“SODOM VE GOMERA” DAN İSTANBUL’UN İŞGAL YILLARI (1)
Geçtiğimiz hafta kitap almak için Kitap Saray’a gittiğimde Müd. Yard. Zekeriya Kapucu bey kardeşim, Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun “ Sodom ve Gomera” adlı kitabını elime tutuşturdu. Bir haftada bitirdiğim kitaptaki bir kaç bölümü üzülerek siz okurlarımla da paylaşmak istedim.
Mondros mütarekesinden sonra İngilizler İstanbul’u işgal eder. İşgalden hemen sonra boğaza nazır yalılardan gözlerine kestirdiklerini de işgal ederek içindekileri bey, beyzade ve paşa olduklarına bakmadan üzerindeki giysileri ile sokağa atarlar. Ve yalılara kendi evleriymiş gibi yerleşirler. İşgalden önce yalılarda kuş tüyü yataklarda yatan, yediği önünde, yemediği arkasında olan İstanbul’un yalı elitleri, işgalden sonra sokakta Hint fakiri durumuna düşerler. Yalılarını kurtaranlar da karısıyla, kızıyla İngiliz zabitlerine yaranmak için yapmadıkları yalakalıklar kalmaz.
İşgal yıllarında İstanbul’un sosyal hayatını anlatan Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun 497 sahifelik “ Sodom ve Gomera “ adlı kitabını hafakanım kalkarak okudum. Rahmetli Akif’in temennisiyle inşallah ülkemiz bir daha bu durumlara düşüp de tekrar İstiklal Marşı yazma durumunda kalınmaz. Yalakaların da bir daha Türk Milletinin iffet ve namusunu zedelemelerine fırsat verilmez.
Major Will adlı yüksek rütbeli subay da gözüne kestirdiği boğaza nazır en görkemli yalaya el koyar ve kendi eviymiş gibi yerleşir. Yalıya taşınmanın şerefine de yalıda bir balo verir. Balo sonunda kendine göre dizayn ettiği yalıyı gezdirmek ister. Yalının “MESÇİT” olarak kullanılan odasını süfli duyguları için “ MABET(!)” haline getirir. Yalıya İngiliz subayları ile bizim yavşakları da çağırır. Balo sonunda bayanların aşağı kata inmelerini ve sadece erkeklerin kalmasını ister. Buyurun Sodom ve Gomera sahife 102:
“ Genç kız Nermin adeta bir çocuk taklidi yaparak: “ Olmaz olmaz ben de göreceğim.” Major kulağına eğilerek : “ Sana gece göstereceğim yavrum”-Bir kahin edasıyla mabet dediği karanlık odanın kapısını araladı: ‘ Giriniz, efendiler giriniz!’ burası karanlık yarı basık dert köşe bir oda idi…… yalının sahibi tarafından mescit olarak dizayn edilmiş ailecik vakit namazlarının ve Ramazan ayında da komşularıyla beraber Teravih namazının kılındığı bir mescitti……. Major Will burasını şehvetli resimler ve heykellerle dolu bir çeşit yatak odası (seks şhop) haline sokmuştu. Mihrabın içine on yaşlarındaki çocuk büyüklüğünde birbirine sarılmış dudak dudağa öpüşen çıplak bir çiftin heykeli konulmuştu……………. Heykel yakından incelendiğinde nasıl hayvani bir maksatla yapılmış oldukları hemen anlaşılıyordu…….. Bu bedenlerin aşağı kısmını utanmazca gösteren hayvanlık örnekleriydi…….. Bir başka köşede yalnız bir bakire heykelciği eliyle yüzünü kapatmış ve asıl kapanması gereken bedeni ile bacakları arasındaki girintiyi açık bırakmış beceriksiz, perişan bir utanma vaziyetinde duruyordu…….. Duvarlardaki açık saçık pornografik resimlerin haddi hesabı yoktu.
Seyircilerden biri: “ Burası canlı bir Pompei, canlı bir Pompei.” Major sinsice gülerek, oda içindeki tilki postlarının yanında kirpilere benzeyen tikenli yuvarlak mahlûkların doldurulmuş cesetleri gibiydi. …. İşkence aletine benzeyen uçları püsküllü ve tırtıllı bir çeşit kamçılardı. Maymun tüylerinden ibaret bir çeşit saçaklardı. Bunlar siyah kızıl, ve sarışın bir çeşit peruklardı. Nihayet bunlar üstleri zıypak ve yağlı bir çeşit irili yılan yavrularıydı.
Misafirlerin meraklı soruları karşısında Major Will sinsi sinsi gülerek ‘ söyleyemem, söyleyemem bunlar benim mabedimin sırlarıı……….Bunları söylesem de anlayamazsınız. Bunların hepsinin ayrı ayrı fonksiyonları vardır. Eti harekete geçirmek, eti hareket geçirmek” Hi hi hele bilirsiniz ki dişinin eti pek güç uyanır. Öyle kolay kolay uyanmaz. Şehvetin yüzbin türlü kaynağı vardır. Burada gördüğünüz şeyler onların en küçük bir kısmını teşkil eder. Seyircilerden biri: “ Siz bu şehvet işlerini adeta bir ilim haline sokmuşsunuz. Major Will , dedi. Asya’ya ve uzak Şark’a o uzun gezileriniz sırasında hep bunu mu incelediniz?”
Major Will’in gülmekten gözleri tamamıyla kaybolmuştu. Ve bu barbar dekor içinde onun yuvarlak, erguvani kafası bir kocaman Mango’yu andırıyordu.”
Kitabı ileriki yazılarda siz okurlarımla paylaşmaya devam edeceğim.
Kitabı okuduktan sonra sade bir vatansever olarak “ VATAN” denilen mefhumun anamızdan, babamızdan, çoluk çocuğumuzdan hatta ve hatta kendimizden daha değerli olduğuna bir kat daha inandım. Çünkü vatan olmadan sevdiklerimizle beraber olmanın ve bulunmanın mümkün olmadığını bu kış gününde komşumuzda görüyoruz. Allah komşumuzu en kısa vatanlarına kavuştursun. Rabbim, Mehmetçiklerimize ve güvenlik güçlerimize de güç versin bizleri vatansız bırakmasınlar bırakmasınlar. Amin… www.kadirkeskin.net