~~Tabîr, Fethi Gemuhluoğlu Beyefendi’ye aittir. 1977’de vefât eden merhûm Gemuhluoğlu, bugünleri ta o günlerden görerek; “Küfür ve fitne devri kapandı. Şimdi riyâ devrindeyiz. Onun da eceli gelmiştir beyler. Gözü olana gün ışımıştır!” demişti.
Çok şükür, bizler kendisinin engin ferâsetiyle görüp müjdesini verdiği günlere erişmiş olmanın bahtiyârlığını yaşıyoruz bugünlerde. Sadece cumhûrbaşkanımız değil, devlet erkânımız da Batı karşısında sözünü eğip bükmüyor artık. Başbakandan, genelkurmay başkanına, Mit müsteşârından, dışişleri bakanına kadar idâre cihâzının bütün unsurları aynı dili konuşuyor ve adeta bir koro hâlinde Batı’nın ikiyüzlülüğünü haykırıp maskeli vicdânına tükürüyor.
Bilip de bilmezlikten, görüp de görmezlikten gelme devri sona erdi çok şükür! Yunanistan’ın Ege Denizi üzerindeki iddiâları karşısında bile sus pus olan ancak sorulduğunda yutkunarak küçük diliyle konuşmaya çalışan siyâsetçi tipi de bugün artık yok ortalarda. “Ege bir Türk gölü değildir, Ege bir Yunan gölü de değildir. Binâenaleyh Ege bir göl de değildir.” diyerek meseleleri bağlamından koparıp laf kalabalığına boğan ve bu ucuz politikalarla acziyyetlerini örtmeye çalışan adamlar çoktan târih oldular.
Ve artık roller de yavaş yavaş değişiyor. Çeyrek asır öncesinin hakkını savunmakta zorlanan Türkiye’sinin yerinde bugün küheylân gibi şâha kalkmış bir ülke var. Buna karşılık, üzerimize maşalarla yürüyen müstevli ise çoğu zaman elindeki maşalara bile sahip çıkmakta zorlanıyor. Hattâ bazı ahvâlde onları satıyor. Ve Türk Devleti’nin kendisine yönelttiği en ağır ithâmlara bile aynı ton ve sertlikte cevâb veremeyip vaziyyeti idâre etmeye çalışıyor. Adeta Türkiye’yi kızdırmaktan çekiniyor. Eskiden biz yalvaran bir ricâcı konumundayken şimdi onlar seslerini fazla yükseltmeden bizden ricâ ediyorlar.
Bizler bozgunda bile fetih rüyâsı gören bir milletin evlâtlarıyız. Bugün artık o fetih ân-be-ân gerçekleşiyor. Ortadoğu’daki her hamlemiz bizi Kızıl Elma’ya doğru biraz daha yaklaştırıyor. Şehit, vatan tapusunun mührüdür. Afrin’deki Mehmetçik, verdiği can ve döktüğü kanla ayak bastığı toprakların üstüne mührümüzü basıyor ve oraların tapusunu üzerimize çıkartıyor şu günlerde. Her ne kadar resmi ağızlar tarafından; “Türkiye’nin başka ülkenin toprağında gözü yoktur.” dense de şehit kanlarıyla sulanan o topraklar bizimdir bundan böyle. Fiili durum zamanla resmiyet kazanacaktır hiç şüphesiz. Çünkü bugün rüzgâr önümüzden değil, arkamızdan esiyor ve bizi ümit ettiğimizden daha ileri ufuklara doğru taşıyor.
Biz Türkler târih boyunca hiçbir coğrafyaya davet edilmeden gitmedik. Yani hiçbir zaman davetsiz misâfirler olmadık. Ya mazlûmların feryâdına koştuk ya da inisiyatifimiz dışında gelişen hâdiseler bizi müdâhil olmaya zorladı. Bunun en önemli delili ise fethettiğimiz coğrafyalardaki asırlar süren mevcûdiyyetimizdir. Ne Hitler ne Napolyon ne Cengiz ve ne de modern zamanların sömürge devletleri, istilâ ettikleri ülkelerde bizim kadar uzun süreli olamadı. Hattâ pek çoğu, beş on yıllık bir zaman içinde saman alevi gibi parlayıp söndü. Neden mi? Çünkü onların her biri destûrsuz bağa giren davetsiz misâfirlerdi. Bizler dâimâ fethettik, onlarsa her zaman istilâ ettiler.
Yüz yıl evvel çekildiğimiz coğrafyalardan çağrıldığımız için bugün yine Suriye’deyiz, Katar’dayız, Sudan’dayız. Balkanlar ve Kafkaslardayız. Bütün dinamikler ama özellikle de şânlı târih, bizi bulunduğumuz bölgenin çilekeş halklarına ve özellikle de medeniyyet mîrâsımıza sahip çıkmaya zorluyor. Târihin omuzlarımıza yüklediği bu sorumluluktan kaçamayız.
Sultan Abdülaziz’in Fransa ziyâreti esnâsında III. Napolyon, Keçecizâde Fuad Paşa’ya; “Paşa Girit Adası’nı kaça satarsınız?” diye sorar. Keçecizâde hiç beklemeden; ““Kâr istemeyiz, haşmetmeâb! Aldığımız fiyata satarız!” cevâbını verir. Girit’in Osmanlı’ya neye mâl olduğunu gayet iyi bilen Napolyon, sözü daha fazla uzatmayarak mevzûyu hemen değiştirir.
Zor, oyunu bozar. İlerleyen günlerde ABD ve hempâlarının çâresizlik içinde kapımıza dayanıp bize buna benzer bir teklifte bulunacaklarından ya da doğrudan doğruya; “Afrin’i bize ne karşılığında bırakırsınız?” diye soracaklarından hiç şüphem yok. O günler yakındır inşâallah…
Amerikalılar biraz târih biliyor ve muhâtablarını da tanıyorlarsa eğer, bize böyle bir teklifin yapılamayacağını da bilirler. Bilmiyorlarsa eğer alacakları cevâb bellidir. Zîrâ artık riyâ devrini kapatmış bir Türkiye için o topraklar, her şeyden evvel bir hayât-memât mücâdelesinin yaşandığı yerdir. Târihin çağrısına uyularak girilen o topraklardan bundan böyle hiçbir kayd-ü şart altında çıkılamaz