Kadir KESKİN

Kadir KESKİN

[email protected]

Ömrümüzün özeti

17 Nisan 2021 - 00:14

Ömrümüzün özeti

Bir dervişe sormuşlar: ‘‘Nasıl bir hayat yaşayalım?’’ Gönlünde  Allah  sevdası  bulunan  derviş  de  şöyle cevaplamış: “ Son  nefesinizde,  nasıl  bir hayat  yaşamış olmayı  isterseniz? Öyle yaşayın.” diye sözlerini noktalamış.   Allah’ın bu dostunun cevabı bir ömrün özetidir.
Ölümü, sürekli düşünerek yaşamak elbette mümkün değildir. Şayet; sadece ölümü düşünerek yaşasaydık, adımlarımızda ilerleme olmaz,  hayat dururdu.  Allah, insana öyle bir duygu vermiş ki cenazemizi kabristana götürürken ağızlar sus pus... Ne zaman mevtayı mezara koyup üzerine dolu dolu toprak atıp kabristandan çıktığımızda,  birdenbire ölümü    unutuyoruz.  Sanki  ölüm; bir başkasına, arkadaşımıza, komşumuza gelecek de bize gelmeyecek  ve hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat   yaşamaya  devam  ediyoruz. 
 Oysaki  peygamberimiz  ömrün  formülünü  vermiş.  “ Hiç ölmeyecekmiş  gibi  dünya  için çalışınız,  yarın  ölecekmiş  gibi  de ahret  için  çalışınız .”  Ne var  ki  bizler  hiç ölmeyecekmiş  gibi  dünya  için çalışıyoruz. Aniden kendimizi ölüm döşeğinde bulunca da en yakınlarımızdan, doktorlardan medet umuyoruz. Oysaki medet umduğumuz insanlar  da kendimiz  gibi ölümlüdür. Manisa’nın en ileri gelen ailelerinden  bir  büyüğü, ölümcül  bir  hastalığa  yakalandığında  çocuklarına  bağırmış: “ Beni  neden  Amerika’ya  götürmüyorsunuz? Ben  bu  parayı niçin kazandım . ” diye hakaretlerde bulunduğunu  hastanın  yakınından  dinlemiştim. Neticede  ölüm   karşısında  en  sade  vatandaştan,  anlı şanlı krallarına kadar herkes çaresiz  bir  telaşa  kapılıyor.  
   Orta Çağ’da  Avrupa’da  ünlü  Hessen  Dukası  hanedanının  veliahdı,   genç  yaşta  amansız  bir  hastalığa  yakalanır. Doktorlar, tedavisi mümkün  olmayan bir hastalık olarak  teşhisini  koyunca  annesi gözyaşlarını içine  akıtarak ağlamaya başlar.  Öleceğini  anlayan  veliaht  da telaşa kapılır. Kendine göre çareler aramaya başlar.
    Anne, ecelin gelip beni öyle kolayca almasına müsaade etmeyeceğim. Göreceksiniz, onu buraya sokmayacağım. Kılıçlı mızraklı kırk kişi gelip başımda beklesin.  Pencerenin etrafına toplar dizilsin.  Azrail yaklaşmaya cesaret ederse hiç acınmasın. Gereği yapılsın. 
     Zavallı veliahdı, kırmamak için emri üzerine toplar pencere kenarına mevzilenir. Kılıçlı  kırk kişi, veliahdın odasında nöbet tutmaya başlar.  İçlerinden birini tanıyınca “Lorraine !Lorraine! ”  diye seslendi. Asker,  yatağa yaklaştı. Askere “ Biliyorsun, sen  benim  en  yakın  arkadaşımsın. Şu keskin kılıcınla Azrail’i bana yaklaştırmazsın, değil mi?” dediğinde…
Asker  Lorraine: “ Hiç, merak etme! Veliahdım, yaklaştırmam:” der. Bu arada sarayın  papazı  hastaya yaklaştı ve çarmıha gerilmiş küçük İsa heykelini göstererek  kendisiyle  uzun   uzun  fısıldayarak  konuştu .  Genç veliaht, papazı şaşırarak dinledi.  Sonra birdenbire telaşla: “ Söylediklerinizi  çok  iyi anlıyorum  Rahip Efendi…  Kendisine para verirsek hizmetlimizin çocuğu küçük  Beppo,  benim  yerime  ölmez  mi?” deyince,  papazın  nutku tutuldu .  Veliaht yine  rahibin kulaklarına  fısıldayarak:
          Sayın Peder,  anlattıklarınız çok üzücü...  Neyse ki cennette yine veliaht olacağım. Tanrı, mutlaka benim soyluluğumu dikkate alıp  bana ona göre davranacaktır.
Sonra annesine döndü:
      En güzel giysilerimi ve beyaz mantomu getirsinler. Bari cennette biraz güzel  görüneyim.
Rahip,  üçüncü kez veliahtla konuştu. Yavaş yavaş bir şeyler anlattı. Daha sözünü bitirmemişti  ki  veliaht:
       — Ya! Demek ki  ölümün  karşısında  ne anneler – babalar,   ne rahipler   ne askerler ne de doktorlar bir şey yapıyorlarmış. Veliaht olmak da hiçbir işe yaramıyormuş!  dedi .
      Sonra  duvara  döndü.  Çaresizce  acı  acı  hıçkırarak ağladı. Üçüncü   hıçkırışta annesi, babası, rahip ve askerler başındayken  son  hıçkırıkta  ruhunu teslim etti.
         Hayatı  boyunca  dağdan  odun getirip  satarak  maişetini  sağlayan  adama -ileriki  yaşlarında -  yaptığı  iş  kendisine bayağı   ağır  gelmeye başlar. Hayatın  yükünü çekemez  olur. Bir yaz günü,  ormandan edindiği odunları sırtında taşırken yorulur. Sıcaktan   dili  bir  karış  çıkar  ve  bir  anda  sırtındaki  odunları  fırlatarak :  “ Yeter , be!  Nedir  çektiğim  bu hayattan ! Azrail, gel de al canımı! ” der. Aniden Azrail karşısında arz-ı endam  eder : “  Geldim (!) ” der. Telaşa kapılan ihtiyar: “ Şu odunları, sırtıma  almaya  yardım  et  de  kulübeme  kadar  gideyim .” der. Evet,  ölüm karşısında herkes telaşlanmaktadır. Eli ayağı, dili birbirine dolaşmaktadır.  Dünyanın en  fakiriyken  elli altı  yaşında,  dünyanın  en zengin insanı olan Steve  Jobs’u  varlığına  rağmen    parası   bir  gün olsun yaşatamamıştır. Oysaki bir  gün sonra  ‘‘İphone 4’’ü  tanıtacaktı.
 
Dinimize  göre  nefesler  sayılıdır. Ne bir  saniye önce ne bir saniye sonra  nefes bırakılır. Tıpkı güneşte ve lodosta  yavaş  yavaş  eriyen kar gibi… Bize verilen ömür sermayemizi, her  nefeste   tüketiyoruz.  Jobs  da  ömür sermayesini tüketip son nefesini verirken  ağzından dökülen  son  cümle şu olmuştur:  “ Ölüm, hayatın en büyük icadıdır.”    diye ruhunu teslim etmiştir.
Sağlığı ve her türlü üne(şöhrete), una (varlığı), maddi imkana sahipken  hayatı komedi sananlar, son espriyi  unutmamaları gerekir.  Toprak herkesi eşitleyerek kucaklar, içine alır.
Yazımın başlığına dönelim: : “ Son nefesimizde,  nasıl bir hayat yaşamak  istersek  şu  anda  öyle  yaşayalım.www.kadirkeskin.net
Not:  Ömrünün çeyrek asrını Manisalı esnaflara adayan, Manisa’da  Esnafın çınar ağaçı  iki  kızı da öğrencim olan, sevdiğim, saydığım   yakın dostum Sayın  Recep  Çınar beyefendiyi   makamında ziyaret ederek, bu güne kadar başarı ile yürüttüğü hizmetlerinde, daha nice yıllar sağlık ve afiyet içinde  yürütmesi    temennisinde  bulundum ve   yeni çıkan kitaplarımı kendilerine takdim etim .www.kadirkeskin.net
Ömrümüzün özeti
Bir dervişe sormuşlar: ‘‘Nasıl bir hayat yaşayalım?’’ Gönlünde  Allah  sevdası  bulunan  derviş  de  şöyle cevaplamış : “ Son  nefesinizde,  nasıl  bir hayat  yaşamış olmayı  isterseniz? Öyle yaşayın.” diye sözlerini noktalamış.   Allah’ın bu dostunun cevabı bir ömrün özetidir.
Ölümü, sürekli düşünerek yaşamak elbette mümkün değildir. Şayet; sadece ölümü düşünerek yaşasaydık, adımlarımızda ilerleme olmaz,  hayat dururdu.  Allah, insana öyle bir duygu vermiş ki cenazemizi kabristana götürürken ağızlar sus pus...   Ne zaman mevtayı mezara koyup üzerine dolu dolu toprak atıp kabristandan çıktığımızda,  birdenbire ölümü    unutuyoruz.  Sanki  ölüm; bir başkasına, arkadaşımıza, komşumuza gelecek de bize gelmeyecek  ve hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat   yaşamaya  devam  ediyoruz. 
 Oysaki  peygamberimiz  ömrün  formülünü  vermiş.  “ Hiç ölmeyecekmiş  gibi  dünya  için çalışınız,  yarın  ölecekmiş  gibi  de ahret  için  çalışınız .”  Ne var  ki  bizler  hiç ölmeyecekmiş  gibi  dünya  için çalışıyoruz. Aniden kendimizi ölüm döşeğinde bulunca da en yakınlarımızdan, doktorlardan medet umuyoruz. Oysaki medet umduğumuz insanlar  da kendimiz  gibi ölümlüdür. Manisa’nın en ileri gelen ailelerinden  bir  büyüğü, ölümcül  bir  hastalığa  yakalandığında  çocuklarına  bağırmış: “ Beni  neden  Amerika’ya  götürmüyorsunuz? Ben  bu  parayı niçin kazandım . ” diye hakaretlerde bulunduğunu  hastanın  yakınından  dinlemiştim. Neticede  ölüm   karşısında  en  sade  vatandaştan,  anlı şanlı krallarına kadar herkes çaresiz  bir  telaşa  kapılıyor.  
   Orta Çağ’da  Avrupa’da  ünlü  Hessen  Dukası  hanedanının  veliahdı,   genç  yaşta  amansız  bir  hastalığa  yakalanır. Doktorlar, tedavisi mümkün  olmayan bir hastalık olarak  teşhisini  koyunca  annesi gözyaşlarını içine  akıtarak ağlamaya başlar.  Öleceğini  anlayan  veliaht  da telaşa kapılır. Kendine göre çareler aramaya başlar.
    Anne, ecelin gelip beni öyle kolayca almasına müsaade etmeyeceğim. Göreceksiniz, onu buraya sokmayacağım. Kılıçlı mızraklı kırk kişi gelip başımda beklesin.  Pencerenin etrafına toplar dizilsin.  Azrail yaklaşmaya cesaret ederse hiç acınmasın. Gereği yapılsın. 
     Zavallı veliahdı, kırmamak için emri üzerine toplar pencere kenarına mevzilenir. Kılıçlı  kırk kişi, veliahdın odasında nöbet tutmaya başlar.  İçlerinden birini tanıyınca “Lorraine !Lorraine! ”  diye seslendi. Asker,  yatağa yaklaştı. Askere “ Biliyorsun, sen  benim  en  yakın  arkadaşımsın. Şu keskin kılıcınla Azrail’i bana yaklaştırmazsın, değil mi?” dediğinde…
Asker  Lorraine: “ Hiç, merak etme! Veliahdım, yaklaştırmam:” der. Bu arada sarayın  papazı  hastaya yaklaştı ve çarmıha gerilmiş küçük İsa heykelini göstererek  kendisiyle  uzun   uzun  fısıldayarak  konuştu .  Genç veliaht, papazı şaşırarak dinledi.  Sonra birdenbire telaşla: “ Söylediklerinizi  çok  iyi anlıyorum  Rahip Efendi…  Kendisine para verirsek hizmetlimizin çocuğu küçük  Beppo,  benim  yerime  ölmez  mi?” deyince,  papazın  nutku tutuldu .  Veliaht yine  rahibin kulaklarına  fısıldayarak:
          Sayın Peder,  anlattıklarınız çok üzücü...  Neyse ki cennette yine veliaht olacağım. Tanrı, mutlaka benim soyluluğumu dikkate alıp  bana ona göre davranacaktır.
Sonra annesine döndü:
      En güzel giysilerimi ve beyaz mantomu getirsinler. Bari cennette biraz güzel  görüneyim.
Rahip,  üçüncü kez veliahtla konuştu. Yavaş yavaş bir şeyler anlattı. Daha sözünü bitirmemişti  ki  veliaht:
       — Ya! Demek ki  ölümün  karşısında  ne anneler – babalar,   ne rahipler   ne askerler ne de doktorlar bir şey yapıyorlarmış. Veliaht olmak da hiçbir işe yaramıyormuş!  dedi .
      Sonra  duvara  döndü.  Çaresizce  acı  acı  hıçkırarak ağladı. Üçüncü   hıçkırışta annesi, babası, rahip ve askerler başındayken  son  hıçkırıkta  ruhunu teslim etti.
         Hayatı  boyunca  dağdan  odun getirip  satarak  maişetini  sağlayan  adama -ileriki  yaşlarında -  yaptığı  iş  kendisine bayağı   ağır  gelmeye başlar. Hayatın  yükünü çekemez  olur. Bir yaz günü,  ormandan edindiği odunları sırtında taşırken yorulur. Sıcaktan   dili  bir  karış  çıkar  ve  bir  anda  sırtındaki  odunları  fırlatarak :  “ Yeter , be!  Nedir  çektiğim  bu hayattan ! Azrail, gel de al canımı! ” der. Aniden Azrail karşısında arz-ı endam  eder : “  Geldim (!) ” der. Telaşa kapılan ihtiyar: “ Şu odunları, sırtıma  almaya  yardım  et  de  kulübeme  kadar  gideyim .” der. Evet,  ölüm karşısında herkes telaşlanmaktadır. Eli ayağı, dili birbirine dolaşmaktadır.  Dünyanın en  fakiriyken  elli altı  yaşında,  dünyanın  en zengin insanı olan Steve  Jobs’u  varlığına  rağmen    parası   bir  gün olsun yaşatamamıştır. Oysaki bir  gün sonra  ‘‘İphone 4’’ü  tanıtacaktı.
 
Dinimize  göre  nefesler  sayılıdır. Ne bir  saniye önce ne bir saniye sonra  nefes bırakılır. Tıpkı güneşte ve lodosta  yavaş  yavaş  eriyen kar gibi… Bize verilen ömür sermayemizi, her  nefeste   tüketiyoruz.  Jobs  da  ömür sermayesini tüketip son nefesini verirken  ağzından dökülen  son  cümle şu olmuştur:  “ Ölüm, hayatın en büyük icadıdır.”    diye ruhunu teslim etmiştir.
Sağlığı ve her türlü üne(şöhrete), una (varlığı), maddi imkana sahipken  hayatı komedi sananlar, son espriyi  unutmamaları gerekir.  Toprak herkesi eşitleyerek kucaklar, içine alır.
Yazımın başlığına dönelim: : “ Son nefesimizde,  nasıl bir hayat yaşamak  istersek  şu  anda  öyle  yaşayalım.www.kadirkeskin.net
Not:  Ömrünün çeyrek asrını Manisalı esnaflara adayan, Manisa’da  Esnafın çınar ağaçı  iki  kızı da öğrencim olan, sevdiğim, saydığım   yakın dostum Sayın  Recep  Çınar beyefendiyi   makamında ziyaret ederek, bu güne kadar başarı ile yürüttüğü hizmetlerinde, daha nice yıllar sağlık ve afiyet içinde  yürütmesi    temennisinde  bulundum ve   yeni çıkan kitaplarımı kendilerine takdim etim . www.kadirkeskin.net

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum