Şehirlerimizde Gececi Kahvehane, Nöbetçi Doktor, Nöbetçi Eczane, Var da Neden Nöbetçi Bir “CAMİ” yok?
Son günlerde Rahip Samüel Zwemmer’in Kudüs ve Kahire (1906-1918) “ misyonerlik konferanslarında “ Bir Müslüman’a dinini bırak derseniz, onun İslam’ı bırakması asla mümkün değildir. Bırakın Müslümanlar boynuna haç takmasın, vaftiz olasınlar ama Hıristiyan kültürünü alarak, Hıristiyan gibi yaşasınlar. Doğumundan ölümüne kadar kimliğinde Müslüman yazısı bizleri hiç endişelendirmesin. Varsın camiye gitsinler, ölümünde de varsın cami önündeki musalla taşına yatsınlar. Müslüman usullerine göre defnedilsinler. Kiliseye gelmedikleri için hiç üzülmeyin önemli olan diri iken Hıristiyan gibi yaşasınlar, ölüsü de Müslüman gibi defnedilsin. Onların ölüsü değil, dirisi lazım” sunumu sanal dünyada epey paylaşıldı.
Kimi zafer edasıyla, kimi de bu işin dertlisi olarak üzülüp de paylaşan kardeşlerimiz de oldu. Gaziantep’te yaşayan A. N. isimli kardeşimiz de sosyal medyadan “110 bin cami, 110 bin imam’ın ülke ekonomisine (…………) kadar katkısı yoktur.” diye, şık olmayan bir benzetme ile paylaşım yaptı. Buna karşılık oturduğu mahallenin din görevlisi A. T. adlı din görevlimiz de “ Bu şahsın cenazesi bana gelirse, namazını kıldırmayacağım.” diye karşılık verdi.
Bu karşılıklı sataşma üzerinden diyanet camiası evin içinden ve dışından çok büyük eleştireler aldı. Başta Hilal TV. de Sayın Prof. Dr. Mehmet Okuyan hocamız ile Ülke TV. de sayın Prof. Dr. Mehmet Çelik hocamız Diyanet camiasının ataleti ile ilgili ağır eleştirilerde bulundular. Ama bugüne kadar Diyanet İşleri Başkanlığından veya bir il müftülerinden takip ettiğim kadarıyla bu eleştirilere bir cevap gelmedi.
Hiç bir kurum ve kişiyi itham etmeden sade bir Müslüman olarak bu konuya, tartışma amacıyla değil de, fikirlerimi beyan ederek ben de katılmak istedim. Umarım ilgililer bu fikirlerimi art niyetli olarak kabul etmezler.
Kendilerini Şifa tefsiri ile yazılarından gıyabi olarak tanıdığım Sayın Mahmut Toptaş Hoca efendiyi çok severim. Şifa tefsirini birkaç defa okudum, Yazılarını da hiç kaçırmam. Samimi, gayretli, dili ve üslubu itici değil, çekici samimi bir Müslüman, yanık bir Anadolu insanı. Kendileri de bu sataşmaya dahil olmadan birkaç dost yazısı yazdı. Bu yazıyı yerim müsait olursa bu yazımda , olmazsa gelecek hafta paylaşacağım. Yazıyı paylaşmadan önce özellikle bir konuyu size arz etmek istiyorum. Eski İslam âlimlerimiz eleştiride bulunan insanları “ Manevi İkram” dostu olarak kabul ederlermiş. Şimdi İslam alimlerimiz arasında böyle bir tabirden söz ediliyor mu? Ben duymadım. Siz duyduysanız özür dilerim. Takdir, övgü insanı durağanlaştırır, ister yapıcı, ister yıkıcı olsun, eleştiri insanı hırslandırır ve geliştirir. Düşmanın dahi olsa onun eleştirisini dikkate almakta yarar var.
Emekli olmama rağmen meslek hayatımı sosyal faaliyetlerle devam ettiriyorum. Faaliyetlerimle ilgili aldığım takdirden ziyade eleştiri benim daha çok hoşuma gidiyor. Eleştiriyi evime gelip sunumumu, dinleyici gözüyle izlediğimde ,hatamı anlıyorum ve eleştiriyi yapan kardeşime telefonla teşekkür ediyorum.
Gaziantep’ten A.N. adlı kardeşimin eleştiri üslubunu yadırgamakla birlikte,niyetini bilmiyorum. Ama Din görevlisi Arkadaşımızın cevabı da niyeti de bence şık değil. Dünya artık bir köye dönüştü. Milyonlarca vatandaşımızın yaşadığı Avrupa artık komşu kapımız oldu. Orda aç kalan vatandaşımızı, kilise karnını doyuruyorsa, cebine harçlık veriyorsa, vatandaşımızın aynı hizmeti burada görmek istemesi ayıp mı? Kış aylarında yaşıyoruz. Dağda hayvanlar, sokakta insanlar donarak ölüyor. Hocalarımız kürsüden her türlü canlıya yardım ve yardımlaşmanın sevap olduğunu söylüyorlar, “ Komşusu aç iken, karnı tok yatan bizden değildir.” diyerek yüce peygamberimizin mübarek sözlerini hatırlatıyorlar. Elhak doğdur, inanıyoruz ama uygulama, çözüm sıfır. Türkiye’de en yaygın teşkilat Diyanet teşkilatıdır. Şehirlerden en ücra köylere kadar teşkilatı olmayan köy ve mahalle yoktur. Cami, peygamberimiz ve ecdat Osmanlı zamanında sosyal hayatın merkezi idi. Peygamberimiz zamanında Mescid-i Nebevi ibadet yeri olmanın yanında Suffa eshabının karnını doyurduğu aş evi, okul ve spor yuvası idi. Osmanlı zamanında saydığım bütün bu sosyal kurumların merkezi, camilerin müştemilatı idi.. Manisa’da Muradiye, Sultan,gibi selatin camilerinin etrafında bu yapıları görmekteyiz.
Yaz- kış nöbetçi kahvehane, nöbetçi karakol, nöbetçi eczane, nöbetçi doktor ,kesintisiz itfaiye, su, elektrik hizmeti oluyor da neden din hizmeti olmuyor? Neden her il veya ilçede açık nöbetçi Cami, camide görevli birkaç din görevlisi olmasın. Çünkü Din görevlilerimizin yorucu ve uzun bir mesaisi yok. . Mahallemde alttan ısıtmalı üç tane cami var. Her bir camideki cemaat sayısı otuzu geçmez. Müftülükler imamlar vasıtasıyla çay parası olmadığı için nöbetçi kahvelere bile giremeyen sokakta aç açıkta kalan vatandaşlarımızı camilerimizin ramazandan ramazana kullanılan sermafillerinde misafir edip bir kaşık sıcak çorba içirerek onlara bir besmele öğretmesi çok mu zor? Her caminin tuvaleti olduğu gibi şadırvanında da güneş enerjisi bulunmaktadır.. Tuvalet kabininin birini duş yeri yapılamaz mı? Günlerce sokakta kalan kardeşlerimizin orada bir gusül abdesti alması güzel olmaz mı? Bunlar olmayacak işler değil, yeter ki istensin. Diyanet ve müftülükler bu işe önderlik etse, başta belediyeler olmak üzere mahalle halkı seve seve hepimiz bu organizasyona katılırız. İleri yaşına rağmen Akhisar’da Hasan Alemdar amcamız kurduğu Sarı Ahmet vakfında günde 1000 kişiyi doyuracak sıcak yemek çıkarırken, ülkemizin muhtelif il ve ilçelerinde iki üç kişi bir araya gelerek bu işleri başarabiliyorken, ülkemizde örümcek ağı gibi teşkilatı olan Diyanet İşleri Başkanlığımız neden bunu başarmasın? Diyanet İşleri Başkanlığına haklı olarak vatandaşımız soruyor: “. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak 100 bin civarında cami, yine yüz bin dolayında imam ve müezzin ,, 20 bin Kur’an Kursu öğretmeni ve yine 20 bin civarında geçici Kur’an Kursu öğreticisi,
Üç bin Vaiz ve 1500 müftü ile insana dokunan sosyal bir hizmeti var mı?”
Türkiye’de hiç bir kurum veya kuruluşun böylesine geniş imkânları yoktur. Üstelik de Türkiye’nin en zengin vakfına sahip bir teşkilattan vatandaşın hizmet beklentisi içinde olması tabi hakkıdır. Kürsüler de ve hutbelerde dinimizin sosyal yapısı anlatılırken diyanetin bu denli imkanlarına rağmen bunu yapamıyorsa “ Yapmadığınız şeyi niye söylüyorsunuz? “ Allah buyruğuna aykırı değil mi?
Bence Diyanet teşkilatı dost ve düşmandan gelen eleştirilere kulak vererek hizmet konusunda kendini yenilemesinde, dondurucu bu kış gününde acilen Nöbetçi cami uygulaması başlatmasında yarar var. (Yazımın devamı gelecek hafta.)www.kadirkeskin.net