Melek DÖRTBUDAK

Melek DÖRTBUDAK

[email protected]

AMEL  DEFTERİ  KAPANMAYANLAR

09 Kasım 2022 - 19:21

AMEL  DEFTERİ  KAPANMAYANLAR

Nasıl gelirim, mahşerde karşına, Ya Rab!
 Boynum bükülür, defterim dürülür. Korkarım!

Sahih kaynaklara göre Peygamber efendimiz(S.A.V.) şu üç güzel şeyi yapan kulun öldükten sonra da amel defterinin açık kalacağını söyleyerek, bize müjde verir:
“İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”
buyurmuştur.
Bu dünyaya gelen herkesin, inanıp iman etmesi gereken kitap tektir, Kur’an-ı Kerim’dir. Defter ise sayısız, sonsuzdur. Amellerimizin kayıt altına alındığına inandığımız defter.
İyi evlat yetiştirmek için zengin olmanıza gerek yok. Zenginseniz, sadaka-i câriye, yani toplumun sürekli yaralanacağı binalar, çeşmeler, yaptırabilir, vakıflar kurabilirsiniz. İlim ehliyseniz arkanızda, insanların yararlanacağı eserler bırakabilirsiniz. Bireysel anlamda her kul şu üç şeyden birini yapabilirse amel defteri hep açık kalacaktır. Bu benim sözüm değil, Resulullah’ın vaadidir.
Peki devletler söz konusu olunca durum farklı mı?  Pek sanmam. Çünkü devleti bir insan gibi düşünmek ve bütün organlarıyla dinamik tutmak sağlıklı toplumlar, milletler için zaruridir. Bir milleti tek bir vücut olarak ele alırsak her birey o vücudun bir hücresini, bir organını oluşturur. Devletler ise o toplumun beynidir, ruhudur. Beyin zeki, çalışkan, nereye nasıl emir vereceğini hangi organa hangi işleri yaptıracağını bilmelidir. İyi işler yaparsa amel defterine güzel şeyler yazdırır.
1. Sadaka-i Câriye:
Devletleri yöneten hükümetlerin sadaka-i câriye’yi yerine getirmesi zaten belli başlı görevlerindendir. Vatandaşı için; ücretsiz yol yapar, hastane, postane, okullar, devlet kurumları, ibadethaneler daha pek çok kurum binasını nüfusuna oranla, yeterli miktarda inşa etmeli. Bunu yaparken bünyesinde barındırdığı her dinden, her anlayıştan vatandaşına aynı nazarla bakabilmeli, ayrıştırıcı değil birleştirici olarak işleyişini planlamalıdır. Bu onun vazifesidir.
Bir devlet bunu ne kadar layıkıyla yaparsa amel defteri de o kadar açık kalır. Ömrü o kadar uzun olur. Bizler de yapılan her iyi şeyle mutlu olur vergilerimizin güzel işlerde kullanılmasından memnun kalır, mesrur oluruz. Nasıl ki ülkemizde bir Mimar Sinan eserine gördüğümüzde hayranlık duyup, yapana ve yaptırana dua ediyor, muhabbetle anıyor ve ecdadımızla gururlanıyorsak, bunun tam aksi olduğu zaman da üzülmemek içten bile değil. Yaptığımız işler sadece işlevsel değil aynı zamanda da zamana karşı dayanıklı ve bir o kadar da estetik olmalı ki zaman geçtikçe değeri artsın.
2. Faydalı İlim:
İlim deyince hemen Hz. Muhammed Mustafa(S.A.V.) efendimizin “İlim müminin malıdır nerede bulursa alır” ya da “Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu da ilimdir.” sözlerini hatırlamamak gaflet olur.
Demek ki bu dünyada rahat etmenin, öbür dünyada cennete gitmenin yollarından biri de ilim sahibi olmak. Zaten Allah(C.C.), Zümer  sûresi 9. ayeti ikinci kısımda  “Ey Peygamber de ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler; bu bilince sahip olanlarla olmayanlar bir olur mu? Fakat düşünüp öğüt alacak olanlar ancak akıl sahipleridir.” idrak sahibi olanların, ancak bilgili, akıllı insanlar olduklarına vurgu yapılıyor.
Bugünlerde bilgiye ulaşmak oldukça kolay görünse de sağlam bilgiye ulaşmak, altını kumdan, çakıldan, çamurdan ayrıştırmak kadar zor. Zamanımızın bizlere cömertçe sunduğu telefon, internet gibi bilgiye ulaşım kolaylığı sağlayan enstrümanlar kimi zaman bizleri yanlış yönlendirebiliyor.
Belki de burada suç biraz bizim, biraz eğitim sistemimizin. Doğru bilgiye nasıl ulaşılır, bilginin doğruluğunun sağlamasını nasıl yaparız öğrenmemiz, insanımıza öğretmemiz gerekir. İşte burada da âlimlerimize çok büyük görevler düşüyor. Bir toplumun tüm bilim dallarında güvenilir, nazik, doğru sözlü, dürüst donanımlı sağlıklı düşünen ilim ve fikir adamlarına ihtiyacı vardır. Onlar öncelikle topluma güven telkin eden kişilerden oluşmalı. Sonra bizler de söylenenlerden çok, işin ana kaynağına başvurma hususunda kararlılık göstermeliyiz. Bir millet tarihini, bir vakayı, önemli bir şahsiyeti sinema filmlerinden, dizilerden, romanlardan tanıyabilir ama doğru bilgiye ulaşıp öğrenemez. Netice itibariyle bunlar birer kurgudan ibarettir. Bilgi vardır insanı insanlıktan çıkarır, bilgi vardır tüm insanlığı kucaklar, iyileştirir. Biz bireyler bunlara dikkat ederken devletler de bilim adamı yetiştiren kurum ve kuruluşlara bir baba şefkatiyle yaklaşmalı, âlimin fikirlerine saygı göstermeli, yanlış yönlendirmemelidir.
Bir ülke kendi bilim adamını, kendi fikir adamını yetiştiremiyor, ilim ve fenni hayatına, yaşayışına aktaramıyorsa, o zaman yok olmaya mahkûmdur. Bu da Cenap Şahabettin’in şu veciz sözünü hatırlatıyor. “İlim öğrenilen değil, yaşanandır. Yaşanmayan ilim, geçmeyen para gibidir.” Sadece bizim değil tüm milletlerin yaşamak için ilme, âlime, bilime, bilmeye hava-su gibi, tuz-ekmek gibi ihtiyacı var.
Hz. Yunus ne diyordu
“İlim, ilim bilmektir,
İlim, kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır.”

Bu bir insanın, bir milletin kendini tanıması; geçmişini bilmesi, bugünü tanzim edebilmesi ve geleceği öngörebilmesinin yegâne şartıdır.
Bir devlet, ayrıştırmadan, birlik ve beraberliğin teminatı olan vatandaşları arasında zeki,  çalışkan insanlarına siyasi görüş ya da etnik kimliğine bakmaksızın imkânlar sağlamalıdır. Tabii bu imkânlar bir masa bir sandalyeden ve bankamatik kartı veya sağlık cüzdanından ibaret değildir.
Bu topraklar bir zamanlar büyük âlimlerin, devlet eliyle davet edilip ağırlandığı bereketli topraklardı. Selçuklu sultanları, Osmanlı padişahları ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Rahmetli Atatürk, dünyanın pek çok yerinden bilim adamı ve âlimleri kendi bünyesinde toplama bahtiyarlığına erişmiştir. Yoksa ecdat bugünlere ciltlerce el yazması eser bırakabilir miydi?   Devlet âlime karşı cömert olmayı bildiği sürece, bir milletin sırtı yere gelmez. Amel defterimiz de, âlimlerin insanlığa sağladığı katkılarla kıyamete kadar hep açık kalır.
Şeyh Sadi, “İlim öğrenip de amel etmeyen kimse, çift sürüp de tohum ekmeyene benzer.” diyor…
Dünya hayatı, inancımız gereği ahiret hayatımıza hazırlık değil midir? Sürüp, sürgüleyip, hem bireysel hem millet olarak ilim, irfan, iyilik güzellik tohumlarını attığımız cennete yoldur.
3. Hayırlı Evlat:
Millet ve devlet olarak iyi evlat ve eğitimli bireyler yetiştirmek birinci hedefimizdir. Hatta “Evlat aziz, terbiye daha aziz.” diyerek edebe, terbiyeye vurgu yapılır. Biliriz ki iyi evlat toplumda kendisine saygın bir yer edinir. Sevilir sayılır. Ve biliriz ki evlat toprağa iyi atılmış tohum gibidir. Arkanızdan yeşerir, cennet bahçenizde dualarıyla sürekli açan bir gül olur. Bütün bunların ötesinde Allah’ın nezdinde makbul bir kul yetiştirmek bizim mesuliyetimizdir. İyi evlat cennetin nimetlerine uzanan o kutlu yolda yürümemizi sağlar.
Çocuklarımıza karşı sadece biz ebeveynler değil, devletin de yükümlülükleri var. Hepimiz biliyoruz ki devlet, herkese eğitimde fırsat eşitliği sunmak mecburiyetindedir.
Gençlerimizi geleceğe hazırlarken zamanı yakalamalıyız. Çağımız ilim, fen ve makineleşmeyi geçmiştir artık. Bilişim ve uzay çağını yaşamaktadır. Eğitim kurumlarımızın tamamı bu çağı yakalayabilmiş mi bakmak gerekir. Okullarımızı, hayatta kullanabileceğimiz bilgiyle kucaklaştırmalıyız. İnsanlık yararına hayal kurabilen ve hayallerinin peşinde koşan, kendi milletini tanıyan, tarihini bilen, kültürüne, töresine, geleceğine sahip çıkan ve dinini bilen kaliteli, şahsiyet sahibi, donanımlı gençler yetiştirmeliyiz.
Bu gençleri arkamızdan bizlere dua eden, bizi iyilikle anan bireyler olarak yetiştirmek, bizlerin ve yüce devletimizin birinci vazifesi olmalıdır. Zira gençlik, bizim geleceğimizdir. Devletin ve milletin bekasıdır. Onları kendi köklerinden, doğru bilgilerle besleyip, hiçbir çocuğumuzu merdiven altı kurum ve kuruluşların bilinmeyen emellerine,  insafına bırakamayız. Bırakmamalıyız. Bu gibi yapıların tarih boyunca bizlere ne kadar çok zarar verdiğini en iyi biz biliriz. Ben seksenleri, 12 Eylül’ü, 15 Temmuz’u yaşamış biriyim.
Zamanın gerisinde kalmadan daima ileriye gidecek nesiller yetiştirmek, bu topraklarda yatan, bu toprağı kanıyla sulamış, toprakla hercümerç olmuş ecdadımıza da boynumuzun borcudur!
Yine bir 10 Kasım!  Milletinin istiklâli için canını dişine takmış, savaş meydanlarında at sürmüş, milletin geri kalmışlığına, cehaletine savaş açmış, hür ve müreffeh bir Türkiye yaratmak için çalışan bir liderin ölüm yıldönümü. Ülkesinin yoklukla savaştığı zor zamanlarında okullar açmış, fabrikalar, barajlar kurmuş, en önemlisi milletine güvenip Cumhuriyeti kurmuş bir devlet adamının, bir askeri dehanın Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümüdür. 
Yukarda bahsettiğim ‘defterin kapanmaması’ tam da buydu işte. Bu millet, siz öldükten sonra da sizi hiç görmemiş çocuklarına isminizi öğretip, sizi iyiliklerle yâd ediyorsa, siz Allah’ın indinde de, milletin huzurunda da kutlu ve amel defteri ilelebet açık kalacak salih kullarsınız demektir. Atam sen yaptıklarınla hep bu milletin gönlünde ve dualarında olacaksın. Bizler Türk milleti olarak o yüce emanetin olan Cumhuriyete sahip çıkacak, seni yüreğimizde daima yaşatacağız. Yaptıkların için sana minnettarız. Seni hayırla ve rahmetle yâd ediyoruz.
Tüm hissiyatım ve kalbimle isterim ki amel defterlerimiz ilânihâye açık kalır.
 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum