Küllenen Közler 1;
BELENGEZ MAHMUT
BELENGEZ MAHMUT
Sevgili Dostlar, Allah’ım izin verirse bu başlık altında hafızalarda iz bırakan, geçmişte yaşanmış küçük hikâyeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çocukluğumda Urfa’da evimize yakın dükkânında hayvan yemi satmakla uğraşan bir amca vardı. Orta boylu, 65-70 yaşlarında ama yaşına göre dinç, etrafına hâkim, babacan tavırlarıyla etkisi altına alan bir amca... 5-6 yaşlarındaydım elimde temriye olmuştu, dua okunması için kendisinden arpa almıştım. Bana bir avuç arpa verdi. Para uzattığımda almamıştı. Kendisini tanıdığım yıllarda artık durulmuş, sadece işiyle gücüyle meşguldü ama biraz önce dediğim gibi esnaf içinde belli bir ağırlığı vardı. Belengez Mahmut’du adı. Gücü ve kuvvetini anlatan bir hikâye hâlâ dilden dile anlatılır;
Bir gün Harranlı bir Arap Hanım bundan arpa alır ve madeni 2,5 lira uzatır. Belengez Mahmut kadına şaka olsun diye aldığı 2,5 lirayı iki parmağı arasında ovalar ve paranın üstünde olan Atatürk’ün Koca Tepedeki siluetini siler. Kadına “bak anam verdiğin para sahte üstünde resim yok” der. Kadının da ondan kalır yanı yoktur. Elini arpa torbasının içine sokar, bir avuç arpa alır ve avcunda sıkıştırdıktan sonra Belengez’e uzatır “Bak senin verdiğin arpalar da kırık” der. Biz esas anlatmak istediğimiz ibretlik hikâyeye dönelim.
Gençlik yıllarında Urfa’nın kabadayılarından, belalılarından Arkadaşı Kehilan (Küheylan) ile beraber zengin birinin evini soymaya karar verirler. Adamı takibe alırlar ve evde olmadığı bir gece eve girerler. Bugünkü gibi bırakın televizyonu evlerde elektrik bile yoktur. Bu nedenle herkes erken uyumaktadır. Evin hanım da oğlunu yanına almış uyumuştur. Avlulu Urfa evinde Kehilan avluda kalır, odaya Belengez girer. Kadın kısılan gaz lambasının isli aydınlığında odaya birinin sessizce girdiğini fark eder. Adam sessizce susmasını ve kolundaki bilezikleri çıkarmasını söyler. Kadıncağız can korkusuyla bilezikleri çıkarmaya çalışırken yanında uyuyan çocuğu mızıldanmaya başlar. Kadın çocuğuna döner “Sus oğlum, dayının işini göreyim sonra sana bakarım.” deyince Belengez altınları almadan dışarı çıkar. Kapıda olan Kehilan, “Bir şey almadın mı Belengez? diye sorar. Belengez olan biteni anlatır ve “Benim için ‘Dayın’ deyince alamadım. Beni kardeşi olarak gördü. Ben artık ona kötülük yapamam ve sen de yapmaya kalkarsan seni burada öldürürüm.” der. Kehilan da “İçerde konuşulanları duydum, şayet sen de altınları alıp çıksaydın ben de seni burada öldürecektim.” diye cevap verir.
Kadın, kocası eve gelince durumu kendisine anlatır, hırsızlardan birinin adının Belengez olduğunu söyler ve kendisine bir kötülük yapmadıklarını söyler.
Kimin eve girdiği belli olmuştur artık. Ertesi gün hanımın kocası Belengez’in dükkânına uğrar. Belengez, adamın olayı bildiğini fark eder ve bir de kendisi anlatır. “Dün geceden itibaren senin hanımın artık benim dünya ahiret bacımdır. Ona kötülük eden beni karşısında bulur.”
Anlatılan odur ki aradan yıllar geçse de o hanım, Belengez’in dükkânına ara sıra uğrar ve bacı-kardeş muhabbet ederlermiş.
İşte eskiden kabadayılığın da bir şanı vardı. Abdülbaki Gölpınarlı’nın dediği gibi;
“Bir çeşit külhanbeylik vardı... Bir çeşit emniyet kolu:
Mahallenin namusundan mes'ûl sayardı kendini bunlar. Mahallenin bekçisine, karakoluna yardımcıydılar. Bunlar yüzünden mahalle emîndi, rahattı. Bunlar yüzünden uykuda ürkmezdi insan... Uyuyan, uyanacağı zaman uyanırdı. Geçinirdi mahalleliden bunlar... Ellerinden bir kaza çıkarsa, hapishanede mahalleli yardımcıydı bunlara... Ve üzüntülü...”*
etrafın namusu aynı zamanda kabadayının da namusu idi ve hırsızlığa girdiği evin namusuna kem gözle bakmazdı vesselam.
Çocukluğumda Urfa’da evimize yakın dükkânında hayvan yemi satmakla uğraşan bir amca vardı. Orta boylu, 65-70 yaşlarında ama yaşına göre dinç, etrafına hâkim, babacan tavırlarıyla etkisi altına alan bir amca... 5-6 yaşlarındaydım elimde temriye olmuştu, dua okunması için kendisinden arpa almıştım. Bana bir avuç arpa verdi. Para uzattığımda almamıştı. Kendisini tanıdığım yıllarda artık durulmuş, sadece işiyle gücüyle meşguldü ama biraz önce dediğim gibi esnaf içinde belli bir ağırlığı vardı. Belengez Mahmut’du adı. Gücü ve kuvvetini anlatan bir hikâye hâlâ dilden dile anlatılır;
Bir gün Harranlı bir Arap Hanım bundan arpa alır ve madeni 2,5 lira uzatır. Belengez Mahmut kadına şaka olsun diye aldığı 2,5 lirayı iki parmağı arasında ovalar ve paranın üstünde olan Atatürk’ün Koca Tepedeki siluetini siler. Kadına “bak anam verdiğin para sahte üstünde resim yok” der. Kadının da ondan kalır yanı yoktur. Elini arpa torbasının içine sokar, bir avuç arpa alır ve avcunda sıkıştırdıktan sonra Belengez’e uzatır “Bak senin verdiğin arpalar da kırık” der. Biz esas anlatmak istediğimiz ibretlik hikâyeye dönelim.
Gençlik yıllarında Urfa’nın kabadayılarından, belalılarından Arkadaşı Kehilan (Küheylan) ile beraber zengin birinin evini soymaya karar verirler. Adamı takibe alırlar ve evde olmadığı bir gece eve girerler. Bugünkü gibi bırakın televizyonu evlerde elektrik bile yoktur. Bu nedenle herkes erken uyumaktadır. Evin hanım da oğlunu yanına almış uyumuştur. Avlulu Urfa evinde Kehilan avluda kalır, odaya Belengez girer. Kadın kısılan gaz lambasının isli aydınlığında odaya birinin sessizce girdiğini fark eder. Adam sessizce susmasını ve kolundaki bilezikleri çıkarmasını söyler. Kadıncağız can korkusuyla bilezikleri çıkarmaya çalışırken yanında uyuyan çocuğu mızıldanmaya başlar. Kadın çocuğuna döner “Sus oğlum, dayının işini göreyim sonra sana bakarım.” deyince Belengez altınları almadan dışarı çıkar. Kapıda olan Kehilan, “Bir şey almadın mı Belengez? diye sorar. Belengez olan biteni anlatır ve “Benim için ‘Dayın’ deyince alamadım. Beni kardeşi olarak gördü. Ben artık ona kötülük yapamam ve sen de yapmaya kalkarsan seni burada öldürürüm.” der. Kehilan da “İçerde konuşulanları duydum, şayet sen de altınları alıp çıksaydın ben de seni burada öldürecektim.” diye cevap verir.
Kadın, kocası eve gelince durumu kendisine anlatır, hırsızlardan birinin adının Belengez olduğunu söyler ve kendisine bir kötülük yapmadıklarını söyler.
Kimin eve girdiği belli olmuştur artık. Ertesi gün hanımın kocası Belengez’in dükkânına uğrar. Belengez, adamın olayı bildiğini fark eder ve bir de kendisi anlatır. “Dün geceden itibaren senin hanımın artık benim dünya ahiret bacımdır. Ona kötülük eden beni karşısında bulur.”
Anlatılan odur ki aradan yıllar geçse de o hanım, Belengez’in dükkânına ara sıra uğrar ve bacı-kardeş muhabbet ederlermiş.
İşte eskiden kabadayılığın da bir şanı vardı. Abdülbaki Gölpınarlı’nın dediği gibi;
“Bir çeşit külhanbeylik vardı... Bir çeşit emniyet kolu:
Mahallenin namusundan mes'ûl sayardı kendini bunlar. Mahallenin bekçisine, karakoluna yardımcıydılar. Bunlar yüzünden mahalle emîndi, rahattı. Bunlar yüzünden uykuda ürkmezdi insan... Uyuyan, uyanacağı zaman uyanırdı. Geçinirdi mahalleliden bunlar... Ellerinden bir kaza çıkarsa, hapishanede mahalleli yardımcıydı bunlara... Ve üzüntülü...”*
etrafın namusu aynı zamanda kabadayının da namusu idi ve hırsızlığa girdiği evin namusuna kem gözle bakmazdı vesselam.
* Gölpınarlı, Abdülbaki - "Dâ'üs-sıla-i Mâzi veya Dün-Bugün." İlgi, yıl 15, S. 32 (1981), s. 8-11. aynı yazı "Mazi Özlemi veya Dün-Bugün." İş Bankası Kültür ve Sanat Dergisi, yıl 3, S.9 (Mart 1991), s. 12-16.
FACEBOOK YORUMLAR