GOSTİVAR’DAN SELAM VAR!
“Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.”
Ne güzel bir söyleyiş değil mi? İnsan, zaman zaman geçmiş günleri hatırlayıp, yâd ediyor. Bu, hemen hemen hepimizin yaptığı bir şey olsa gerek. Geçmiş, hepimizin hayallerini süsler, bir gölge gibi bazen yanı başımızda, bazen ensemizde, bazen omzumuzda, bazen de en tepemizde ama hep el altında tuttuğumuz bir altın çıkını, bir mücevher sandığıdır. Lüzumu halinde hemen ortaya çıkıverir siz isteseniz de istemeseniz de. Nereden çıktığını, nasıl içinize yerleştiğini, maksadının ne olduğunu bilemezsiniz. Ben de nereden çıktığını bilmediğim o geçmiş günlere gidip gidip geliyorum. Bu defa da, serhat boylarından tanıştığım bir otobüs çocuk, arasında buldum kendimi.
Serhat boylarımız deyince Balkanlardan bahsediyorum Eski mi yeni mi yazdıklarımızı okuyunca buna sizler karar verin. Yıl 2oo5’ti ve Makedonya Gostivar’dan bir otobüs çocuğu ağırlama şerefine nail olmuştuk. Manisa Aydınlar Ocağı ile Gostivar’dan, ADEKSAM (Abdul Hakim Hikmet Doğan) isimli derneğin ortaklaşa yapmış olduğu bir projeydi bu. Manisa Aydınlar Ocağını, Manisalı olup da bilmeyen yoktur, en azından kültür camiasıyla içli dışlı olan herkes bilir. Sayın Emrehan Küey Beyefendinin Aydınlar Ocağı Başkanlığı döneminde Ocağın daveti üzerine bir otobüs öğrenci, ana vatanlarını ziyarete gelmişti.
ADEKSAM ise, balkanlarda azınlık olarak yaşayan, öz be öz Türk olan soydaşlarımızın, gençlerinin, çocuklarının, milli benlik ve şuurunu diri tutmak için kurulmuş, vatan sevdalısı gönüllülerin hizmet ettiği bir dernekti.
Ana vatanı ziyarete gelmiş, vatan toprağını görmenin heyecanıyla yüreği pır pır eden bir otobüs çocuk düşünün. Kim bilir ne hayaller kurmuşlardı ana vatana gelene kadar, nasıl bir özlemdi o, nasıl bir coşkuydu… Düşündükçe içimi sevinçle beraber bir hüzün kaplar. Çocukların yaşlarına gelince ilkokul 1. Sınıftan başlayıp, Ortaokul son sınıfa kadar her yaştan çocuk vardı. Gözlerindeki mutluluğun tarifi mümkün değil, anlatılmaz yaşanır cinsten. Hani filmlerde gurbetten dönenler, sınırdan yurduna girer girmez yere kapanıp vatan toprağını öperler ya, aynısını o çocukların masum gözlerinden okuyor, ’Vatanımız çok güzelmiş’ diyen sözlerinde, kibirle karışık seslerindeki gururdan anlayabiliyordunuz. Gözlerini fal taşı gibi açmışlar, her yeri inceliyor, didik didik ediyor, her şeyi soruyorlar, vatanlarıyla ilgili her şeyi öğrenmek, görmek istiyorlardı. Adeta zihinlerinin bir bölgesini süpürüp temizleyerek gelmişler, oraya bütün gördüklerini, duyduklarını nakşedip, depoluyorlardı.
Biz ise ailecek, misafirlerimizin burada bulunduğu süre içinde, kendimizi onlara vakfetmiştik. Sabah kahvaltı hazırlığıyla başlayan, öğlen, akşam yemek servisi ve tabii ki o kadar kişinin bulaşıklarının yıkanması işi ile son bulan bir tempoydu bu ve ailecek bizim hizmetimizdi. Yemek servis kısmı değil ama bulaşık kısmı biraz bizi zorlamıştı. Gözünü sevdiğim kâğıt tabaklar imdadımıza yetişmiş nefes almıştık. Bunları yaparken onlarla çok güzel anlar da yaşamadık değil. En büyük yardımcılarımız ise kızım, kızımın okuldan arkadaşı Duygu kızımızdı. Onlar da üniversite sınav sonucu bekleyen birer üniversite adayıydı. Misafirlerin sabah kahvaltıları ve diğer yemek servislerinde kızlarımızın çok yardımları olmuş, hele hele sabah kahvaltıları bu iki kızımızın sorumluluğundaydı. Çünkü biz öğretmenler henüz tatile girmemiştik.
Bir gün programlarındaki boşluktan yararlanıp onları bize davet ettik, o zamanki evimiz İzmir caddesi üzerinde dört katlı bir binanın üçüncü katıydı. Çocuklar otobüsten inerken mahallemizdeki çocuklar, misafir çocuklarımızın duyacağı bir perdeden ‘Makedonlar gelmiş’ diye söylemişler, eve gelen çocukların yüzünden düşen bin parça. Ne oldu çocuklar deyince, ‘ aşağıdaki çocuklar bize Makedon dedi Melek teyze, biz Makedon değiliz ki, biz Makedonya’da yaşayan Türkleriz’ demişlerdi. Bunu söyleyen çocuklar, bizim çocuklara adeta hakaret etmiş, küfretmişlerdi. Onlar için bu böyleydi. Evet onlar haklıydı. Biz büyükler misafirlerimizle yatma vaktine kadar hep birlikteydik. Bizim çocuklar ise onların kaldığı Manisa Lisesi yatakhanesinde kalıyor, gece boyu sohbet ediyor, birbirlerini daha yakından tanıyorlardı. Yatakhane olur da şakasız olur mu hiç? Birbirlerine unutulmaz şakalar yapmışlar, birbirlerini yüzlerini boya kalemleriyle boyamış, erken uyuyanların yüzüne tıraş köpüğü sıkmışlar eğlenmişlerdi. Şimdi akıllarına geldikçe hala gülümserler. Birlikte on gün geçirdiğimiz çocuklarımızın başlarında, iki öğretmen ve ADEKSAM Dernek başkanı vardı.
Son günlerde çocuklarla samimiyetimiz ilerlemiş, isimlerimizle hitap etmeye başlamıştık. Eşim onlardan bir ortaokul çocuğuna biz oraya gelsek bizi nerede ağırlarsınız, nerde kalabiliriz deyince, Muhammed hiç düşünmeden ‘tabii ki bizde’ dedi. Eşim peki Gostivar’a temelli yerleşmek istesek, nereye yerleşiriz, ne iş tutarız deyip sınırları son kertesine kadar zorlamış ama işe yaramamıştı. Yine aynı çocuk ‘bizim evde hep birlikte yaşarız’ ‘Babamın köfteci dükkânı var orada hep birlikte çalışırız, hepimize yeter, geçinir gideriz’ dedi. Biz onlara, Türk olmayı bile yakıştıramazken ve çocuklarımızı bu konuda gerektiği gibi eğitmemişken, küçücük bir çocuğun bonkörlüğü, alicenaplığı eşim ve beni çok duygulandırmıştı.
Sayılı gün çabuk geçermiş ve günler çok çabuk geçmişti, biz de ayrılığa yaklaşmıştık. Ayrılmadan bir gün önceydi sanırım, o günkü Vali bey bizi makamına kabul etmiş, çocuklara ikramlarda bulunmuş, hediyeler vermişti. Çocuklar da valiye minnetlerini göstermek istediler ve şiirler okudular. O gün il genel meclis başkanımız olan Hayrullah Solmaz Beyefendiyi yerinde ziyaret etmiştik. Hayrullah Bey çocuklarımızla tanışmış, onlarla sohbet etmiş ilgilenmiş, ikramlarıyla çocuklarımızı ağırlamıştı. Misafirlerimiz de minnet ve teşekkürlerini göstermek için olsa gerek. Öğretmenleri çocuklardan birisine işaret ederek bir şiir okumasını rica etti. Bizler sessiz bir halde okunacak şiiri beklerken bir de baktık ki, çocuk yere diz çöktü ve Amenerresulu ayetlerini okudu. Öğrendik ki çocuklara sureleri öğretirken de şiir telakki ettirilerek talim ediliyor. Sonra söz döndü dolaştı bir şekilde Türkiye sınırlarının güvenliğine gelince henüz ortaokul 1. Sınıf çocuğumuz dedi ki
‘SİZ VATANIMIZDA RAHAT UYUYUN, BİZ ORADA SERHAT BEKÇİSİYİZ, BİZİ EZİP GEÇMEDEN, KİMSE SİZİN KILINIZA DOKUNAMAZ’.
Evet onlar, bizim serhat bekçilerimizdi. Bu söz salonu bir anda sessizliğe boğdu, unuttuğumuz, özde kaybolmuş, sözde kalmış kardeşlik duygularımızı bir anlığına da olsa harekete geçirmiş, iki damla yaş olup süzülmüştü yanağımıza. Karşılıklı Hediyeler verilmiş, toplu olarak fotoğraflar çekinilmiş ve ziyaretimiz nihayet son bulmuştu.
Ve biz yorucu ama bir o kadar da keyifli bir 10 günün sonuna gelmiştik. Bizler de Aydınlar Ocağı olarak onlara hediyeler hazırlayıp verdik. En çok Türk bayrağı istemişlerdi. Orada bulamıyoruz bize bol bol bayrak alın demişlerdi. Bol miktarda bayraklar alınmış, hediye çantalarına ilk önce onlar konmuştu. Ben ve birkaç arkadaşım, birlikte gelen çocukların anneleri için birer yemeni oyalatmıştık. Bu konuda bana O zaman öğretmenlik yaptığım Kemal Pınar ilköğretim okulunun velileri çok yardımcı olmuşlardı. Hatta velilerden birkaç tanesi benim gönderdiğim oya ipiyle, yemeniyi geri göndermiş, onlar bizim de kardeşimiz diyerek, yemeniyi kendileri almış yapmışlardı. Demek ki hala duyarlı insanımız da yok değildi hani. Onların sayesinde her çocuğun annesine bizden bir hatıra gönderebilmiştik. Aradan yıllar geçmiş olsa da, bu vesileyle o okulun güzide velilerine şükranlarımı sunar teşekkür ederim. Bir teşekkür de o günkü Belediye Başkanımız olan Bülent Kar beyefendiye edilmelidir. Çünkü çocuklarımızı tekrar serhat boylarına gönderirken 8 Havuz meydanında belediyenin Mehter takımının o heybetli, o davudi nağmeleriyle uğurlamıştık. Bu sırada Manisa halkının da çocuklarımıza karşı müthiş bir teveccühü ve tezahüratı olmuştu. Misafirlerimiz giderken, her ayrılık da alışılmış olan, o mutat, alışılmış usullere biz de tabi olmuştuk. Bizler de birbirimizin adres ve telefon numaralarımızı aldık, verdik. Hala çocuklarımız serhat bekçilerimizle görüşürler. Çocuklar dediğime bakmayın onlar da büyüyüp adam oldular. Hepsi birer meslek sahibi genç, iş güç sahibi bireyler. Bu çocuklarımızın bazıları üniversite tahsilini ana vatanlarında yaptılar. Biz onları Allah için çok sevdik çünkü onlar bizim bir parçamız ve daha da önemlisi onlar bizim geleceğimizdi. Onlar bizim kanımız, canımız, bizim ayrılmaz parçamızdı. Unuttuklarımız, arada bir televizyon çekimi yapıp vicdan rahatlattığımız, gidip oraları görüp, döndüğümüzde unuttuklarımızdı onlar. Ama onlar bizdik! Et tırnaktan ayrılır mı hiç?
O gün, bir daha anlamıştım ki biz ana vatandık. Bizler, ana gibi davranmalı, daha çok çalışıp daha az uyumalıydık. Anneler az uyur, çok çalışır, rağmen ve karşılıksız sever, karşılıksız verir, iyisiyle kötüsüyle bütün evlatlarını bir tutar, tutması da gerekir. Allah’a çok şükür, bizim evladımız da çok, serhat bekçilerimiz de çok. Sadece Balkanlarda değil, aynı bilinçte olsun olmasın artık dünyanın her yerinde soydaşlarımız, kardeşlerimiz var. Mademki onlar, serhat bekçilerimizdi, mademki bizim kanımız canımızdı, onların arkasında kale gibi dimdik duran bir anavatan olmalıydık. Bizim hangi konuda olursa olsun, zayıf olma, zaafiyet geçirme, geri kalma gibi bir lüksümüz yok sevgili dostlar. Ana sağlam durursa, evlatlar yıkılmaz, Ana bugündür, evlat yarındır, gelecektir. Geleceğimize; gözümüzün bebeği gibi bakabilmek, koruyabilmek, umuduyla…