“Ömrümüzü Şeytan Taşlamakla Geçirmeyelim” (15 Ekim 1918)
Geçen haftaki yazıma ek olarak Milli Gazete yazarı ve Şifa Tefsiri müfessiri Sayın Mahmut Toptaş Hocamızdan alıntıları siz okurlarımla paylaşmak istedim:
“Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak 100 bin civarında cami, yine yüz bin dolayında imam ve müezzin görev yaptığı gibi, 20 bin Kur’an kursu öğretmeni ve yine 20 bin civarında geçici Kur’an Kursu öğreticisi varmış. Üç bin vaiz ve 1500 müftü ile Diyanet, hizmetine devam ediyor.
Türkiye’de hiçbir kurum veya kuruluşun böylesine geniş imkânları yoktur. Her şehrin en merkezi yerinde Ulu Camii, Merkez Camii, Paşa Camii gibi büyük ulaşımı en kolay camilerimiz vardır. Yüz bin cami, hiçbir akımın elinde bulunmamaktadır.
Cuma günü yapılan vaaz ve hutbelerle her hafta konuşma yapılmakta ve seksen milyonun erkek ve ergenlik çağında olanların yüzde sekseni camiye gelmektedir. Aynı şehirde bir tane erkek öğrenci bulamadığı için Kur’an kursunu kapattığını söyleyen yetkili bilsin ki aynı şehirde hizmet veren özel vakıf veya dernekler öğrenci bulabiliyorlar. Hatta kapasiteden fazla müracaat olduğundan imtihanla öğrenci alıyorlar.
İmamlar, sizin elinizdeki imkân hiçbir şahısta yoktur. “Hizmet edeceğim ama kanunlar ve yönetmelikler engelliyor” mazereti arkasına sığınmayınız. Kanun ve yönetmeliklerin verdiği yetkiyi kullansanız, yine de hizmet etmiş olacaksınız.100 bin imamımız senede bir insanımıza bildiklerini öğretse on sene sonra bir milyon yetişmiş insanımız olur. Her sene on kişi yetiştirse on milyon olur.
Hükümetlerin, zarar eden devlet şirketlerini özelleştirdiği gibi atıl kalan kursları da özelleştirmesi mi gerekir? Allah için çalışalım iş yapalım. Bin tane karanlığa söven adam yerine, bir tane ışık yakan adamın olsun daha iyi demişler.
Açlık ve sefalet üzerine çok önemli eserler veren birçok adam yerine toprağa tohum atıp üretip insanları doyurduktan sonra onlara tohum atmasını, harman kaldırmasını öğreten daha iyidir. “Din elden gidiyooor” diye bağıranlar ve bağırırken boğazlarını yırtanlar yerine, din için iman için bir adım atanlar daha iyidir………”
Nöbetçi Camilerimiz Olsun ( 16 Ocak 2019) “Memur sayısı en az olan il müdürleri arasında meteoroloji müdürlükleri en etkili görevlerden birini yapıyorlar. Bu günlerde konferans için gideceğim ilin havasını, rüzgârını, karını, tipisini, boranını, kışını, soğukluk derecesini onların verdiği raporlardan öğreniyor ve ona göre giyiniyorum. Uçaklar, gemiler, çiftçiler benden daha fazla dikkat ediyorlar.
Kambır Yunus rahmetliyi Karamanlılar iyi bilirler. Elmaların yeni çiçek açtığı bir günde ziyaret ettiğimde gece yatmadığını, meteorolojinin raporuna göre hareket ettiğini, gözünün hep evdeki termometrede olduğunu ve ona göre elma çiçeklerini dondurmamak için alınabilecek tedbirlerin hazır olduğunu ve hemen faaliyete geçeceğini anlatmıştı. O gün ben de kendime göre ondan ders almıştım. Konferanslar için gittiğim illerde imam, vaiz ve müftü arkadaşlara meteoroloji memurlarını örnek verdikten sonra bu şehirde inkâr fırtınasının hangi yönden estirildiğini, kimlerin estirdiğini, gücünün şiddetini, ne tarafa doğru estiğini, kimlere zarar verdiğini, korunmak ve şehir halkını korumak için yine meteoroloji memurları gibi 24 saat nöbette olmamız gerektiğini anlatıyorum.
Çünkü inkâr fırtınasının zararı, elma çiçeklerine donun verdiği zarar gibi değildir. Çiçek gibi çocuklarımızı, cehennemde yakma fırtınasıdır, inkâr fırtınası. Bir nesli, inkârcı gâvurlara kul yapma hareketidir.
Yaratılmışların en değerlisi insanı bu dünyada alçaltma, ahrette cehenneme atma fırtınasıdır.
24.06.2013 tarihinde, bu sütunlarda “NÖBETÇİ CAMİ” başlığı altında şöyle yazmıştım: “Şehrin eski ateistlerinden biri, (yıl 1983) yanlışından dönmüş, doğru şeyler yapmak istiyor. İslami birikimi olmadığından ne yapacağını bilmiyor.
Şehrin vaizi olarak ben ona, ‘Benim vaazları teybe alacaksın, çözümünü yapacaksın ve eskiden makale yayınladığın o solcu gazetenin aynı köşesinden yayınlayacaksın’ dedim ve yapmaya başladı. Böylece o, hem iki defa dinleyerek, hem yazarak öğrenirken öğretmiş oluyor.
Bir gün bana, ‘Hocam, bizi komünist yapan Ege Üniversitesi’nin hocaları değil, şu terzidir’ dedi.
Derken terzi de ilk defa Cuma namazına beraber gitmemizle namaza başlayıverdi. O terziyi, Tanıdığım Ünsüzler kitabımda tanıtmıştım.
Vaazlarımı yayınlayan arkadaş, bir yaz günü, ‘Hocam, Ankara’da yapılan bir toplantıda 150 kişiydik. Liderimiz bize, il ve ilçelerdeki camilerde verilen yaz eğitim programlarını engelleyiniz. Kur’an Kursuna veya imam-Hatibe gidenler bize gelmiyor. Bizim kaynağımız liseler ama her çocuk cami kursundan geçerse kaynağımız kurur. Onun için vali ve kaymakamlarla temasa geçin ve engelleyin’ dedi. Valilerimiz, kaymakamlarımız, müftülerimiz, vaizlerimiz, imamlarımız ve müezzinlerimiz, bu yaz mevsiminde sabah namazından yatsı namazına kadar aralıksız, derse devam ediniz ve kendi şartlarınıza göre değil, ders almak isteyenlerin şartlarına göre hareket ediniz.
Hatta gece ders almak isteyenlere de ‘nöbetçi cami’lerde ders vermeye çalışınız.
Dünyamızda bizim âlemimizin dışında bir âlem var. Bizler, sabah namazında kalkar, yatsı namazından sonra yatarız.
Bazı insanlarımız vardır ki güneşin nereden doğduğunu bilmez.
Şafak atarken yatarlar, güneş batarken uyanırlar.
Bunlara yönelik eğitim için her il ve ilçemizde ‘nöbetçi cami’lerimiz olsa ve orada bir görevlimiz isteyenlere hizmet verse. Gecenin saat üçünde, içinde nedamet hissi uyanan, pişmanlık duygusuyla dolan bir insanımız, bilgisayarından veya cep telefonundan bakarak ‘nöbetçi cami’yi bulsa ve görevlimiz hiçbir şey yapamasa bile onun başını bağrına yaslasa ve derdini dinleyip içini boşaltsa. Bir başka zaman da içini dolduruverse.
Otele gidecek parası veya zamanı olmadığı için ‘sabahçı kahvesi’nde vakit kurşunlayanların sığınağı olsa, dileyen dilediği kadar namaz kılsa, tespih çekse ve nöbetçi hocamız onlara hem ikramlarda bulunsa hem dertlerine İslami çözümler gösterse. Camilerimiz, dünyanın en rahat girilebilen en değerli yerleridir. www.kadirkeskin.net