Arjantin edebiyatının şöhretli ismi Alberto Manguel “kitap çok şeydir; anıların ambarı, zaman ve mekânın koyduğu kısıtlamaları aşma aracı, geçmiş, bugün ve gelecek olayların kaydıdır” demektedir. Bizim mutasavvıflarımızın söylemleriyle örtüşen bir şekilde Manguel de “dünyanın bir kitap olduğu” fikrindedir. Evren ve insan birer kitaptırlar. Manguel der ki: “Yaşamak dünyanın kitabında yolculuğa çıkmaktır, okumak yani bir kitabın içinde yolunu bulmak ise dünyanın kendisinde yolculuk etmek demektir.”
Yolculuk bir keşiftir. İki kapılı bir handa yaşadığımızı, bir kapısından girip diğer kapısından çıkma sürecine “hayat” dediğimizi hatırlarsak dünya eşittir kitap metaforunun isabetliliği bir kez daha idrak edilecektir. Hanın iki kapısı ile kitabın ön ve arka kapakları özdeştir. Zaman ve mekânın koyduğu kısıtlamaları aşma aracı olması itibarıyla da kitap bir nevi uçan halıdır, zaman makinesidir ve anılarımızın ambarı olması bakımından da bizim hafızalarımızdan biridir. Manguel “kitap, kil tabletten elektronik sayfalara kadar nice kılıklara girmiştir,” diyor. Tarih Sümer’de başlar diyoruz çünkü onlar kitapsız bir toplum değildi. Türk tarihinde ve edebiyatında bir Göktürkler efsanesi varsa bunu Orhun yazıtlarına borçluyuz. Hüseyin Nihal Atsız’a Bozkurtlar’ı yazdıranın ne olduğu ortadadır. Kitaba yeterince tevessül etmeyen milletlerinse kitaba çok daha fazla rağbet gösteren milletler karşısında ezildiklerini bugün bizler yaşayarak görüyoruz. Kutsal kitabımızdaki “OKU” buyruğunun herhangi bir ibadetin çok ötesinde yer aldığını ve hatta temel ibadet olduğunu da fark ediyoruz. Fark etmemize rağmen kitaba çarpık bir kutsallık atfettiğimiz de meydandadır. Mushaf’ı özel kılıfıyla evlerimizdeki duvarların en tepesine asmak demek onu terk etmek demektir. Biz yirminci yüzyılda bile hâlâ Kur’an-ı Kerim’in tercümesi olur mu olmaz mı diye tartışıp dururken atalarımız bin yıl öncesinde tartışarak zaman kaybetmek yerine kutsal kitabı Türk diline aktarmışlardı. Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait ilk Kur’an tercümesindeki Fatiha suresi şöyledir:
“Başladum adıyla Tanrı Ta’âlâ’nun ki rızk vericidür ve rahmet edicidür. Şükr cemi âlemleri yaradan Tanrı’ya ki rızk vericidür rahmet edicidür. Din gününün padişahı sana taparuz ve dahı sana sığınıruz. Göster bize hidayet tevfikile doğru yolı yolını ol kimselerün ki ni’met verdün. Kakılmışlardan degüllerden ki Yehudiler azgunlardan degüller ki Nasraniler.”
Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait ilk Kur’an tercümesinde uygulanan yöntemlerden biri Arapça söz varlığının kelime kelime Türkçe olarak karşılanması şeklindedir. Buna birkaç örnek verelim:
Hâlik yerine Yaradıcı
İftira yerine Yalandur
Kâtib yerine Yazıcı
Mübarek yerine Kutlu
Mücrimin yerine yazuklu (günahkâr)
Miladi 1401 tarihli bilinen bu ilk Anadolu Türkçesiyle Kur’an tercümesinde vahyi anadilimize çevirirken günah işler miyiz gibisinden boş bir endişeyle değil, son peygamberin kitabını Müslüman Türklerin faydalanmasına sunma gayretiyle hareket edildiği besbellidir. Burada esas olan vahiy mesajının Türklerce anlaşılır kılınmasıdır. Alberto Manguel nasıl ki “kitap çok şeydir; zaman ve mekânın koyduğu kısıtlamaları aşma aracıdır,” diyorsa, bizler de diyebiliriz ki “tercüme kitaplar dillerin koyduğu kısıtlamaları aşma aracıdır.” Arapça bilmeyen bir toplum indinde Arapça bir metin kısıtlayıcıdır. “Tanrı’dan başka ilâh yoktur” dediğimizde orijinal metni ne çarpıtmış oluyoruz ne de Kur’an-ı Kerim’in mesajının yanlış anlaşılmasına sebep oluyoruz. Tam tersine böylelikle ilâhî mesaj Arapça bilmeyen Türklere dosdoğru iletilmiş olmaktadır.
“Okumak, yani bir kitabın içinde yolunu bulmak, dünyanın kendisinde yolculuk etmek demektir.” Dünya dediğimizde sadece kendi gezegenimizi değil, insanı, insanla birlikte bütün canlıları, hayatı ve kâinatı tasavvur etmemiz gerekiyor. Kur’an-ı Kerim ilâhî kökenli olsa da esas itibarıyla dünyevî bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim bu dünya hayatında bize lâzımdır. Öte dünyada rahat edebilmemiz için bu dünyadaki sınavı kazanmamız gerekiyor ve bizim sınav rehberimiz de kutsal kitaptır. Kutsaldır ama Kur’an-ı Kerim bizim efendimiz değildir. Bize yol göstericidir. Rehber kitaptır demiştik zaten. “Göster bize hidayet tevfikile doğru yolı” ifadesinden bellidir ki Kur’an aslında bize yol göstermesi için tek efendimiz olan Allah’a yakarmamızın karşılığıdır. Ve elbette evrensel bir kitaptır. Teknolojinin gelişimiyle birlikte kâinatın neresine gidersek gidelim Kur’an öğretisiyle hareket etmemiz zorunludur. Bir başka galaksiye ulaştığımızda Kur’an ahlâkı dünyada kaldı, bu galakside hükümsüzdür diyemeyiz.
Peki ya ahrette hükmü var mıdır? Bizlere doğruları ve yanlışları gösteren Kur’an öz olarak ahrete tekabül ediyor fakat onun gösterdiği doğrular ile yanlışlar cennet ve cehennemin şartlarında zaten karşılığını bulmuş olmaktadır. Cennet ve cehennemde artık doğrularla yanlışlar (ameller) değil de ödül ve ceza geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’in dünyevî olmasının nedeni de işte budur. Kutsal kitabın mesajından anlıyoruz ki cennette ve cehennemde idrakimiz tam olacaktır. Cehennemde vahye artık itaat ediyorum dememizin faydası yoktur. Orada infaz geçerlidir. Cennete ise vahye itaat ettiğimiz için girmişizdir zaten. Kur’an-ı Kerim “OKU” buyruğunun hedef gösterdiği ana kitaptır. Okumak yalnızca harflerle de sınırlı değildir. Tabiatın sesleri, insanın konuşması, görsellik, bilim, edebiyat ve sanatın her türü okumanın kapsamındadır. İnsan ve evren okunması gereken birer kitaptır. Harflerle de okuruz, başka yöntemlerle de okuruz. Kanatlı hayvanları okuduğumuzda uçak fikri zihnimizde canlanır ve uçağı icat ederiz. Ve tabii ki okumalarımızı her dilde ve bilhassa anadilimizde yapma hakkımız hep vardır. İşbu haktan dolayıdır ki Kur’an-ı Kerim orijinal dilinden bir başka dile çevrilemez dediğimizde okuma yöntemlerimizi kendi irademizle kısıtlamış oluyoruz. Ama bu kısıtlamayı yaparken de kendimizle çelişkiye düşerek “vahiy evrenseldir” diyebiliyoruz. Müzik de bir okumadır ve müzik evrenseldir. İlâhî öğreti de evrenseldir ve hiçbir dile kapatılamaz. Atalarımız bunu çok erken fark ederek bin yıl öncesinden ilk Kur’an tercümelerini yapmışlardır. Tabii ki kusursuz tercüme mümkün değildir. Kusursuz olan vahiydir. Bizim o vahyi okuyuşumuz (algılayışımız) tastamam kâmil olamayacaktır. Tastamam kâmil olabilseydi günah işlemekten vazgeçecek miydik?
Okumak keşiftir. Evrenimizi ve kendimizi tanımanın ötesinde başka âlemler hakkında da fikir sahibi olmaktır. Kur’an ayetlerini okuyarak cennet ve cehenneme dair fikir ediniyoruz. Kendi amellerimizi Kur’an mesajıyla kıyaslayarak da cennet ve cehenneme dair birtakım izlenimler ediniyoruz. Okumak, idrak etmek yani görmektir. İdrakimiz tabii ki parçalıdır ve yetersizdir. Çünkü dünyevî yaratılışımız böyledir. Bütünlüklü yaratılmış olsaydık zaten vahye ihtiyacımız kalmayacaktı. Demek oluyor ki Kur’an dünyevidir. Buradaki evrenimize hitap etmektedir. Kur’an-ı Kerim okunması gereken ana kitaptır ama okunması gereken yegâne kitap değildir. Aksi halde Kur’an dışında hiçbir okuma yapmamamız gerekirdi. Yahut da Kur’an dışında yaptığımız her okuma günah hükmünde olurdu. Daha açık söylersek, bilim ve sanat günah olurdu. Kitap yazmak günah sayılırdı. Kur’an-ı Kerim’de her şey vardır diyoruz fakat başka okumalar yapmaktan uzak durmuyoruz. Kur’an’da her şey öz olarak vardır. Böyle olmasaydı, Kur’an dışında okumalar yapmamız günah sayılsaydı, hastalandığımızda doktor reçetesini okumak da bizi cehennemlik ederdi. Kur’an’da birtakım reçetelerin özü vardır. Somut olarak her reçete orada yoktur. Bu ifadelerim kimilerinin tepkisini çekebilir belki ama bu ifadelerime tepki gösterenler hastalandıklarında Arapça bilen din âlimine değil de Latince bilen tıp doktoruna koşmayacaklar mı?
İslamiyet akılcıdır dediğimizde kastettiğimiz işte budur. Akla aykırılık vahye aykırılıktır. “OKU” buyruğu insanın ve evrenin bütününü her boyutuyla kapsayan muazzam bir buyruktur. Trafik işaretlerini okuduğumuzda trafik kazası yapma riskimiz azalıyor. Bir tıp öğrencisinin bir kadavrayı veya genlerimizi okuması sayesinde hastalıkların çareleri bulunuyor. Bir okurun bir kitabı okumasıyla tekâmül sürecimiz pekişiyor. Görüldüğü üzere genlerimizden trafik işaretlerine varıncaya dek kâinattaki her şey okunması gereken bir kitaptır. Kitapların tek dili yoktur. Vahiy de herkesin kâh kendi diliyle kâh bir başka dille okuma hakkına sahip bulunduğu ana kitaptır.
Metin SAVAŞ
FACEBOOK YORUMLAR