SILA-GURBET-HASRET (I)
Çağırır sılası insanı yürekten, tâ derinden
Dağ olsa dayanmaz hasretin kederinden
Adına sıla demişler, vatan demişler. Ezel-evvel demişler. Ev, yuva, ana-baba, akraba eş dost demişler.
Sıla-yı rahim, hatıralarımızda buram buram sevgi samimiyet kokan, güven duyulan, sıcaklığını iliklerinize kadar hissettiğiniz, tanış biliş olduğumuz yerdir. Her sokağı aşinadır, her sureti tanıdıktır. Toprağı bedene can, suyu damarlarımızda dolaşan kandır.
Daha âlemler yaratılmazdan evvel O vardı ve hep var olacaktı. “Ol” dedi, kendi nurundan bir nur yarattı. O nur her şeyin mayası, başlangıcı, bismillahıydı. O nur aydınlatacaktı alemi. İnsanın ulaşacağı en son mertebeydi, sonun da başıydı. Allah’ın yaratmadaki sırrı, ulaşmamızı istediği Nirvana’mızdı.
O nurdan yaratılmıştı bütün ruhlar, melekler, kâinat, ezel, ebed, zâhir, bâtın bütün âlemler. Teşbihte hata olmasın; O ressamın tuvali için hazırladığı paletindeki ana renk gibiydi, yaratılmış ve yaratılacak olanların kalbiydi. Allahü Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerim’inde
“Gökleri ve yeri eşsiz güzellikte yaratan O’dur. O, herhangi bir şeyin olmasını dilerse ona ol der, o da ( Allah’ın koyduğu yasalara uygun olarak belli bir süreçte olur.” (Bakara 117)
buyurmuştur.
Onsekizbin âlemin ışığına nuru sebildi, merkezdi. Ve rabbimizle tanış biliş olduğumuz ilk yerdir ruhlar âlemi, öz vatanımız, sılamızdır. Aynı zamanda sıla hediyedir, lütuftur ihsan edilendir.
Ezel âlemi, güzel - çirkin, sarışın - esmer, uzun - kısa sıfatlarıyla anılmazdan evvel, insan kisvesiyle dünyaya hicretimizden evvelimizdir. Allah’ın kulunu muhatap aldığı ve dünyanın en güzel sesiyle, en güzel hitabıyla, en azametli tavrıyla hitap ettiği, kuluna ilk idrakin yüklendiği ilk sorunun sorulduğu yerdir.
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” İşte o gün “Evet” diyenlerden olup olmadığımızı sorguladığımız yerdeyiz. Dünyada…
Allah bizi Muhammedîleştirmek, O’nun boyasıyla boyamak istiyor, öyle diliyor. En önemlisi de bunu insanın kendi özgür iradesine bırakmış, bizden bekliyor. Ama terbiye yerimiz gurbettir. Ruh Allah’a ait ama akıl, irade bize aittir. O gün bugündür. O ilk vatanı arar durur ruhumuz beden denen bu hapishanede. Dünya denen çilehanenin içinde ezelî vatanımızı özler dururuz. Çünkü dünya kul için gurbettir. İnsanın her şeyi Allah’tır. İnsan dünyada o her şeyinden mahrum, öksüz ve yetimdir.
O ilk oluştaki sese duyduğumuz hasretimiz bu âlemdeyken hiç bitmeyecek. Aslında Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’sinde, kamışlıktan (aslî vatanından) koparıldığı için dile gelen, Ney’in inleyişidir bizimkisi.
Ruhumuzun iliklerine kadar işleyen o ilk kokuyu, ilk hissedişi, mekândan, bedenden âzade kılınmış yuvamızı ararız. Dünyanın en güzel kokusudur aradığımız. Ve dünyanın en güzel sesidir duyduğumuz. Çünkü koku, güzel ses bize ruhlar âleminden mirastır. Ve duyduğumuz zaman tüyler ürperten Ney’in sesi de onu duyanlara ezel âleminden ayrılışımızın hicranını dile getirir. Kendisi inlerken yüreklerimizi inletişi, hep aynı hasretle yanmamızdan değil midir?
Dünya; insanın tekâmül ettiği yer, insanın gerçeği aradığı, fiilleriyle her an Allah’ın(C.C) ezelde sorduğu soruya, evet ya da hayır dediği yer. Fiilleriyle ya O’nu kabullendiği yahut bilerek ya da bilmeyerek inkârda olduğu sırlar ülkesinin adıdır. Dünya; kula sır, Allah’a ayandır. Yine de kulunu her fırsatta uyarmıştır Rabbim:
“ Vaktiyle Rabbin Âdemoğullarının bellerinden soylarını alıp çıkardı ve onlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Onlar da, “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” cevabını verdiler ve böylece Allah onları (bu ikrarlarıyla) kendilerine şahit yaptı. “Bizim bundan (tek bir Allah’a inanmamız gerektiğinden) heberimiz yoktu…” (Ârâf: 172)
demeyin diye bizler hatırlatıyor. Dünya küllî iradenin yarattığı yerdir, biz ise cüz’î irade ile onu şahsîleştiriz. Kulunun ne yapacağını bildiği halde adım adım takip ettiği, “Kulum Beni hep hatırlasın, verdiği sözü unutmasın.” dediği yerdir.
Bazen insan kendine soruyor, “Hazır ruhlar âleminde ‘evet’ demişken, orada kalsaydık, neden buradayız?” diye. İçimizden bir ses de diyor ki; “Sınavdayız… Bir sınav kâğıdı gibidir yaşamak, yazarsan yazarsın doğru cevabı. Bazen yakalar, bazen de teğet geçersin. Bazen tam not alırsın, bazen geçer notla sınıfta kalırsın.”
Hz. Mevlânâ bir rubaisinde ayrılıkla ilgili şöyle diyor “Can ve cihandan ayrılmak güç değil, asıl güç olan Sen’in bulunduğun yerden ayrılmak.” (Asaf Hâlet Çelebi, Mevlanânın Rubaileri, İstanbul 1944, s. 89.) Herkesin ezeli, ebedi kendisidir. Her insan kendi sılasını yine kendinde aramalıdır.
Bir çocuk için annesinden ayrılmak, sütten kesilmek ne ise, ezel âleminden bu fâni âleme göçmek de ruhlar için aynıdır. En büyük acı, en büyük keder en dayanılmaz yaradır. Ve bir anne neştersiz o yarayı keser canınızı istemeye istemeye acıtır.
Biz o ana kucağından, memeden ayrılan çocuk mesabesindeyiz bu âlemde. Dünya denen gurbetteyiz hepimiz. Gerçek gıdamız yine Rabbimizi anmak o kokuyu alabilmek, o sesi duyabilmektir. Kendi içimizde kendimize yol alıp, kendimizle buluşmak, tanışmaktır. Ezel âleminde o sesi duyan kulağımızı, gören gözümüzü, ruhumuzu sorgulamaktır.
Ruhumuz sevgilinin sokağından haber getiren dost gibidir. Belki de o dostun elinde sevgilinin eline sıkıştırdığı bir mektup, söylediği bir söz, bakışlarında O’ndan bir iz vardır. Üstüne kokusu sinmiştir diye ruhumuzu tifter dururuz. Tıpkı Yunus Emre gibi dağ taş dolaşıp, dergâhın eşiğine yatacağımız günün hasretiyle yanar dururuz. Allah cümlemize bu dünya gurbetinden göğsü kabararak, adam olup yuvasına dönen, Hz. İnsan olmayı başaranlardan eylesin. Eylesin ki sılaya dönünce bir suçlu gibi yüzümüz kızarmasın. Mü ‘minin mayası ruhudur, ruh da Allah’ın Cebrail’idir. Cebrail’i duymak, O’na uymak sılaya dönüşümüzdür.
Unutmayalım ki, her gurbet sılada son bulur…
FACEBOOK YORUMLAR