~~Enformatik Cehâleti Yenmenin Yolu: Seyâhat Ya Resûlallah!
Mahmut Haldun Sönmezer
Kırk yaşından sonra anladım ki sosyal bilimlere, hâsseten de târihe meftûn olan bir insan için seyâhat etmek, adeta organik gıdalarla beslenmek gibi bir şey. Nasıl son yıllarda sofralarımızı işgal eden hormonlu gıdalar, vücudumuzda istikbâlde ortaya çıkması muhtemel birtakım arızaların temelini atıyorsa ya ikinci sınıf kaynaklardan iktisâb ettiğimiz ya da internet üzerinden edindiğimiz yalan yanlış bilgiler de zihinsel anlamda dezenformasyona, yani bilgi kirliliğine yol açıyor. Kaynağı belirsiz mebzûl mikdârdamalûmât, beynimizde depolanıyor. Bu durumun trajikomik adı da bundan evvelki milli eğitim bakanımızın yerinde ifâdesiyle “enformatik cehâlet” oluyor.
Yaklaşık beş yıl evveline kadar daha ziyâde okuyarak ve şifâhî geleneğin de etkisiyle dinleyerek öğrenme yolunu tutan birisi olarak bu yaştan sonra pusulayı keskin bir şekilde seyâhat âlemine doğru kırarak ana tercihini gezip görerek öğrenmekten yana kullanan bendeniz, ne kadar isâbetli bir yol tuttuğumu her yaptığım geziden sonra daha iyi fark ediyorum. Meğerse bugüne kadar hormonlu gıdalarla ne çok beslenmişiz. İnsanoğlu gezmek suretiyle hayâtı boyunca edinmiş olduğu bilgilerin bir tür sağlamasını yapıyor. Allah’ın vicdândan sonra insanoğluna en büyük lütfu olan akıl nimetini, gezip görmek suretiyle organik yollardan beslemeye başlıyor. Hormonlu bilginin olmadığı bir vâdîde yol almanın huzûr ve emniyyetini yaşıyor. Müdekkik nazarlarla ne kadar çok gezer ve ne kadar geniş bir coğrafyayı görebilme imkânına sahip olursanız malûmât haznenizde mevcûd olan bilgi ve kanâatler de o derece sağlam bir zemine oturuyor. Zihninizde mevcûd mübhemiyyetler o ölçüde azalıyor. Ülkeler ve insanlar hakkındaki kanâatler, medyanın zincirlerinden kurtulup hürriyyetine kavuşuyor. Bu geziler sizi sanal âlemin ve medyanın tuzağına düşüp bilgi kirlenmesine uğramaktan koruyor.
Bazen de seyâhat esnâsında muhtelif kaynaklardan edinmiş olduğunuzbilgilerin, hattâ görgü ve kanâatlerin doğruluğunu bizzât gözlemliyorsunuz. Meselâ dört yıl önceki İran seyâhatim esnâsında şahsen ben bunun küçük fakat anlamlı bir örneğini yaşadım: İlber Ortaylı Bey’in daha önce okumuş olduğum “Eski Dünya Seyâhatnamesi” isimli eserinde serdettiği gözleme dayalı bir kanâatinin doğruluğunu, bizzât şâhsî müşâhedemle teyîd etme imkânı buldum. İlber Bey mezkûr eserinde; “İran sabırla dinleyen; uzun, tane tane konuşan insanların ülkesi.” diyordu. Seyâhatim esnâsında büyük allâmenin yapmış olduğu bu tesbîtin ne kadar doğru ve yerinde olduğuna bizzât şâhid oldum. Oturaklı ve ağırkanlı insanların memleketi olan İran’da insanlar hakikaten hiç de aceleye yer olmayan sakin ve mutedil bir üslûblakonuşuyorlardı. Sabırlı bir yapıları vardı. Özellikle Türklerin çok olduğu ve Türkçenin yaygın olarak konuşulduğu bu memlekette bu tesbîti yapabilmek adına birçok fırsata sahib oldum.
Seyâhat etmek, özellikle de kültürel eksenli geziler yapmak, evleviyetle boş zamana ihtiyâç hissettiren bir meşgale olmanın ötesinde kimi durumlarda da pahalı ve yorucu bir aktivite olarak tebârüz ediyor. Son beş yılda edinmiş olduğum tecrübeler ışığında bakıldığında şuûrlu bir şekilde seyâhat etmek, enformatik cehâleti yenmenin en kesin yollarından biri olarak görünüyor gözüme. Savcı ve hâkim gibi hukuk adamları bile suç mahalline kendileri de gidip hâdisenin vuku bulduğu ortamı bizzât görmedikçe işlenen cürmün künhüne vâkıf olamıyorlar çoğu zaman. O itibârla da keşif ve tatbîkat yaptırarak olayı yerinde inceliyorlar. Bir ülkeyi de görmeden o ülke hakkında sağlıklı kanâatsahibi olunamayacağını yapmış olduğum bu geziler öğretti bana. Bir müddetten beri fırsat buldukça yapmış olduğum yurt içi ve yurt dışı gezilerin en önemli ve total faydası zannımca budur.
Bu gezilerin en önemli faydalarından biri de kültür târihimizin köşe taşlarından birisi olan Evliyâ Çelebi’mizin o meşhûr rüyâsında kendisine zâhir olan hakikatin sırrına bir ölçüde vâkıf olmam olmuştur. Kırk yaşına kadar pek gezmemiş ve gezmeyi düşünmemiş bir insan olarak kırk yaşından sonra birdenbire seyâhat etmeyi hayâtında yapılacak işlerin başına oturtan ben, bunu kendimin de pek farkında olmadığım içimde saklı kalmış olan bir gizli keyfiyyetin, şartlar oluştuğu anda birdenbire ortaya çıkması olarak yorumladım. O sebeble Evliyâ Çelebi’mizin de rüyâsında gördüğü Âlemlerin Efendisi’ne (sallallahü aleyhi vesellem) hitâben; “Şefâat ya Resûlallah!” diyecek yerde, “Seyâhat ya Resûlallah!” demesini sadece ani bir heyecân patlamasının sonucunda meydâna gelen bir dil sürçmesi olarak göremiyorum. “Seyâhat ya Resûlallah!” ifâdesi, şuûraltında mevcûd olup da o güne kadar ifâde edilememiş olan bir gizli talebin ani bir heyecân kasırgasıyla infilâk edişinden başka bir şey değildir. Zîrâ Evliyâ’mız bu rüyâyı gördükten kısa bir süre sonra o meşhûr seyâhatlerine başlamış ve dile kolay, tam kırk yılı aşkın bir süre boyunca devamlı gezmiştir.
Yabancı diyârlar ve toplumlar hakkında farklı yollarla edinmiş olduğumuz bilgilerin sağlamasını yapmanın en kesin reçetesi seyâhat etmektir. Bunu isteyen fakat henüz çeşitli sebeblerle buna imkân bulamamış olan zevâtın yapacağı şey ise; “Seyâhat ya Resûlallah!” kelâmındaki hakikat ve inceliğe sarılmaktır.