MEMDUH CUMHUR 74 YAŞINDA
Cânandan uzak kimseyi cân eylemedik.
Serden geçerek sırrı ayân eylemedik.
Her ân yeni bir şevk ile sevdâya düşüp;
Âşık yaşadık, ömrü ziyân eylemedik.
Memduh Cumhur
Yirmi, yirmi bir yaşlarındayım. Fakülte yılları. Türk Edebiyatı ve Kubbealtı dergilerinde bir isim dikkatimi çekmişti; Memduh Cumhur. Daha sonra Cinuçen Bey rahmetlinin, Gazi Türk Müziği Korosunda verdiği bir derste Aka Gündüz Kutbay'ın Hakk'a yürüyüşüne besteledikleri şiirle daha bir âşina oldum. Şiir her haliyle klasikti. Hayranlığım başladı kendisine. Kimdi Memduh Cumhur.
Ailesi Bosna göçmeniymiş. 25.1.1947 tarihinde İnegöl’de dünyaya gelir. Ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olur. 1966 yılında Eczacılık Fakültesi’nde okurken aynı zamanda İstanbul Radyosu’nda ses sanatçısı olarak çalışmaya başlar. 1976 yılında TRT’den istifa ederek mesleği olan eczalığa döner. Bu yıllarda Klasik Türk Musikisine ve Klasik Türk Şiirine ait pek çok eseri tetkik etmiştir. Dönemin önemli müzisyenleri ve edebiyatçılarıyla tanışır. Mustafa Nafiz Irmak’la hem-hâldir. Bu yıllarda hiciv tarzında şiirler yazıyordu ama -kendi tabirleriyle- “müeddeb olduğu için” şiirlerini Mustafa Nafiz’e gösteremez.
Riyâkarlık vefâsızlık hayâtın ortasında
Gönül cem’iyyetinden fışkırır her lahza sancı
Tahammül eylemek mümkün değil Tanrım bu hâle
Sevip saydıklarım bir bir olurlarken yabancı.
Aka Gündüz Kutbay’ın vefatına yazdığı şiir dönüm noktası oldu onun için. Artık hiciv türü haricinde de şiir yazıyordu. Şiirlerini nasıl yazdığını kızı İrem Hanım şöyle anlatıyor:
“Babamızın şair olmasına rağmen, biz onu bir defa bile şiir yazarken görmedik. Bir gün bile masa başında oturup şiir yazmamıştır. Yalnız bir defasında onu balkonda boğaz manzarası seyrederken yakaladım; elinde çay bardağı, uzaklara dalmış gitmiş. Bir yandan da parmaklarıyla elindeki çay tabağına ritim tutuyor. Ne yaptığını sorduğumda, çok hoş bir cevap aldım: “şiir yazıyorum kızım”. O gün anladım ki, şiir kâğıt kalemle değil; keyifle, gönül diliyle yazılıyormuş. Kalptekiler mısralara uygun vezinle dökülene kadar, her kelimeyi uzun uzun tartıp biçmek gerekiyormuş. Babam da şiirlerini aklında tamamlamadan kâğıt kalemi elime almazdı. Bu yüzdendir ki el yazısı ile yazdığı şiirlerde neredeyse hiç düzeltme yoktur.” (İrem Wedekind)
Üsküdar’da Selman Eczanesi’ni açtı. Burası bir eczahane değil de bir kültür merkezi idi artık. Kültür hayatımızın meşhur simalarının buluşma mekânıydı. Bu hal 2018 yılı Ocak ayına kadar devam etti. İyi bir öğrenci bulsaydım şiirlerini tez konusu olarak vermeyi arzuluyordum. Gel gör ki biz emekli olduk, Hazret Hakk’a yürüdü.
Bir kutlu emânet taşırız, sonsuza dek
Hak dostu gider Hakk’a gönülden gülerek
Rüzgâr kesilir, sis dağılır, vakti gelir
Doğmaktır ölüm ölmeden evvel ölerek.
…………………………..
İnsanlar ezelden ebediyyet seferinde
Hasret getirirler yine hasret götürürler
Savrulduğumuz yerde sevenler sevilenler
Birlikte yaşar aşkı, neden yalnız ölürler
Aruzla yazdığı rubai, kıt’a ve gazellerinde tarih, edebiyat ve tasavvufa vukufiyeti göze çarpar.
Daldıkça bu âlemde derinden derine
Söz mülkünü seçdim nice mülkün yerine
Kalbim ve lisânımla ulastır Rabbim
Ecdâdımızın vecîz rubâîlerine
şiirinde dediği gibi bir tek arzusu vardı; ecdâdın veciz rubailerine erişmek. Nitekim de kalben ve lisanen bu hedefine ulaşmıştı.
Rahmetli Ahmet Yüksel Özemre için yazdığı Kıt’ada tasavvuf dünyamızın remizleri önümüze çıkıyordu:
Her lâhza seven sevdiğinin lutfuna muhtaç
Tevhîdi bilen der ki tevekkülden ibâret
Gül sevgisi Hak sevgisinin remzidir ancak
Âlemdeki tek varlığımız gülden ibâret
Artık ömrünün sonbaharına geliyordu. Bir rubaisinde yetmiş yılın nasıl çabuk geçmiştir:
Mevsim sonu bakdım, budur hasadım
Senden sana, sonsuzluğa bir yol aradım.
Sevmek ve sevilmekten ibâretmiş ömür;
Yetmiş sene geçmiş ne çabuk, anlamadım.…
Kendileri ile rû be rû tanışmak fırsatı olmadı ama Mehmed Akif Köseoğlu dostumuz gönülden yazılmış satırlarla onu tanıtıyor:
“Şu dünyada hasbelkader tanışma imkânı bulduğum kıymetli insanların müşterek yanları ikramda çok cömert olmalarıdır. Memduh Beğ de öyleydi. Mutlaka bir ikramda bulunmak ister, öğle vaktiyse yolculuk hukukunu dikkate alıp sokak aralarının mutena lokantalarına beni götürmek isterdi. Aramızda bayağı bir yaş farkı olmasına rağmen kendi büyüklerinden gördüğü edebi her zaman muhafaza eder ve “Akif Beğciğim” diye hitap ederdi. Teknolojiyi sever ve her gidişimde tabletine yeni kaydettiği yazma eserlerden bahsederdi. Mutlaka paylaşmak ister, sadece kendisinde kalmasının bir fayda sağlamayacağını çok iyi bilirdi. Kendisiyle bir gün Ahmediye Meydanı’nda Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi’yi ziyarete gittik. Orada bulunan şeyh ailesinin geldiği son vaziyeti anlattığında küçük dilimi yutacak gibi olmuştum. Bu bir başlangıçtı tabi. Muhabbetimiz arttıkça kitaplara yansımamış nice sırrı paylaştı benimle. 1960’ların sonundan itibaren İstanbul’daki tasavvuf çevrelerinden tanıdığı şahısların muhaverelerini kendisinden dinleme imkânı buldum. Cemil Meriç’e gözlerinin görmediği zamanlarda yardımı olmuştu. Şeyh İzzî Efendi’yi, Şeyh Raşid Efendi’yi Şeyh Necmeddin Efendi’yi tanımam Memduh Beğ’in sayesindedir. Hatta Memduh Beğ’in referansıyla gidince Özbekler Tekkesi’nin kapıları sonuna kadar aralanmıştı. TRT sanatçılığı devrinde Mevlevîlerle tanışmış, Abdülbaki Gölpınarlı ve Çelebi ailesinin yakınında bulunmuştu. Bayramlarda Çelebi ailesini ziyaret ederdi. Belhî hazretlerini, Hasırîzade Elif Efendi’yi de kendisinden dinlemiştim. Konuştu mu kitabî bilgileri değil ayne’l-yakiyn müşahadelerini paylaşır, şeyh ailelerinin yaşayan torunlarının hayat hikâyelerini anlatırdı. Ne zaman bir tekke ile ilgili çalışmaya başlasam, heyecanla Memduh Beğ’e ulaşır, torunlardan tanıdıkları olup olmadığını sorardım. Oradan itibaren yeni kapılar aralanırdı. Şimdi Memduh Beğ’in burada olmaması ve ona telefonla ulaşamayacak ve soruları soramayacak olmanın ızdırabını yaşıyorum.
Hususî olarak kaleme aldığı ve kamuya paylaşmadığı hicivlerini e-postayla gönderir ve sonrasında birlikte gülerdik. Ortada adam diye dolaşan bir sürü zevatın kirli çamaşırlarından haberdar olduğu için her lâf onda sahici bir tesir bırakmaz, kalemini mürekkebe daldırır ve mısralarını konuştururdu. Benim iflah olmaz optimizmimi Memduh Beğ’in tesviye ettiğini söyleyebilirim. Çünkü Memduh Beğ kadim zaman Efendilerine vasıl olmuş ve bugünkü durumun bir hayal perdesi haline geldiğine kanaat getirmişti. Bense hülyalar içinde geziyordum. Her harabenin içinde yaşayan bir doku bulacağım inancıyla toprağı eşelemekle meşguldüm.
Memduh Beğle konuşmalarımızın mühim bir kısmını Ehl-i Beyt aşkı teşkil ederdi. Kendisini onların yoluna adamıştı. Muaviyeyi bir kişi övmeye kalksın hemen onu defterden silerdi.
Balaban Tekkesi’ne ayakkabıyla girmeye utanmayan insanlar vardı bir zamanlar. Memduh Beğ’in de yardımıyla meydan-ı şerife halı serilmesini başardığımızda beni daha iyi anladığını düşünüyorum. 1341 tarihli Tekaya ve Zevaya Defterinden Balaban Tekkesi bölümünü göndermiştim kendisine, hazırlanan kitaba konulması için. Lâkin birlikte ziyaret ettiğimizde tekkenin yeni yerleştirilmiş komik hatalarla dolu latin harfli kitabesini görünce gülsek mi ağlasak mı şaşırmıştık.
Üsküdar Ahmed Yüksel Beğ’in vefatının ardından Nezih Beğ’in de kaybıyla bir çorak iklime dönüşmüştü. Memduh Beğ bu iklimde maziyi merak edenlere, geleneği umursayanlara bir vaha gibi kalmıştı.” (Mehmed Akif Köseoğlu. 2 Mart 2018)
Sağlığında tek şiir kitabı 2012 yılında İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınlarından çıktı; TUNAYLA HASBIHAL. Vefatından sonra da oğlu Kerem Bey ve Kızı İrem Hanımın topladığı yayınlanmamış şiirleri VUSLAT adlı kitapla sevenlerine ulaştı.
Kaybettiğimiz değil GAYB olan üstadı bir gazeliyle yâd ediyoruz. Ruhu şâd ola ki öyledir.
GAZEL
Söyleyin n'eyleyecek halk-ı cihan yâdımızı
Sildiler defter-i dilden de gârib adımızı
Hani Azrâ hani Vâmık hani Aslı’yla Kerem
Unutup gittik o sevdâ dolu ecdâdımızı
Nice Leylâ nice Şîrîn yeniden doğsa bile;
Bulamaz şimdi ne Mecnûn ne de Ferhâdımızı
“Vatanın zevkı mülâkât-ı ehibbâ iledir”
Ne muhabbet kodu devrân ne dil-i şâdımızı
Yok mudur zerrece insâf şu Cumhur içre
Kimse âlemde bizim duymadı feryâdımızı.
Memduh Cumhur
FACEBOOK YORUMLAR