Kadir KESKİN

Kadir KESKİN

[email protected]

Manisa'nın Değerleri: Batı Ailesi  ve "Biz Bir Aileyiz "BURHAN KURTOĞLU (1)

05 Kasım 2020 - 17:04

Manisa’nın Değerleri: Batı Ailesi ve “Biz Bir Aileyiz ”BURHAN KURTOĞLU (1)

            Manisa Lisesi Müdürü iken gerek kardeş okul, gerekse emekli olduktan sonra Türk çocuklarının dini eğitimi için zaman zaman  Almanya’da bulundum. Bu süre içerisinde Alman eğitimini ve Alman aile yapısını yakından tanıma ve inceleme fırsatı buldum. Yaşadığım ve gördüğüm örneklerin her birini burada anlatmama ne yerim müsait ne de konu itibariyle  de denk düşmektedir. Ancak Başbakanlık Aile ve sosyal Araştırmalar Genel müdürlüğünün milletimizin, diğer birçok topluma kıyasla en güçlü olduğu yönlerin başında gelen aile yapımızın sanayileşmenin, kentleşmenin, hızlı nüfus artışının ve işsizliğin ortaya çıkardığı sosyo- kültürel sorunların tüm dünyada aile kurumunu olumsuz yönde etkilemesi üzerine,  var olan aile yapımızın korunması ve erozyona uğramaması amacıyla 2008 yılında Türkiye genelinde    “ BİZ BİR AİLEYİZ” kampanyasıyla dil, ırk, mezhep kültür ve yaşam farkını gözetmeksizin 81 ilimizden 81 ailenin  “ TÜRKİYE SOFRASI”NDA aynı fotoğraf karesinde bir araya getirerek gelecek nesillere aile kavramının önemini sergilemeye çalışmıştır. Günden güne dünyada erozyona uğrayan aile yapısını güçlendirmek için ülkeler ve ülkelerin yetkilileri bu konuda büyük caba sarf etmektedirler
Maalesef gençlerimiz arasında Avrupa’ya karşı gözü kapalı büyük bir özenti söz konusu. Öyle bir çelişki içindeyiz ki onların kaybettiği aile yapısına biz özeniyoruz. Onlar da kaybettiği aile yapısını bizde görmekle bize özeniyor. Diğer konuları bir tarafa bırakarak onların bizler hakkında en çok imrendikleri konu aile ve aile yapımızdır. Aile hayatımız, aile bağlarımız, onlar için imrenilecek değerler olarak görülüyor. Bunu Almanya’daki Alman dostlarımdan dinledim ve zaman zaman da bizzat şahit olduğum konuları buraya aktarmakla sanırım meramımı anlatmış olurum.  Şu bir vaka ki bugün Avrupa’da yaşlılar, yaşlanan veya hastaneye düşen anne babalar aranıp sorulmuyor. Yalnızlıklarıyla baş başa bırakılıyor. Oysa bizim vatandaşlarımızdan hastaneye düşen bir kişinin arkadaşları, komşuları ve akrabaları tarafından ziyaret edilişi Almanların gıpta ile izlediği bir durumdur. Bu hasta ziyaretinin kaynağı ise dinî öğretilerimizdir. Çünkü bizim dinimizde hasta ziyareti, Allah rızası için yapılır.
Peygamberimizin hadislerinde sık sık anlatılır. Kul ahrete gittiğinde Cenab-ı Hak soracak: “Kulum, benim için ne yaptın?” Kul cevaben “Allah’ım senin için namaz kıldım, oruç tuttum, hacca gittim, zekât verdim, Sen’in adını andım.” diye amellerini sayacak. Cenab-ı Hak ise “Bunların hepsi de kulluğunun gereğidir. Ancak sen benim için ne yaptın?” diye sorduğunda kul “Ne yapmam gerekirdi Ya Rab!” dediğinde Cenab-ı Hak “Benim için bir hasta ziyaret ettin mi?” buyuracak. İşte bu gün bizim aile yapımızın temelini dinî öğretilerimiz oluşturmaktadır. Hasta ziyareti, anne – baba hakkı, çocuk sevgisi, iffet anlayışımızın temelini dini değerlerimiz  oluşturmaktadır. Avrupa’da ise bu değerler maalesef olabildiğince erozyona uğramıştır.
Yakın dostum olan Dr. Franz Riederer, Mr Gibs ve tanıdığım Alman öğretmenlerin hiç birinin çocuğu yok. Çocuğu olanlar ise tek tük. Bu arada öğretmenlerden nikâhsız yaşayanlara da rastladım. “Neden çocuğunuz yok?” diye sordum. Verdikleri cevap, “Onun bakımını ve külfetini göze alamadık.” oldu. Ama evlerine misafir olduğumda evin içinde kocaman bir köpekle kedinin en güzel şekilde bakıldığını gördüm.
Almanya’daki bir ilin Geçlik Merkezi Müdürü olan S.Mozer, kırk yaşlarında ve çok iyi bir dostluk kurduğum kişilerdendir. Mozer çifti, bir gün beni evlerine misafir ettiler. Bir dostluk belirtisi olarak her ikisi de kartvizitlerini verdiler. Kartvizitlere baktım, soy isimleri farklıydı.
Sormadan edemedim. “Kartvizitlerinizdeki soy isim farklılığı dikkatimi çekti.” dedim. Onlar: “Biz resmi nikâh yapmadık, arkadaş olarak birlikte yaşıyoruz.” dediler. Ben de: “ Pekâlâ, çocuklar kimin?”dedim. Onlar:
“Bizim.” dediler.Ben meraklı sorularıma devam ettim. “Pekâlâ, çocukları nasıl kayıt yaptırıyorsunuz, kimin üzerine kayıt oluyor?” dedim. Alman çift:
“ Almanya’da çocukların kaydı konusunda bir problem olmuyor.” dediler.
Ben dayanamadım:”Madem birlikte yaşıyorsunuz, böyle yaşamak yerine nikâhlanarak beraber yaşasanız olmaz mı?” dedim. Onların cevabı daha ilginç oldu: “Belki zaman gelir o benden, ben ondan bıkabilirim. Belki başkalarına gönül verebiliriz. Ayrılıp birleşmek zor olmasın, diye cevap verdiler.
Böyle bir anlayışın olduğu toplumda ailenin ne olduğunu ve ne olmadığını takdirlerinize sunuyorum.
Bu çarpık aile hayatı sonucunda maalesef çok çirkin ve çarpık yaşantılar ortaya çıkmış.
Burada anlatacağım olayla Avrupa’daki aile yapısının ne durumda olduğunu gözler önüne sermek istiyorum. Bu ve benzeri olaylar bizim gözümüzü açsın ki hem biz, hem çocuklarımız bu tür sıkıntıları yaşamasın.
Almanya’da görev yaptığım Bielefeld şehrinde bir veli toplantısına Türk çocuklarının okullardaki durumlarını izlemek üzere ben de katıldım. Toplantı, il çapında yapılıyordu. Toplantıya Belediye Başkanı, Milli Eğitim Müdürü, okul müdürleri, öğrenci velileri, öğretmenler ve Almanya’da yaşayan yabancılar: Türk, İspanyol, İtalyan, Yunan öğrenci velilerinin temsilcileri katıldı. Geniş çaplı bir toplantı  idi.
Toplantıda önce Alman Emniyet Müdürlüğünden iki yetkili konuştu.
Birinci yetkili, “Gençleri zararlı alışkanlıklardan nasıl koruyabiliriz?” konusunda bilgiler verdi. Anlattığı şeyler, bizim ülkemizdekilerle aynıydı. Bizim de Türkiye’deki okullarımızda anlattıklarımızla benzerlikler gösteriyordu. Benim zaman zaman öğrencilere anlattığım konuların aynısını, aynı kelimelerle ifade etti. “Demek ki her ülkenin gençlerinin eğilimi, alışkanlıkları ve gençlere yaklaşma dili dünyanın her yerinde aynı.” dedim.
İkinci yetkilinin konuşma konusu ise “Almanya’da Çocuklara Yapılan Cinsel Taciz” idi. Yetkili, Almanya’daki çocuklara yapılan cinsel taciz konusunu anlatırken beynim allak bullak oldu. “Olamaz böyle bir şey!” diyerek isyan etmek istedim. Toplantı sonunda Alman Emniyeti, bu konuları içeren bir kitapçık dağıttı. Bu kitapçık Almanca, Türkçe, İspanyolca, İtalyanca ve Yunanca bastırılmış olup gelen bütün velilere dağıtıldı.
Almanya’daki çocuklara yapılan cinsel tacizin neler olduğunu Alman Emniyet Müdürlüğünün raporundan vermek istiyorum. Bu ifadeler, toplantı sonunda bizlere dağıtılan kitapçıktan aktarmadır. Bu kitapçıktaki bilgiler, raporlar, değerlendirmeler ve kitapçığın basımı tamamen Alman Emniyet Müdürlüğünün araştırmaları ile oluşturulmuştur.
Alman Emniyet Müdürlüğünün raporunu hep beraber okuyalım:
Kitapçığın ismi “Nereye Gidiyoruz?”
Yirmi altıncı sayfa, başlık; “Çocukların Seksüel Kötü Muameleye Maruz Kalmaları”
Seksüel tecavüz olaylarında hiç bir zaman çocukların suçluluk payı bulunmamaktadır. Suçlular, yakın sosyal çevrede seksüel anlamda şiddetin suçluları, genellikle erkekler olmaktadırlar. Bunlar aile dışından değil, genelde çocuğun tanıdığı ve güven duyduğu yakın aile bireylerinden oluşmaktadır.  Suçlu  genellikle aileden biri.Baba, üvey baba, annenin erkek arkadaşı, büyükbaba, dede, amca ya da büyük ağabey, üvey kardeş…
Bu suçlular genellikle psikolojik olarak çocuğun sevgisini, bağlılığını ve güvenini kullanarak sadece kendi seksüel ihtiyaçlarını gidermekle kalmıyorlar, aynı zamanda itaat altına alma ve güçlerini ispat etme gibi isteklerini de gidermiş oluyorlar.
Olayların pek azında “Bir kereye mahsus bir kaçamak!” anlayışı yatıyor. Ancak görülen o ki seksüel tecavüzlere uzun süre devam edilmektedir. “
Görüldüğü gibi Almanya’da çocuklara cinsel taciz, aile dışından değil, aile içinden kaynaklanmaktadır.  Önceleri gurbetçi kardeşlerimizin bu konuda daha çirkin şeyler anlattıklarında şahsen bu anlatılanları bir abartı olarak kabul ediyordum. Ama ne zaman bu toplantıya katıldım, Alman Emniyet yetkililerinin anlattıklarını duydum, sundukları belgeleri inceledim, işte o zaman Almanya’daki işçi kardeşlerimizin anlattıklarına inanmak zorunda kaldım. İşçi kardeşlerimizin anlattıklarını burada yazıya dökmem benim için hem edep dışı bir durum hem de hayâ dışı bir davranış olacaktır. Üstelik bu tecavüzlerin aile dışından değil de aile içinden olması, hepten ürkütücü ve utanç verici bir durumdur.
Türk toplumunda genelde bu tür davranışları aile dışından kişiler yaptığında bu kişileri “sapık” diye isimlendiriyoruz. Ama bu işi aile içinden; baba, dede, kardeş, amca, dayı, enişte gibi kişiler yaptığında bunlara verilecek isim, herhalde bizim lügatlerimizde bulunmamaktadır.
Şimdi büyüklerin dırdırını problem yapıp, incir çekirdeğini doldurmayacak hadiselerden dolayı  boşanan çiftlere sesleniyorum.  Her insanın soyu birdir, ama huyu farklıdır. Evlilik bir sabır işidir.   Elbette genelleme yapamam. İlk eşinden ayrılıp da ikinci eşiyle çok mutlu olduğunu söyleyen kişilere rastladınız mı hiç? Varsa bile istisna genel kaideyi bozamaz. Ama “Keşke birinci evliliğimi yok yere yıkmasaydım.” diyene çok rastlamışsınızdır.( Bu tür pişmanlıkları son çıkan kitabım “ Telafisi Mümkün Olmayan Pişmanlıklar”adlı  kitabımdan okuyabilirsiniz)
İkinci evlilikler, beraberinde yığınla problemi de beraberinde getirmektedir. İkinci evliliklerini yapan çiftlerin kurduğu bir ailede yetişkin üvey kız ile yetişkin üvey delikanlının aynı evde yaşadığını düşünün. Üvey anne, üvey baba şokunu bir tarafa bırakalım, yetişkin bir kız çocuğu ile yetişkin bir oğlan evladının aynı evde kaldığını düşünün! Ondan sonrasının hesabını artık kendiniz yapabilirsiniz.
İşte Almanya’da kardeşler arasında yaşanan çarpık ilişkilerin kaynağı ikinci, üçüncü ve nikâhsız evliliklerle ortaya çıkan bir durum olarak görülüyor. Dede, baba tacizine hiç girmiyorum. Artık onu da bütün değer yargılarını yitirmiş bir insanın hayvanca yaşaması olarak değerlendiriyorum. Hayvanlar bile sanırım, domuzdan başka hiçbir hayvan, kan bağı olan yavrusuyla, anne veya babasıyla ilişkiye girmezmiş.
Okullardaki disiplin kurullarında işlem gören öğrencilerin durumları hep dikkatimi çekmiştir. Okullarda disiplin cezası alan öğrencilere şöyle bir bakın. Yüzde doksan itibariyle ya anne baba ayrı ya da anne baba arasında kopukluk veya huzursuz var. Böyle ailelerin çocukları ilgisizlikten, ilgiye ve sevgiye muhtaç olmalarından dolayı sürekli problem çıkartıyorlar. Dolayısıyla bu çocuklar disiplin suçu işliyorlar. Onun için ben ne zaman geçimsiz veya boşanmış bir aile duysam düşmanım bile olsa çok üzülürüm.
Özellikle gençlere seslenmek istiyorum.  Lütfen başlangıçtaki güzel ve mutlu günlerinizi hiç yoktan sebeplerle veya büyüklerin dırdırını bahane ederek gölgelemeyin.
Büyüklere de sesleniyorum. Ufak tefek kaprisleriniz, kıskançlıklarınız ve lüzumsuz müdahaleleriniz dolayısıyla birbirini severek yuva kuran gençlerimizin en güzel günlerini zehir etmeyin. Sağlıklı çocuk, sağlıklı toplum, sağlıklı ailelerle oluşur. Sağlıklı ailenin temelini ise dinî  değerlerimiz oluşturur. Eşlere sadakat, çocuk yetiştirmek, anne babaya hürmet etmek, dinimizin övdüğü hasletler iken ihanet, iffetsizlik, arsızlık, aileyi içinden kemiren alkol, kumar, zina gibi davranışlar da dinimizin yerdiği, tasvip etmediği davranışlardır.
Aman, her şeye rağmen kurduğunuz aileyi ihanet, arsızlık, zina, alkol, kumar gibi davranışlarla yıkmayın.
Unutmayalım ki elimizde beş tane top vardır. Bunlar:
  • Sağlığımız/ İffetimiz/İmanımız/Ailemiz/İşimiz
Ancak bunlardan sadece işimiz plastik toptur. Onunla işinize geldiği gibi oynayabilirsiniz. Ama diğerleri sırça topa benzer. Onlar elinizden düşerse çatlar yapıştırsanız da çatlak belli olur. Eski haline gelmesi mümkün değildir.
İşte İslâmî değerlerden uzak yaşamanın getirdiği bir aile dramı ve yaşanmış acı bir olay. Olayı anlatınca sanırım Alman aile yapısını daha iyi anlatmış olacağım.
Ingolstadt’da başka bir okulda görev yapan rahmetli Mehmet Dursun arkadaşım anlattı. Bildiğiniz gibi bizde Alman usulü diye bir tabir vardır. Gerçekten bu durum Almanlarda aynen uygulanıyor. Eşiyle aynı lokantaya gidip hesabı ayrı ödedikleri bildiğimiz gerçekler arasındadır. Bizdeki gibi öğretmenler odasında veya kahvehanelerde birbirlerine çay, kahve söyleme adetleri yoktur. Orada herkes otomatik makineye parasını atar, kahvesini alır ve içer.
Alman öğretmenlerden biri bir gün, sevinçle öğretmenler odasına girer. “Bu gün herkese kahve söylemek istiyorum.” diye bağırır. Öğretmen arkadaşları merak içinde “Hayrola Tomy, ne oldu? Piyangodan ikramiye mi çıktı?” diye sorduklarında Tomy, “Hayır, ikramiye çıkmadı; ama babam öldü. Babamdan çok büyük miras kaldı.” diye cevap verir.
Aynı öğretmen ertesi sene üzgün bir şekilde öğretmenler odasına girer. Bir kenara çekilir, ağlamaklı bir vaziyette düşünmektedir. Arkadaşları Tomy’e yine sorarlar: “Hayrola Tomy, bu sefer ne oldu, neyin var?” dediklerinde Tomy, köpeğinin öldüğünü ve onun için çok üzüldüğünü söyler.  ( yazının devamı Burhan Kurtoğlu 2)
Not:   Hayatta  “KEŞKE” ve “ ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI”   demememiz için,  seminerlerimde gözyaşları içinde itiraflarda bulunan kardeşlerimizin pişmanlıklarını  “ TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYAN PİŞMANLIKLAR”   adlı kitabım, ERGUVAN yayınları tarafından baskısı yapıldı. Arzu eden okurlarım kitabımı Kitap Yurdu- Emek Dağıtım- İdefiks-  Diyanar- BKMK ( Bursa Kültür Merk ) Babil. Com. İle MANİSA’DA da MUTLU kitabevinden temin edebilirler.



 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum