HATIRALARIMIZ VE KAR SICAKLIĞI
Kar yağdı hepimizin evinde bir şenlik, bir düğün havası esti. Sanki yıllardır kavuşamayan iki sevgilinin buluşmasına şahit olmak gibi bir haldi hepimizin hali. Kar uzun zamandır beklenen Yemen gazisi gibiydi. Hani yıllarca esir kalmış, evin yolunu bulamamış, eli yüzü kir pas içinde, saçı sakalı ağarmış, uzamış tanınmaz halde ama gözler aynı gözler sadece çok yorgun ve bitkindir ya hani. Bizim kar da tıpkı Yemen’den gelen gazi gibi gözleri bakışı aynı lakin çocukluğumuzun karlarından en ufak bir kırıntı, esâme kalmamış.
Çocukluğumuzun karlarını bir düşünsenize, bembeyaz sokaklar, şıkır şıkır gelinlikli kızlar gibi ağaçlar duvaklarını takınmış, kuaförden yeni çıkmış, kırmızı kuşağını beline kuşanmış, bakir, el değmemiş, kapıda damat bekleyen gelinler gibi. Biz çocuklar içinse sokakta kartopu demek, birbirimizi kartopu savaşında yenmek için koşmak, birbirini kar üstünde yakalamak, elini yüzünü kara bulamak ya da ayağımızda kaymaya müsait naylon bahçe ayakkabılarıyla yokuş aşağı bırakmak, ıslanmak, eli ayağı buz tutmak demekti. Bizim için eve gelip üşüyen parmaklarımızı annemizin koltuk altında ısıtmak, soba borusuna sıkı sıkıya sarılmak denmekti. Uzun kış akşamları, yıldızların süslediği gecelerde sokaklardaki karın aydınlığında konu komşuya yapılan akşam gezmeleri, sokak köpeklerinin boş sokaklardaki yankılanan havlama sesleri demekti. Kar demek Dondurmacı Sabri Amca’nın kar çukurunu karla doldurup yazın dondurması, ekmek parası; bizim için bir külah satın alınmış mutluluk ve Sabri Amca kokulu dondurmaydı.
Komşumuz Naciye teyzelerde yenen kuzinede pişmiş mis gibi tuz-karabiber arkadaşı patates, soba üstünde elekte patlatılmış baharın papatyaları gibi pıtır, pıtır etrafa saçılan beyaz mısır taneleri, Bursa kokan ince çizilmiş kestaneler, ortaya bir sofra üstüne konulan meyveler, kuru yemişler çerezler demekti. Sıcacık ince belli bardaklarla çoluk çocuk içilen dost tadında gece gülüşlü, şıkır şıkır şekerli çaylar, çocukların da dâhil olup dinlediği çayla demlenen, gecenin koyuluğundan daha koyu masallar, sohbetler. Gecenin ilerleyen saatlerinde ortaya serilen sofrada yenilen beyaz hamura inat renk cümbüşü, kışın soğuğundan daha acı kırmızıbiber karabiber bombası, karadut ekşisiyle tatlandırılmış çorbasıyla baş tacımız Arabaşı’mızla gece yeme faslına son verilir. Ama Naciye teyzenin masalı bitmeden kalkılamaz yoksa biz çocuklar hep birden iktidarı beğenmeyen illegal bir örgüt gibi hemen isyan ederdik.
Aslında kar hepimizin çocukluğundan tanıdığı, özlediği bir yüzdür. Çocukluğumda; konu komşunun tarımla uğraştığı ancak kış geceleri buluşulup uzun uzun sohbet etme imkânı veren muhabbettir kar. Kış demek, genç kızlar için yazın bağda bahçede dalların üzerinde vişne, elma toplarken kurduğu güzel bir yuva hayaliyle sıcak soba başında mırıldayan; halinden memnun, müşfik kediler gibi çeyizler yapmaktır. Tülbentler oyalamak, danteller örmek geleceğe atılan ilmeklerle hayaller dokumak, geleceği örmek demektir. Bir araya gelen genç kızların, parmaklarına doladıkları iplerle örgü yarışları hep kışın sıcaklığının bizlere armağanlarıdır.
Okul hayatımız da yazlık kışlık diye ikiye ayrılırdı. Kışın okula gidebilmek için önce gece boyunca yağan karın kapattığı kapı önünün kürekle kürenmesiyle güne başlanırdı. Büyükler için zorlu bir başlangıç olan gün, biz çocuklar için okulda oynanan oyunlar, okul önünde satılan sıcak susamlı simit, Dondurmacı Sabri Amca’nın okul önüne koca bir siniyle getirdiği şambali tatlısı demekti. Karın üstüne yatıp ertesi güne belki de ertesi teneffüse kalmayıp silinen ama dimağımızdan hiç silinmeyecek, hatıralarımıza derin izlerle kazıdığımız, izler demektir. Sokaklarda oynayıp akşam sobanın sıcağında radyo hoparlöründen dinlediğimiz hikâyeler, hayalimizde müşahhaslaşıp vücut bulması belki de kendi hikayelerimiz oluvermesiydi. Kar bizim için bu kadar güzel anlamlar ifade ederken büyükler için biraz sıkıcı, biraz zorlayıcı, biraz daha meşakkat demekti. Tabiat ananın kollarını iki yana yatırıp yıldızların altında geceyi yaşayan insanlar gibi yorganı kafasına çekip dinlenmek, ilkbahar için dinçleşmek, yeniden doğmaya hazırlanmak demekti. Kış bembeyaz örtüsüyle temizliğin timsali, saflığın, arılığın görünen yüzüyken o dahi yalancı aynalar gibi güneş çıkmaya başlayınca toprağa karışır ve gelinliği unutmuş, iş güçten kendine bakamaz hale gelmiş kadınlar gibi eli yüzü çamura bulanır. İlkbahar ve çiçekler ne kadar çok renkli, mutluluk verici olsa da kıştan bahara geçiş çok sevimsiz ve neşesizdir. Tıpkı ölüm döşeğinde Azrail’ini bekleyen hasta gibi tabiat ağlayıp inleyerek can çekişir, gözünüzün önünde erir, yemez içmez, terk eder, yok olur.
Biz her biten şeye üzülürüz, her ölüm erkendir. Kış ilkbaharın önünü kürüyüp açan kürek, bahara tabiatın hazırlığıdır. İnsanoğlu baharda renk renk açan çiçekleri, yemyeşil çimenlerde oynaşan kuzuları yeşeren çiçeklenen ağaçları, ağaçlarda öten kuş seslerini işitip görünce çok sevdiği kışı unutuverir. Ânı yaşamak, zamanı ıskalamamak da bunu gerektirir. İnsan ibnülvakt olmayı bilmelidir. İnsan içinde bulunduğu ânı yaşarsa geçen günler için âh ü vâh etmez.
Her doğan gün, aldığımız her nefes insanoğluna Allah’ın bir lütfu, armağanıdır. Günün kıymetini bilmemek Allah’ın armağanını kabul etmemektir vesselam. Her günün kıymetini bilmek, aldığımız her nefesin hakkını vermek dileğiyle…
FACEBOOK YORUMLAR