İNSANIN TANRILAŞMASI
Manisa Özel Hedef Kolejinin Din Bilgisi derslerine giriyorum. Bu sene kolejin lise kısmı da açıldı. İdareciler 9 ile 12. Sınıflarından da ders verdiler. Manisa merkez ilçe ve ilçeleri dâhil, diğer illerde yoğun olarak sürdürdüğüm “EĞİTİM SEMİNERİ” faaliyetlerime rağmen, haftanın sadece bir gününü Hedef Eğitim Kurumlarına ayırdım. Kısmet olursa ömrüm olduğu müddetçe de ayıracağım. Çünkü uzun yıllar idareci olarak çalışmamın sonucu doyamadığım öğretmenliğimin tadını burada çıkarıyorum.
Geçen hafta dersine girdiğim Tevfik Fikret ( 12. Sınıf) sınıfında yaptığım dersimi sizlerle de paylaşmayı düşündüm.
Görüyorum ki “ Gençler hayal ve umutlarıyla, yaşlılar da hatıralarıyla yaşarmış.” Maşallah gençler ateş gibi, enerji dolu, tertemiz, gözlerinden zekâ fışkırıyor. Ancak yaşıtları gibi onlar da yaşadığı yılların ( 15 ile 18) sıkıntısını çektikleri her halinden belliler. Bugünün gençleri için günden güne bataklık çoğalıyor. Onları gördükce benim de gençlik yıllarım gözümün önüne geliyor. Bir farkla onları hataya sürükleyecek kirlilik bizim zamanımızda yoktu. En çok hatalar genelde bu yaşlarda gençlik çağında yapılıyor. Onlara, bataklığa düşmemeleri için geri dönüşü olmayan bir ödev verdim. Erkekler babalarına, kızlar da annelerine gençliğinde en çok hangi konuda sıkıntı çektikleri konusunda. Onları dinlesinler ki onların çektikleri sıkıntıları çocukları çekmesin, bu yaşta en büyük rehberleri anneleri babaları olsun ki hata yapıp bataklığa düşmesinler. Çünkü bataklığın içinde ne varsa hepsi de birlikte çürür.
Eğitimciler, anneler ve babalar hepimiz hayatın dört işlemini bilip bunların bizde ve gençlerimizde meydana getirdikleri ve getirebilecekleri hasarları yaşamadan anlamamızda ve anlatmamızda yarar görüyorum. Çünkü tarihte ve günümüzde bu dört işlemi hazmedemeyen insanlardan bazıları kendilerini adeta Tanrılaştırmışlardır. Mesela Babil hükümdarı Buhtunnasır’ın hükümdarlığı tam 44 yıl sürmüştür. Bir gece gördüğü rüyayı unuttuğu için rüyasını keşfedip tabir edemeyen Babilonyalı kâhinlerin idamını emreder. Kazandığı zaferlerle büyüklük kompleksine kapılarak daha sonra da kendini Tanrılaştırır. İnsanların kendine secde etmelerini emreder. Sonra mı? Nemrut’a nasıl bir sivrisinek fazla geldiyse Buhtunnasır da ahir ömründe aklını oynatarak kendini öküz sanır ve ömrünün kalan yedi yılını da kendisini öküz sanarak öküz olarak yaşar. Günümüzde de Servetin, kudretin, şöhretin, şehvetin ilahlaştırdığı insanları görüyoruz (www.kadirkeskin.net Sizi ben kazandım siz beni niye kazanmıyorsunuz). Neyise . Büyüklere yani kendimize yönelik yazacaklarımı bir başka yazıya bırakarak tekrar gençlere dönelim.
12. Sınıflarda gençlere günümüzde insanı ilahlaştıran hayatın dört işleminden bahsettim. Dedim ki Hayat dört işlemden ibarettir. 1- SERVET, 2- KUDRET, 3- ŞÖHRET, 4- ŞEHVET. Sordum gençlere “Servetiniz var mı?. “ Hepsi de “yok” dediler. Bir tanesi “Var” dedi. “Tapuda sana ait bir mal var mı?” dediğimde “ Yok, babamın var” diye cevapladı. Oğlum baba malı senin malın sayılmaz. 1965 yılında dünyanın en zenginleri arasında yer alan Yunanlı Armatör ONASİS’in kızı 2012 yılında çöplüklerden karnını doyururken çekilmiş resmini gazetelerde gördüm. Gelin gittiği şatoyu da Dış İşleri Bakanlığımız satın alarak Türkiye Büyük Elçiliği olarak kullandığını söyledim. Yarının ne getireceği, ne götürceği belli olmaz. Nice öğrencilerimin baba malına güvenip de şimdi sefilleri oynadığını, 20 sene Manisa Lisesi’nde şahit olduğum ve bizzat yaşadığım olayların birkaç tanesinden söz ettim, isim vermeden. (Nitekim geçen yazımda da Ekmek Arası Soğan ve Sigara Paketi başlıklı yazımda olduğu gibi,www.kadirkeskin.net) İkinci sorum “ Kudretiniz var mı?” diye sordum. Hepsi birden “ Hocam gücümüz yerinde, güçlüyüz, kuvvetliyiz” dediler. Ben de dedim ki “ Bilek gücünüzü kastetmiyorum. Şu anda bir makam ve rütbe sahibi olup ta insanlara hükmetmekten söz ettim.” dediğimde hepsi birden “ Hayır” dediler. Üçüncüsünü, dördüncüsünü de sizin adınıza ben cevaplayayım, dedim. Şu anda hiç birinizin “ ŞÖHRETİ” yok. Ama “ ŞEHVETİNİZ” var. Hem de en güçlü şekilde. İşte gençleri en çok hataya düşüren bu duygu. Şu anda sizlerde “ŞEHVET” hisleri en güçlü çağındadır. Yaşadığınız yaş aklın devre dışı kaldığı hislerin ağır bastığı bir yaştır. Çok acelecilisiniz. Her şeyi merak ettiğiniz bir yaşı yaşıyorsunuz. Bu çağda bazı yaşınız dışındaki merak size okadar pahalıya mal oluyor ki İhtiyarlık silgisiyle bu yaşta yaptığınız hataları silmek mümkün olmuyor. Size desem ki şurada bir parmak bal var, şimdi tadarsanız ileride batmanlarca baldan mahrum kalacaksınız desem, hemen şimdi diye cevaplarsınız. Ama şu anda tattığınız bir parmak bal, ömür boyu hayatınızı karartır. Siz yaşta hatta sizden birkaç yaş büyük ağabeylerinizin gazete ve ekranlara düşen hatalarını hatırlatmama gerek var mı? Haydi son günlerde medyaya düşen birkaç olayı hatırlatayım. Pamukkale üniversitesinde bebeğinin başını koparıp buz dolabına koyan kız öğrenci, İstanbul Beşiktaş’ta doğurduğu bebeği çöp bidonuna atan liseli kız öğrenci, Muğla’da kaldığı yurtta doğan bebeğini yurdun 5. Katından aşağı atan üniversite öğrencisi ve yine doğan bebeklerini iz bırakmamak için yakan iki üniversite öğrencisi, Konya’da Selçuk Üniversitesinde şehvet yüzünden yaşanan Profesör- Doçent cinayeti. Bu tür yaşanan olaylar sonunda düşülen hataların hangi birini hatırlatayım?. İşte bir parmak balın getirdiği faturalar. Vicdan azabı, mahcubiyet baba ve annelerin başlarının öne düşmesi. İşte gençlerin bu zaafını bilen şer odakları hedef noktasına gençleri koymaktadır Gençleri en yumuşak karnından çökertmektedir. – Onlar da biliyorlar ki gelecek umudu genç nesillerin elindedir. Gençliğin ahlakı bozulursa kökü kurumuş fidana döner meyve veremez. Kök salıp asırlık çınar olmaları engellenir. Ahlak deyince de aklıma geldi. ATEŞ – SU ve AHLAK arkadaş olmuşlar. Birbirimiz kaybedersek nasıl buluruz? Ateş nerde bir duman görürseniz ben oradayım, su nerde bir şırıltı duyarsanız beni orda bulabilirsiniz. AHLAK ise beni kaybederseniz bir daha asla bulamazsınız. Demiş . Ahlak insanın en büyük süsüdür. Bütün dinlerin amacı da fıtraten temiz olarak yaratılan insanın yaratılıştan getirdiği bu süsü korumasına yöneliktir.
Peygamberimiz “ Ben ahlakı tamamlamak üzere gönderildim”, “ Kendin için istemediğin şeyi başkaları için de isteme “ diyerek ahlakı herkesin anlayacağı şekilde anlatmıştır. Nitekim atalarımız da peygamberimizin bu buyruğunu anlamışlar ki. “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına diyerek” iğnenin acısını duy ki başkasına çöp bile batırma demek istemişlerdir. Bütün bu sözlerin altında insana saygı, ahlaki duygu ve edep yatmaktadır. Aşağıda Peygamberimizin bir gençle yaşadığı anekdotla bunun en güzel örneğini vermiştir.. Peygamberimize bir gün güçlü, kuvvetli, şehveti kafasına vurmuş bir genç gelir. Zina etme konusunda peygamberimizden müsaade ister. O anda peygamberimizin yanında bulunan sahabeler ( Arkadaşları) öfkelenir. Delikanlıya terbiyesizliğinin cezasını vermek isterler. Peygamberimiz arkadaşlarını sakinleştirir. Ve gence der ki “ Senin annen var mı?” , “ Var”, “ Kız kardeşin var mı?”, “ Var”, “ Teyzen. Halan var mı?” , “ Var Yaresülellah!” , “ Pekâlâ başka birinin bu yakınlarınla bir ilişki kurmasına razı olur musun?” , “ Hayır Yaresülellah!”. Bunun üzerine peygamberimiz en kısa zamanda evlenmesi konusunda sahabelere yardımcı olmalarını öğütler Ve evlenesiye kadar da gence oruç tutmasını öğütler. Evet, bütün mesele bu empatiyi yapabilmek. Bu da ancak kanun gücüyle değil, iman gücüyle hallolacak bir konu. İnsanlarda hele gençlerde edep ve haya bir hazine niteliğindedir. Peygamberimiz “ Utanmak imandandır. Utanmayan insan istediğini yapsın” buyuruyor. İnsanı hayvanlardan ayıran en belirgin özelliklerden biri de “ HAYA” ( utanma) duygusudur. Bu da ancak inançla oluşacak bir durumdur. İman ve inanç, beraberinde helal ve haram mefhumunu oluşturur..
Pekâlâ, imanı, inancı yoksa helal, haram, sevap günah inancı yoksa ne yapalım. Böyleleri için Cenab-ı Hak Haşir Suresi 19. Ayetinde :” Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir” buyuruyor. Bazı kimseler Servet, kudret, şöhret ve şehvet sahibi olunca kendilerini bir putçuk olarak görüp Allah yokmuş gibi yaşadıklarını bir açıkgözlülük olarak kabul ediyorlar. Bu yolun çıkmaz yol olduğunu da yukarıda arzettim. Sahip olunan şeylerin hiç birisi de kalıcı değil ki. Zamanla ters orantılı. Zaman elle tutulmaz olan gençliği çekip alıyor, sağlık gidiyor, şehvet, şöhret gidiyor para kalsa da o da bir işe yaramıyor. Bunlar gidince de ninemin anlattığı masaldaki Karatavuğa dönüşüyor. Kulağımda kaldığına göre Ninemin anlattığı masallarından birinde Karatavuk ilkbaharın ılık günlerinde attığı çığlıklarla kışa, her şeye, herkese kafa tutarak yaşarmış. “Hiç kimseden korkmuyorum “ diye haykırırmış. Kış geldiğinde kışın zemheri soğuklarında da ne yapacağını bilemez hale gelir, köşe bucak tir tir titreyerek kuytu yer ararmış. Hayatın dört işlemi, bizleri, ilkbaharda kışa kafa tutan karatavuk gibi yaşatmasın. Bunun bir de kışı olduğunu, Allah olduğunu, sonunda da ona döneceğimizi, “ MAHŞER” denilen yerde “MİZAN’ a” tabi olacağımızı, zerre kadar hayır ve şerden hesaba çekileceğimizi unutmadan dört işlemin hesabını yapalım. Ondan kaçış olmadığını, dönüşün mutlaka ona olacağını unutmayalım ki Karatavuğun durumuna düşmeyelim. En güzel günlerimizde O’ yokmuş gibi yaşamayalım ki bir sıkıntıya düştüğümüzde O’na sığınacak yüzümüz olsun. Ve O’da da bizi unutmasın.