KADER Mİ HEDER Mİ DESEK
Kader deyip avutup, avunup susuyor,
İnsana kıyan insan, susan da, konuşan da biliyor.
Kader!... Kader kavramı insanoğlu var oldukça tam anlaşılamamış, yanlış yorumlanmış ya da eksik yorumlanmıştır. Bu da bizleri, insanın sebep olduklarını bile Allah’a isnat edip, olaylara tevekkül eder hale getirmiş. Hatta bu anlayışın uzantısı, insanımızı hak arayamaz hale getirmiştir. Evet, kader diye bir şey vardır. Bunu, gerçek manada inanan hiç bir Müslüman reddedemez.
Kader nerede başlar insan iradesi ne zaman devreye girer, Allah’ın iradesi nasıl tecelli eder. Küllî irade her zaman tek hüküm sahibi midir? Yoksa kulunun cüzî iradesiyle bazı kararlar alıp eyleme geçmesine müsaade eder mi?
Bir kere kul olarak bize Allah bir akıl vermiş ve o aklımızı kullanarak belli kararlar aldığımız bir irade bahşetmiş. Kıymetini bilirsek. Allah Kur’an’da pek çok ayette akletmez misiniz der.
Eğer her fiili bizim yerimize Allah gerçekleştirmiş olsaydı bu ayetlere ne gerek vardı? diye sorgulamak gerekir.
Tabii ki O’nsuz yaprak kımıldamaz. Tabii ki O’nun iradesinin dışında rüzgâr esmez, yağmur yağmaz, sel olmaz, deprem olmaz. Elbette bütün bunlar, Onun iradesinin ve Onun koymuş olduğu kuralların gereği olarak gerçekleşir amenna.
Bu gün bilim adamlarının yerçekimi dediği kuralı koyan Allah’tır. Siz üçüncü kattan atlar sonra ölünce kaderim böyleymiş demezsiniz, diyemezsiniz. Bu kolaycılık olur. Bu akılsızlık olur. Bu aymazlık olur. Çünkü Allah âlemleri yaratırken her şeyi bir kural üzre yaratmış, her şey birbirine kurallarla bağlanmıştır. Adına da ‘sünnetullah’ demiştir. Yani aklını kullanan bir insan rüzgârın tersine harman savrulmayacağını bilir.
İnsan Allah’ın koyduğu kurallara uygun fiil ve eylemlerle kaliteli bir hayat sürebilir. Uymazsan da bunun tam aksi olur. Nitekim bunun böyle olduğunu ülkemizin güneydoğusundaki on ilimizde yaşadığımız depremle bir kez daha gördük. Ne yazık ki yakın zamanda İzmir depremini yaşamıştık. Yine 1999’da Yalova, Kocaeli, Gölcük 17 Ağustos Depreminin toplum olarak sarsıntısını atlatamadık. Pek çoğumuzda 17 Ağustos tarihi travmalar yarattı ama biz yine de unuttuk.
Ben bir siyasetçi değilim, bilim adamı hiç değilim, din âlimi, sosyolog hiç mi hiç değilim. Sade bir vatandaşım. Bildiğim bir şey varsa biz Allah’ın koyduğu kuralları ne zaman hiçe saysak zarardayız. Üzerinde bulunduğumuz toprakların altında deprem fay hatlarının varlığını neredeyse inkâr edercesine davranıp bin bir dümenle çürük binalar inşa ediyoruz. İmar aflarıyla uygunsuz yapılara izin veriyor, onulmaz, onarılmaz yaralar açıyoruz.
Deprem, sel, maden kazaları, yangınlar vb. gibi ne zaman patlayacağı bilinmeyen bombalarla yaşıyoruz.
Sonra da kader mi diyoruz. Bu yanlış. Bu şuna benzer. Temel bir film izler. Filmin sonlarına doğru, filmin kahramanının atıyla uçurumdan düştüğünü görür, üzülür. Filmi ikinci üçüncü kez izler aynı yerde aynı tepkiyi verir. Bizler de Temel gibi, millet olarak aynı filmi izleyip hep suçu kaderin üzerine atıp, ah vah edip üzülüyor ama ne yazık ki unutuyoruz. Öyle ya sorumlu olan herkes böylece işten sıyırıyor kendini. Ne de olsa heder edilenler için kader deyip geçebiliriz.
Bize yardım elini uzatması gereken irade yani devlet bizi iyi şartlarda yaşatmanın yollarını artık aramalıdır. Dünyada deprem sadece bizde olmuyor. Japonya’da, Meksika’da, da depremler oluyor ama bizim kadar binaları hasar görmüyor, insanları ölmüyor. Hayat tarzı bize uyar, uymaz, Müslümandır, değildir bu beni ilgilendirmez. Adamlar vatandaşı rahat etsin diye sağlam binalar yapıyor. Yani işlerini bir Müslümanda olması gerektiği gibi dürüst ve düzgün yapıyorlar. Biz ise biraz fazla kazanabilmek için nerdeyse kurul kararı ile fay hattının yerini değiştiriyor, dere yatağını naklediyoruz. Biz dürüstlüğü o tozlu raflardan indirmez isek daha çok insan ve emek heder ederiz. Daha çok selde sürüklenene, göçük altında kalana, nefessiz karanlığa gömülen madenciye yanarız. Biz o göçük altına, yıkılan evlerin molozlarına, yangınlarla, sel felaketleriyle ahlak anlayışımızı da gömdük, sürükledik yok ettik. Banknotlar ve koltuk her şeyden daha üstün geldi.
Dürüstlük olmayınca akıl bineksiz kalır. Çünkü o zaman akıl kötü işlere koşulan at gibi nefsin hizmetkârıdır. Hele hele idare edilen toplum cahilse her yapılan yanlışın sonucunu kadere bağlarsın olur biter anlayışı hâkim olur. Bu arada cahil bilgisiz insan değildir, irfan sahibi olmayandır. Hikmet sahibi olmayandır. Bilhassa düşünmeyi bırakan, aklını yormayandır. Dinini hakkıyla bilmeyendir. Bir insana, canım hiç değilse Fatiha’yı biliyor diyerek güvenip sonra uğradığı hezimete kader diyebilendir.
Oysa gerçek Müslüman doğru sözlüdür, adildir, ahlaklıdır. Elinden, dilinden, belinden emin olunan insandır. Ne milletin malına mülküne tamah eder, ne kötü söz sarf eder ne de insanların çocuğuna çoluğuna, mahremine, namusuna kötü gözle bakar.
Müslüman hak yemez, hak yedirtmez bu kim olursa olsun böyledir. Biz evlerimizi, yolumuzu, hastanemizi, hava alanımızı, okulumuzu, cadde ve sokaklarımızı ülkenin jeolojik şartlarını göz önüne alarak yapsaydık bu kıyameti yaşamazdık. Bu kadar emek ve parayı ülkenin başka ihtiyaçları için kullanır, kim bilir gençlere iş alanları açabilirdik. Son yaşadığımız depremle hiçbir ilimizin acil durum planı ve acil toplanma alanları olmadığını da yaşayarak görmüş olduk.
Bunun adı kader olamaz. Bu bildiğin heder, insan kıyımı, bu bir cinayettir. Allah koyduğu kuralı kimse için bozmaz. Şimdi bu binaları inşa edenler, uygunsuz projelere olur verenler imar planlarını oy sandıklarına göre çizenler ceza almayacaklarını üç aşağı beş yukarı biliyorlardır. Merak ettiğim acaba gece rahat rahat yastığa başını koyup uyuyabilecekler mi?
Müslüman kaderci değil, gayretli olup sonra tevekkül edendir.
Biz eşeğimizi sağlam kazığa çakmadık ki, tevekkül edelim…
FACEBOOK YORUMLAR