanı Ruh Adam, bir televizyon programı sohbetinde Ahmet Bican Ercilasun’un da dediği gibi, Türk edebiyatının ilk postmodern romanıdır. Şu da var ki, hem Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar ve hem de Nihal Atsız’ın Ruh Adam adlı romanlarının ilk baskıları aynı tarihte, 1972 senesinde yapılmıştır; dolayısıyla bu iki romana Türk edebiyatının ilk postmodern anlatılarıdır diyebiliriz. Biz bu yazımızda Ruh Adam romanını (postmodern anlatıların bariz unsurlarından biri olan) metinlerarasılık bağlamında irdelemeyi deneyeceğiz. Enteresan ve gizemli karakterlerin yer aldığı Ruh Adam romanı (hâlâ bütünüyle çözümlenememiş olan psikolojik derinliğiyle birlikte) âdeta bir arketipler şölenidir. Fakat bu romandaki arketiplerin tespitini bir başka yazıya ertelediğimiz için aşağıda kısmen izah edip doğrudan doğruya metinlerarasılık bahsine değineceğiz. Çok okunan ve çok bilinen bir roman olması itibarıyla da burada özetini vermeyeceğiz. Ruh Adam romanının başkahramanı Yüzbaşı Selim Pusat hem psikolojik veçhesiyle hem de kurmaca hayat tecrübesiyle apaçık bir şekilde Nihal Atsız’ın roman kurgusu içindeki yansımasıdır.
Nitekim, Nihal Atsız biyografilerini okuyanlar bunu hemen fark etmektedirler. Yüzbaşı Selim Pusat onulmaz bir tutkuyla bağlı bulunduğu subaylık mesleğinin asabiyeti içerisinde bireyleşmeye iteklenmiş mustarip bir şahsiyettir. Ödün vermeye asla yanaşmadığı fikirlerinin ve meslek prensiplerinin muhafazası uğrundaki dik duruşuyla iftiraya uğrayacak ve yegâne yaşama sebebi olan ordudan apoletleri sökülerek uzaklaştırılacaktır. Bu uzaklaştırma Yüzbaşı Selim Pusat için yıkım demektir. Nitekim hayatın içinde sivil bir vatandaş olarak tutunamayarak psikolojik dengesini büsbütün kaybedecektir ve önce kendisinden yirmi beş yaş küçük bir genç kıza âşık olmaya, akabinde ise bambaşka bir insana dönüşerek ölüme sürüklenecektir. Gerçi romanın finalinde Selim Pusat’a ne olduğu belirgin değildir; intihar mı etmiştir, yakalandığı hastalığın pençesinden kurtulamayacağını anlamasıyla ölmek için bir yerlerde inzivaya mı çekilmiştir ve yoksa metafizik bir imkânla sırra kadem mi basmıştır bilemiyoruz.
Selim Pusat, Ruh Adam’ın kurmaca dünyasındaki yalnızlığına rağmen yalnız değildir. Kendisi yaşarken ölmüş bir ruh hâleti içindeyken metafizik âlemin ruhlarıyla beraberdir. Uğramış olduğu iftira neticesinde ordudan ilişiğinin kesilmesinde bile yalnız kalmayarak silah arkadaşı Yüzbaşı Şeref’in de aynı akıbete sürüklenmesine sebep olmuştur. Kendisiyle birlikte en yakın arkadaşını da yakmıştır ki Yüzbaşı Şeref’in mahvına sebebiyet vermesinden ötürü şuuraltında vicdan azabı çekmektedir. Kaldı ki Yüzbaşı Şeref yalnız yaşayan bir kimse olarak meslekten atılmasının sonrasında daha fazla yaşamaya gerek görmemiştir ve “Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum!” diyerek intihar etmiştir. Oysaki Selim Pusat evli barklıdır, bir de çocuğu vardır. Yüzbaşı Şeref’in intiharı aynı zamanda Selim Pusat’ın da intiharıdır. Hem ordudan kovulması, hem de en yakın silah arkadaşının ölümü seçmesi Selim Pusat için de tiyatronun bittiği anlamına gelmektedir. Yüzbaşı Şeref yaşarken nasıl yalnız idiyse Selim Pusat da yaşarken yalnızlığa gömülecek, eşiyle ve çocuğuyla yeterince ilgilenmeyecek ve tabii iç dünyasına gömülecektir. Roman kurgusundaki bütün o metafizik sahneler gerçekte Selim Pusat’ın bilinçdışının veya iç dünyasının sahneleridir.
Evlilik hayatını sürdürmek zaruretindeyken bile iç dünyasındaki yalnızlığı tercih eden Selim Pusat yine de yalnız kalamamaktadır. Çünkü Yüzbaşı Şeref’in ruhu hep onunladır. Yüzbaşı Şeref hakikatte Selim Pusat’ın öteki benidir. İşte bu sebeple Ruh Adam romanındaki ilk metinlerarasılık Dostoyevski’nin Öteki adlı romanına yaslanmaktadır. Dokuzuncu dereceden devlet görevlisi Yakov Petroviç Golyadkin ismindeki roman kahramanının kendi yaşamında karşılaştığı sorunlar onun öteki benine hayat vermiştir. Gündelik hayatın içinde ve meslek yaşamında daima ezilip horlanan Golyadkin bu aşağılanmışlıktan kaçış yolu aranırken öteki benini canlandıracak ve öteki beninin tecessüm etmesine kendi iradesi dışında zemin hazırlayacaktır. Selim Pusat da (tastamam aynı şekilde olmasa bile) benzer şekilde ölü Yüzbaşı Şeref’i öteki beni sıfatıyla hep canlı tutacaktır. Kaldı ki Yüzbaşı Şeref daha dik bir duruş sergileyerek haysiyeti uğrunda ölümü seçmesini bilmiştir. Üstelik meslek prensiplerinden hiçbir taviz vermeksizin başarmıştır bunu. Ama Selim Pusat hem gerçekten ölmeye başlangıçta cesaret edememiş, hem de çok büyük bir suç anlamına gelen aşkı tanımıştır. Kadim meslek ahlâkının gereğince Selim Pusat sadece subaylığa âşık kalmakla yükümlüdür fakat hiç evlenmeden yaşayıp ölen Yüzbaşı Şeref’in aksine olarak bir kıza gönül vermiştir. Üstüne üstlük de kendisinden yirmi beş yaş küçük liseli bir genç kıza tutulmuştur.
Yüzbaşı Selim Pusat onulmaz tutkuyla bağlı bulunduğu subaylık mesleğinin asabiyeti içerisinde bireyleşmeye iteklenmiş mustarip bir şahsiyettir demiştik yukarıda. Ve aslında Selim Pusat arketipleşmeye sürüklenmiştir. Varoluşunu anlamlı kılan tek şey subaylıktır. Ne var ki subaylıktan tart edilmesi onu boşluğa sürükleyince, askerlik mesleği asabiyetinden sıyrılıp da bireyleşmeyi başaramayan Selim Pusat iç dünyasındaki arketipler âleminde bambaşka bocalamalara ve tökezlemelere maruz kalacaktır. İşte Selim Pusat’ın psikolojik buhranlarının sebebi budur. Carl Gustav Jung arketiplerin ölümsüz olduklarını söyler.[1] Nitekim Selim Pusat da iki bin yıllık ölümsüz bir ruhun 1970’li yıllardaki tezahürüdür. Ama yarım yamalak, intibakta zorlanan bir tezahürdür. Ruh Adam romanının başlangıç kısmında yer alan Uygur masalında gördüğümüz Yüzbaşı Burkay ile Yüzbaşı Selim Pusat ve hatta Nihal Atsız hep aynı ruhun tezahürleridirler. Tabii burada evham söz konusudur. Nihal Atsız iç dünyasında (her insan gibi) ölümsüzlüğü arzuladığı içindir ki kendisine kurmaca bir dünya tasarlayarak Yüzbaşı Burkay ve Yüzbaşı Selim Pusat ve elbette Yüzbaşı Şeref karakterlerini oluşturmuştur. Ruh Adam romanının kurmaca dünyasında karşımıza çıkan tenasüh kavramını İslam akideleriyle uyuşmadığı gerekçesine dayanarak yadırgamamız mümkündür, ama bu romandaki tenasüh (ruh göçü) Hindistan kıt’ası inançlarındaki tenasühten farklıdır. Yüzbaşı Burkay’dan Nihal Atsız’ın bizzat kendisine varıncaya dek süregelen ölümsüzlük iştiyakıdır burada söz konusu olan. Ruh Adam’daki ruh göçü olgusu bir arzunun, ölümsüzlük arzusunun ve arketipleşmenin mecburi sonucudur. Zaten bu romanda yer alan kadın karakterler de arketipsel veçheye bürünmüşlerdir. Uygur masalındaki Açığma-Kün ile Güntülü ölümsüz kadın (ölümsüz sevgili) ruhunun geçmişteki ve gelecekteki tezahürleridir. Ruh Adam’ın final sahnesinde birdenbire okurun karşısına çıkan Ülker adlı kız da (Yüzbaşı Burkay’ın soyundan gelmesine rağmen) esasen Açığma-Kün ile Güntülü arketipinin istikbaldeki temsilcisidir.
Ruh Adam’daki bir başka arketip de Uygur masalında şeytanların başı Madar olarak tesmiye edilen kötü ruhtur. 1970’li yıllarda Key olarak varlığını sürdürecektir bu kötü ruh.
Ruh Adam romanının kimi sahneleri çok açık bir şekilde Dostoyevski’nin Öteki adlı romanındaki sahneleri anıştırmaktadır. Dokuzuncu dereceden devlet görevlisi Yakov Petroviç Golyadkin’e kendisinin öteki beni –yine kendisine– devlet dairesinde musallat olup durmaktadır. Tabii ki sadece burada değil, gündelik yaşamının her mekânında tasallutta bulunmaktadır. Selim Pusat’a ise, yine bir resmî dairede, Tarihî Evrak Komisyonu’nda Osman Fişer künyesiyle ve gündelik hayatının diğer mekânlarında muhtelif kimliklerle biteviye tasallutta bulan Yek ister istemez Dostoyevski’nin Öteki romanını hatırlatıyor. Yüzbaşı Selim Pusat’ın aslında iki farklı öteki beni vardır. Birincisi, Yüzbaşı Şeref’tir ve ikincisi de Yek’tir. Bu haliyle Golyadkin bir tek öteki beniyle cebelleşirken Selim Pusat hem benliğinin müspet yönünü temsil eden Yüzbaşı Şeref ile hem de benliğinin menfi veya karanlık yüzünü yansıtan Yek ile boğuşmak durumundadır. İşte bu ve buna benzer unsurlardan ötürü Ruh Adam romanının arka planında tasavvufun da mühim rolü bulunmaktadır.
İlâveten, romanımızdaki baskın karakterlerden biri olan Prenses Leylâ Mutlak ile liseli genç kız Güntülü arasındaki müphem bağıntı da yine arketipsel sürekliliğe işaret etmektedir diyebiliriz.
Ruh Adam romanındaki ikinci metinlerarasılık ise Franz Kafka’nın Dava adlı kapalı anlatısına yöneliktir. Ruh Adam romanı da zaten pek çok yönüyle tastamam kapalı bir metindir. Franz Kafka’nın Dava adlı romanının ana konusu şudur: “İnsanın kendisini müdafaa ederek haklı çıkarmak istemesi, adalet, mahkeme ve hak gibi unsurlardır.”[2] Ruh Adam romanında da zaten Büyük Mahkeme en mühim sahneyi teşkil ediyor. Kafka’nın romanının başkarakteri pek meşhur Josef K. mahiyeti açıkça belli olmayan gizemli bir mahkemede yargılanarak kendisini savunmaya zorlanır. Selim Pusat da yine böyle bir başka kurmaca mahkemede kendisini müdafaaya icbar edilecektir. Gerek Josef K.’nın, gerekse Selim Pusat’ın çıkarıldığı kurgusal mahkemeler öz itibariyle Mahkeme-i Kübra’dan başka bir şey değildir. Her iki romanın mahkeme tasvirleri birbirini fazlasıyla andırmaktadır zaten. Her iki mahkemede mahşerî kalabalık vardır ve bütün ruhlar, bütün arketipler veya ölmüş ve ölecek olan bütün insanlar hep buradadır. Josef K. ile Selim Pusat insanlığın huzurunda ve tanıklığında ve muhtelif insanların ithamlarıyla yargılanmaktadırlar. İki ayrı romanın benzer mahkemelerindeki bir diğer benzerlikse şehvet suçlarıdır. Josef K.’nın kendi nefsindeki günahları ile Selim Pusat’ın kendisinden yirmi beş yaş küçük bir kıza yönelik aşkı Büyük Mahkeme’de dava konusu edilmektedir.
Yüzbaşı Burkay ile Yüzbaşı Selim Pusat’ın mensubu bulundukları Türk ordusunda aşk ve şehvet gibisinden hislere yer bulunmamaktadır. Çünkü her an ölmeye hazır bulunan bu sert savaşçılar ordusunda zaaflara yer yoktur. Çünkü zaaf demek başarısızlık demektir. Oysaki kadim Türk ordusunun başarısızlığa tahammülü bulunmamaktadır. Bozkır ikliminin sert tabiatı Türk ordusunun da (diğer ordulardan daha fazla) sertleşmesini mecbur kılmıştır. Bu ordu, Tanrıkut Mete’den çağımıza dek uzanan dünyanın en köklü ve en sert ordusudur. Yüzbaşı Burkay aşk yüzünden cezalandırılmıştır. Yüzbaşı Selim Pusat ise (ordudan atılmasının akabinde âşık olmasına mukabil) aşk yüzünden değil de ordu töresini çiğnediği gerekçesiyle veya iftiraya uğradığı için cezalandırılacaktır. Ama aslında hiç evlenmeyerek benliğini sadece ordu hizmetine adamış bulunan Yüzbaşı Şeref’i örnek edinmediği için, subaylık hayatında evlendiği için Selim Pusat en başta cezayı hak etmiştir zaten. Osmanlı ordusundaki Yeniçerilere evliliğin yasak tutulmasını ve peyderpey bu yasağın delinerek Yeniçerilerin evlenmeye başlamaları sonrasında Yeniçeri Ocağı’nın eski kahramanlık gücünü yitirdiği gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda Yüzbaşı Selim Pusat’ın suçunu daha net idrak edebiliyoruz. Her ne kadar Selim Pusat subayken aşk evliliği yapmamış olsa bile kadim töreyi yine de çiğnemiş olmaktadır. Dünya hayatındaki askerî mahkemede yargılanıp suçlu bulunan Selim Pusat (doğrudan doğruya aşk veya evlilik suçundan değil de başka nedenlerle) ordudan uzaklaştırılmasının akabinde Güntülü’ye âşık oluverince bu sefer metafizik mahkemede yargılanma dehşetini yaşayacaktır.
Kafka’nın eserlerinde Kafka’nın kendi hayatının izlerini ve yansımalarını bulabildiğimiz gibi, Atsız’ın işbu kült romanında da Nihal Atsız’ın hayatının izlerini ve yansımalarını kimi zaman çok kolay kimi zamansa mesai harcayarak tespit edebilmekteyiz. Ruh Adam romanının başkahramanı Selim Pusat ile Ruh Adam romanının yazarı Nihal Atsız arasındaki benzerliklerle ayniyetleri bir başka yazımızda ele alacağımız için burada tek bir örnek vermekle yetineceğiz. Şöyle ki: Nihal Atsız henüz altı-yedi yaşlarındayken Kadıköy’deki bir Fransız okulunda ilk mektep tahsili görürken, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğuyla kapışır. Rum çocuk Atsız’ın kafasını duvara vurmuştur ve Atsız’ın yaralı kafasından kan fışkırmıştır. Ruh Adam romanında Yüzbaşı Şeref’in başından daima kan sızıyor olmasının arka planında işte Atsız’ın çok küçükken yaşadığı bu kanlı hatıra vardır. Nitekim küçük bir çocuğun böyle bir hatırayı yaşı ilerledikçe büsbütün unutması pek mümkün değildir. Acı verici birtakım anılar asla belleklerden silinmiyor. Küçük Atsız’ın gururunun bu olaydan sonra epeyce rencide olduğu meydandadır. Belki de sırf bu yüzden Selim Pusat’ın öteki beni Yüzbaşı Şeref bu adı taşımaktadır. Türk ordusunun kadim töresini iki bin yıl öncesinde ve iki bin yıl sonrasında iki kez çiğnemiş olan Selim Pusat tabii ki öteki beninde kendi şerefini arayıp bulmak isteyecekti.
Franz Kafka’nın Dava adlı eserindeki mahkeme olgusunu irdeleyen Selçuk Ünlü şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Bu romanda mevzu, insanın cemiyete katılamaması, onun cemiyet dışı kalışıyla içine düştüğü trajik halidir.”[3] Ruh Adam’ın Selim Pusatı da Josef K.’nın yaşadığı bu dışlanmışlık ve intibaksızlık deneyimini yaşamıştır. Bilindiği üzere, Nihal Atsız da ömrü boyunca suçlanmış, yargılanmış, dışlanmış ve hayatı hep mahkemelerde ve cezaevlerinde geçmiştir. Bu itibarla Ruh Adam romanında suç, iftira, toplumdan dışlanmışlık, ordudan atılmışlık, adalet arayışı, kendini savunma ihtiyacı, mahkeme ortamı ve muhakeme edilme dehşeti gibisinden unsurlar fevkalade baskındır. Son olarak şunu da hatırlatalım ki, Nihal Atsız da disipline riayet etmeme suçuyla henüz üçüncü sınıftayken Askerî Tıbbiye’den uzaklaştırılmıştır. Daha sonrasında ise ideolojik görüşleri yüzünden siyasilerce Edebiyat Fakültesi’ndeki asistanlığına son verilecektir.
Kafka’nın romanındaki cemiyete intibaksızlık ve dışlanmışlık unsurlarını yine Kafka’nın kendisi delilik olarak nitelendirmektedir. Selim Pusat da psikolojik rahatsızlıklarından ötürü kendisinin delirdiğini veya delirmeye yatkın bulunduğunu düşünür hep. Zevcesi Ayşe bile kocasını bir ruh hekimine göstermeyi gerekli görmektedir. İşte bu iki roman arasındaki metinlerarasılıklardan biri de (intibaksızlığın ve dışlanmışlığın yanı sıra) delilik meselesidir.
Kafka’nın eserinin ana motiflerinden birini bekârlık meselesi oluşturuyor. Gerçek hayattaki Franz Kafka ile kurmaca dünyadaki Josef K. bekâr erkeklerdir. Kafka’ya göre erkeğin bekârlığı eksikliktir ve kötü bir şeydir.[4] Bunun tam tersine olarak Ruh Adam’da bekârlık eksiklik değil tamlıktır ve kötülük olmak şöyle dursun, sert tabiatlı bir subay için erdemdir. Buradaki metinlerarasılık tersine işlemektedir. Ruh Adam ile Dava romanları arasındaki bir başka benzerlik ise şudur: Josef K. kendi annesine karşı mesafelidir veya öz annesine yönelik sevgisinde kısırdır. Bu bir suçtur. Aynı şekilde Selim Pusat da nikâhlı eşine karşı mesafelidir. Josef K. annesi dışındaki kadınlardan da hep uzak durmaya, mecburen yakınlaştığı kadınları sevmemeye alışkındır. Selim Pusat ise nikâhlı eşine yönelik sevgisini mekanik bir bağlılığa indirgemekle yetinmiyordur, evlenmekle hata ettiğini düşünüyordur ve karısı Ayşe’nin öğrencisi olan liseli kızlara daima sert ve soğuk bir tavır sergiliyordur. Selim Pusat -tıpkı Josef K. gibi– mutlu olmasını bilmeyen, beceremeyen, tutkuyla sevmeyi zaaf olarak gören, ama liseli bir kıza tutkuyla bağlanmaktan nefsini alıkoyamayan mustarip bir şahsiyettir.
Peki ama sert tabiatlı, nikâhlı karısına bile mesafeli Selim Pusat subaylıktan atıldıktan sonraki buhranlı döneminde niçin liseli bir kıza âşık olmuştur? Kafka’ya göre gençlik mutluluktur; ışık ve sevgi doludur. İşte burada biz mevzubahis iki roman arasında bir diğer metinlerarasılık daha yakalıyoruz. Zevcesi Ayşe’nin lisedeki en gözde kız öğrencilerine Selim Pusat Işık Kızlar sıfatını yapıştıracaktır. Nitekim üç arkadaştan ibaret bu Işık Kızlar’ın adları da hep ziyalıdır: Aydolu, Güntülü, Nurkan…
Selim Pusat’ın çok genç bir kıza âşık olmasının tek sebebi gençlik, zindelik, ışıktan kaynaklanan aydınlık ihtiyacı değildir elbette. Yüzbaşı Burkay’ın iki bin yıl önceki tamamlanmamış aşkının Selim Pusat’a miras kalmış olmasıdır asıl sebep.
Josef K. inançsız bir karakterdir. Selim Pusat da böyledir ve dindar değildir. Ne var ki Josef K. buhranlı hayatında başı sıkışınca katedrale koşarak bir rahibe başvurur. Selim Pusat ise buhranlarıyla boğuşurken tasavvufa merak salar. Dava romanında karanlık motifi vardır ki Ruh Adam romanı da karanlıkla, Selim Pusat’ın Çamlı Koru’ya geceleri yaptığı ziyaretlerle örülüdür. Kafka’nın romanındaki mahkeme semboliktir ve Josef K.’nın (beşeriyetin) vicdanını temsil etmektedir bu mahkeme. Ruh Adam’daki metafizik büyük mahkeme de böyle bir niteliği taşımaktadır.
Dava romanında Josef K.’nın mahkemeye girmesi demek, iç dünyasındaki yalnız insanın cemiyete girerek normalleşmesi demektir.[5] Selim Pusat da kendi kurgusal dünyasındaki kurmaca mahkemeye girerek yalnızlıktan arınmayı öğrenebilecektir.
Rus asıllı edebiyat eleştirmeni ve kuramcısı Mihail Bahtin, Dostoyevski’nin eserlerini irdelediği bir çalışmasında şöyle demektedir: “Yazar, kahramanın her şeyi yutan bilincinin karşısına yalnızca tek bir nesnel dünya çıkarabilir: Kahramanınkilerle eşit haklara sahip öteki bilinçlerin dünyasını.”[6] Ve zaten Selim Pusat iç dünyasındaki parçalanmışlığıyla diğerlerini hep öteki beni olarak kendi bilincinin karşısında (ama onlarla eşit haklara sahip olarak) hazır bulmaktadır. Öteki benlerin bilinçleri Selim Pusat’ın bilincinin birer parçaları veya tamamlayıcısıdırlar. Selim Pusat’ı metafizik mahkemede ayrı ayrı suçlayan herkes aynı zamanda Selim Pusat’ı yargılamaktadır da. Ve aslında, Selim Pusat’ı suçlayanlar (bilip bilmeden) kendilerini de suçlayıp yargılamış olmaktadırlar. Metafizik mahkemede bütün insanların bütün nefisleri çarpışmakta, herkes kozlarını paylaşmaktadır. Selim Pusat parçalanmış bir insandır. Dünya hayatındaki herkes paramparçadır ve yarım yamalaktır. Büyük Mahkeme ise parçalanmışlığın bertaraf edilebileceği yegâne mahfildir.
Biz bu yazımızda Ruh Adam romanını (postmodern anlatıların bariz unsurlarından biri olan) metinlerarasılık bağlamında irdelemeye çalıştık. Bunu yaparken de Ruh Adam romanının kurgusundaki arketipleri saptamaya ucundan kıyısından yeltendik.
Metin SAVAŞ
KAYNAKLAR
[1] Carl Gustav Jung, Dört Arketip, Metis Yayınları, İstanbul 2003
[2] Selçuk Ünlü, Franz Kafka’da Mahkeme Kavramı (doktora tezi), sayfa 4, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum 1976
[3] Franz Kafka’da Mahkeme Kavramı, sayfa 5
[4] Franz Kafka’da Mahkeme Kavramı, sayfa 6
[5]Franz Kafka’da Mahkeme Kavramı, sayfa 43
[6] Mihail M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, sayfa 100, Metis Eleştiri, İstanbul 2004
FACEBOOK YORUMLAR