Mehmet Burak ÇERİ

Mehmet Burak ÇERİ

[email protected]

ZAVİYELER 2: Çölün Son Melikesi

28 Ağustos 2023 - 10:42

ZAVİYELER 2
Çölün Son Melikesi
 

            Palmira son savunmasını yapıyor, Roma askerlerinin ayakları altında kirletiliyordu. Çölün ortasındaki bu vaha büyükçe bir kinle yakılıp yıkılıyordu. Şehrin çığlıkları geceyi yarıp geçiyor, Roma’nın askerleri ise bütün kiniyle şehri öldürüyordu. Aurelianus, Palmira’nın ölüm hükmünü vermişti.
            Büyük kraliçe Zenobia ise şehrin en uzun kulesinde şehrin çığlıklarını duyuyor, yanışını izliyor, halkının katledilişini izlemek zorunda kalıyordu. Oğlundan umudunu kesmişti bile. Kapısını ise Aurelianus’un askerleri tekmeliyor, bu ağır kapıyı açmak zor olsa da deniyorlardı. Zenobia yanında bulunan iki korumasından birine kendisini öldürmesi için emir verdi.     
            Zenobia camdan dışarı baktı. Beyaz taşlarla kurulmuş bu gelin gibi şehir ateş kırmızısına boyanmış yavaş yavaş ölüyordu. Şehrin tüm beyazlığı kızıla boğulmuştu. Zenobia tekrar korumasına döndü. Artık ölümün karşısında dimdik duruyor, adeta nefesini yüzünde hissediyordu. Bilinci bu hengâmenin sıcağında erimişti.
            Zenobia, Aurelianus’un eline düşmektense ölümü göze almıştı. Halkı, devletini ve Palmira’yı kaybetmişti. Ordusuyla at sürmüş, ölüme meydan okumuş, nice büyük şehirleri devletine katmıştı. Mısır’ın mücevheri artık dünyadaki son saniyelerini yaşıyordu.
             Koruma olan asker kamasını çıkardı. Elini Zenobia’nın diri ve beyaz teninde gezdirdi. Bu sütun gibi, tanrıçaları kıskandıracak derece dillere destan güzelliğe sahip kadını, ne yazık, öldürmek zorundaydı. Bir elini Zenobia’nın boşluğuna koydu diğer eliyle kamayı Zenobia’nın böbreğine soktu ve kamayı bir tur çevirdi. Zenobia ses dahi çıkaramadı. Sadece ağzından acılı ve kesikli bir tıslama çıktı. Arkasındaki su dolu küvete düştü. Kanı küvetteki suyu yavaş yavaş kızıla boyuyor, Zenobia’nın bembeyaz bedeni yavaşça bu kızıllıkta kayboluyordu.
Çölün gelini Palmira’nın, Palmira’nın gelini Zenobia’nın yolculukları burada son bulmuştu.
       Zenobia vücudundaki kanın çoğunluğu boşaldığı vakit biraz titreyerek, hırlayarak sesler çıkarıyordu. Sonunda ruhu bedeninden sökülmüştü.
Zenobia gözlerini açtı. Yeşilliklerle kaplı tepelerin olduğu bir yere gelmişti. Tek tük ağaçlar, tatlı esintiler içinde bir yerdeydi. Deminki acının ve kederin ağırlığı hala zihninde, üzerindeydi. Bir rüyadan uyanmış gibi hisseti. Rüyadan uyandıysa burası neresiydi?
        İçinde büyük bir mağlubiyetin ve kaybetmişliğin acısıyla yere oturdu. Ayalarını serin çimliğe bastırdı. Ruhu biraz da olsa dinginleşmişti. Ancak yaşadığı vahşetin kanlı tadı hala genizinde duruyordu.
Biraz sonra yanına iri yarı, elleri siyahlı bir adam geldi. Zenobia bu kişiyi fark edince biraz irkilerek biraz da merakla ayağa kalktı. Zenobia çok fazla şaşkın değildi. Üzerinde telafisi mümkün olmayan ağır kayıpların acısı olduğundan bu kişiye şaşıramadı. ‘’Sen nesin?’’ diye bir soru sordu.
         Elini Zenobia’nın omzuna koydu. Zenobia’nın omzuna is lekesi bulaştı. Bu gelen kişi Promethe idi. Ancak Promethe kendini tanıtmadı. Zaten kendi adını bilmiyordu. Ama ne yaptığını biliyordu. ‘’Ben ateşi elleriyle çalan, demiri ve madeni işlemeyi insana öğretenim.’’ dedi.
Zenobia durdu. ‘’Sen bir peygamber misin?’’
            Promethe ‘’Burada cevapların bir önemi yok. Hükmün verileceği yer burası, ama bizim cevaplarımız kimsenin umrunda olmayacak.’’
          Zenobia gözlerini yere çevirdi. İçindeki acı hala duruyordu. Cinlerin, iblislerin karıştığı vahşi bir rüyadan uyanmış gibiydi. Bu iblis Aurelianus idi.
Promethe sert bir üslupla soruyu sordu. ‘’Zenobia, Çölün melikesiydin, kraliçelerin en güzeliydin, dillerden dile dolanıyordun. Mısır’ın kraliçesi ilan etmiştin kendini. Oğlunun Sezar olduğunu ilan ettin. Peki şimdi ne oldu? Halkını korumayı becerebildin mi? On yaşındaki oğlun ne kadar da heybetli bir Sezar oldu değil mi?’’
          Zenobia’nın içinde azalan deminki acı bir anda alevlenmiş, ağırlaşmış, adeta göğsünü taşıyamaz hale gelmişti. Bir şeyler gevelemeye çalışırken Promethe onu susturdu.
         Halkın bütün zenginlikleriyle beraber tarihin topraklarına battı. Zenginliklerini bırakıp şehri terk edemediler. Onca seferi yapıp Roma’ya kafa tutman seni ne büyük kahraman yaptı değil mi Zenobia?’’
‘’Ah Zenobia, erkeklerin hayalinde gezen peri. Çölün mücevheri, nice komutanı güzelliğinle kandırıp savaşlarda devletlerine ihanet ettirmiştin. Oysa niyetin ne kadar halisti değil mi? Devletini büyütmek, Roma’ya gücünü göstermek, oğlunu dünyanın en büyük kralı yapmak…’’
Zenobia suskunluğa kendisini bırakmış, bu sorular karşısında donmuştu. Burada sadece ruhu ve aklı olduğu için nefsine ağır gelen bu konulara cevap veremiyor, ağzındaki kan tadından iğreniyordu. ‘’Cevapların bir önemi yok demiştin’’ dedi.
Promethe devam etti. Kadınların en güçlüsü, en güzeli, en büyüğü Zenobia… Cirminden büyük işler yapmak seni ne kadar da büyüttü değil mi? Yoksa sen Nefertiti’nin ya da Kleopatra’nın torunu musun?
‘’Benim hükmümü kim verecek’’ dedi Zenobia. ‘’Bu mükemmel yer dahi yüreğime batıyor, içimi yakıyor. Göğsüm hala Palmira’yı yakan ateşlerin üzerinde gibi.’’
Promethe kafasını yukarı kaldırdı. ‘’Burası bekleme makamı Zenobia, Acınla kavrulacaksın. Seni yargılayan kendi ateşin olacak.’’
Promethe yerden bir parça toprak kopardı. Elini yukarı kaldırdı ve avucunu açtı. Toprak elinden lav gibi yere aktı. Sonra söze girdi.
‘’Hırsın kendi kabını eritti Zenobia. Lavların halkının üzerine aktı. Devletini yakan ateş Roma’nın ateşi miydi yoksa senin ki mi cevaplamak çok da zor olmasa gerek. Lakin benim cevaplarla işim yok. Ben tüm sorulmamış soruların kendisiyim.’’
Zenobia cenin gibi yere yatmış, taştan yapılmışçasına hareketsiz duruyordu. Promethe dizlerinin üzerine çöktü, Zenobia’nın çenesinden tutup kendine çevirdi. ‘’Ben kendi sorularıma hazırlanıyorum çünkü cevaplar cehennem.’’

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum