DOKTOR FATMA HANIMA (!) GELEN TELEFON
İlkokul öğrencisi olan Fatma muhafazakâr ve mütedeyyin bir babanın kızıdır. İlkokulda arkadaşları arasında zekâsı ve azmiyle öğretmenin ve okul müdürünün dikkatini çeker. İlkokulu bitirince Fatma’nın ailesine bir sürpriz yapma düşüncesiyle Okul müdürü ve öğretmeni beraberce ortaokula kaydını yaptırırlar. Velisi de öğretmeni olur. Çünkü Fatmanın babası, ticari işleri dolayısıyla günlerinin çoğunu ikamet ettiği ilin dışında geçirmektedir. Okullar açılır. Fatma okuluna büyük bir sevinç ve istekle başlar. Hatta bu arada Fatma’nın kitapları da öğretmeni tarafından temin edilir. Okullar açılışından 15 gün sonra babası eve geldiğinde sabahleyin kızının okula gitmek için hazırlandığını görür. Bunun üzerine Fatma’nın babası büyük bir öfke ile okula gider. Okul müdürünün ve öğretmenlerinin ısrarına rağmen kızının kaydını sildirir. Ortaokula kaydını yaptıran ilkokul öğretmeninin olaydan haberi olur. Fatma’nın babasına yalvarır. Fatma çok zeki gelecek vadeden bir öğrenci. Gelecekte iyi bir doktor iyi bir öğretmen olabileceğini söylese de nafile . Fatma’nın babasını ikna edemez. Öğretmen, Fatma’nın babasının yakın dostu Hakkı Yılmaz Bey’i bulur. Hakkı Yılmaz beyefendi de o kadar ısrar etmesine rağmen Fatma’nın babasını ikna edemezler. Sonunda büyük bir sevinçle başladığı Fatma’nın okuma hırsı ve arzusu kursağında kalır. Kızının üzüntüsünü gören babası, daha sonra kızını halk eğitimin açtığı biçki dikiş kurslarına göndererek bir ev hanımına lazım olacak bilgilerin öğrenmesini sağlar. Zamanı gelince de nasibi çıkar evlenir. Fatma doktor olamaz ama iyi bir ev hanımı olur. Çocukluk yıllarındaki yarım kalan okuma hırsını çocuklarından çıkarır, çocuklarını okutur. Çocuklarından biri de doktor olur. Böylelikle ulaşamadığı hayalini oğlunda gerçekleştirir
Fatma üç kız kardeştir. Fatma’nın babasının en yakın arkadaşı da bilgisine ve görgüsüne son derece hürmet ettiği yakın arkadaşı yukarıda ismini zikrettiğim Hakkı Yılmaz Beyefendidir. Fatma’nın kardeşi N. de iyi bir evlilik yapar. Fatma’nın babası, kızı N.nin ilk doğumu dolayısıyla çok yakın arkadaşı Hakkı yılmaz Beye müracaat ederek kızının doğumu için bir bayan doktor tanıdığının olup, olmadığını sorar. Hakkı Yılmaz, cevaben çok iyi bir bayan doktor tanıdığını söyleyerek ev hanımı kızı Fatma’nın telefonunu verir. Fatma’nın babası, arkadaşı Hakkı Beyin verdiği telefon numarasını çevirerek” Doktor Fatma Hanımla mı görüşüyorum?” dediğinde, telefonu açan kızı bir an duraklar ve babasının yanlış numara çevirdiğini düşünerek “ Buyur babacığım” diye karşılık verir. Bu defa telefonda karşısına kızının çıkması dolayısıyla baba şaşkınlaşır. Telefonu veren Hakkı Bey’e döner. “Nedir bu durum? yoksa bana şaka mı yaptın?” dediğinde, Hakkı Yılmaz beyefendi “ Fatma çok zeki bir çocuktu. Öğretmeni yalvardı, ben yalvardım okuldan alma, diye. Ama siz ne beni, ne de öğretmenini dinlediniz. Fatma okusaydı iyi bir doktor olurdu ve sen şu an bayan doktor aramazdın” diye taşı gediğine koyar. Fatma’nın babası büyük bir pişmanlıkla dersini alır. Ama ne yazık ki artık bu pişmanlığın telafisi mümkün değildir.
Bu anıyı yukarıda ismini zikrettiğim Değerli din alimi Tebyinü’l- Kur’an ( İşte Kur’an) Müfessiri Hakkı Yılmaz bey’den dinlediğimde, uzun yıllar eğitime emek veren biri olarak zeki ve okumaya hevesli Fatma için çok üzüldüm. Elli yıldır fiili eğitimin içinde biri olarak, buna benzer yaşadığım olayların üzüntüsü Fatma’nın durumu dolayısıyla içimde depreşti.
İlk suresi “ Oku”, ikinci suresi “Kalem” olan kutsal bir kitaba sahibiz. O kitap “ Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen insanı gözü gören insana, bilmeyen insanı da gözü görmeyen insana benzetiyor” Yine dinimizin Peygamberi de “ İlim Çin’de de olsa alın, Bilgi kadın ve erkeğin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa alır” buyuruyor. Bu dinin tavizsiz sade Müslümanları da ne yazık ki okumamaya ve çocuklarını okutmayarak hem kendilerini hem de çocuklarını cahil bırakmada adeta birbirileriyle yarışmışlardır. Nasıl mı?
1- Latin harfleri kabul edildiğinde bazı muhafazakâr aileler “ Gavur Okulları” diyerek, okullara çocuklarını göndermeyerek cahil bırakmışlardır.
2- İmam-Hatip okulları açılmadan önce ülkemizin her yerinde Kur’an Kursları yaygılaştı. Bu kurslarda binlerce değil, yüz binlerce öğrenci vardı. 1950 tarihinde açılan İmam-Hatip Okulları ile Kur’an Kursları arasında maalesef bir köprü kurulamadı. Kurulamadığı gibi Bu kurslarda görev yapan yöneticiler maalesef İmam-Hatip Okullarına düşmanca tavır aldılar. Bugün Cumhurbaşkanı yetiştiren bu okulları “ Hatap( Odun) okulu” diye isimlendirdiler. Şayet Kur’an Kursları ile İmam-Hatip Okulları arasında bir köprü kurulsaydı bugün daha kaliteli ve daha donanımlı din görevlileri yetişirdi.
3- İmam- Hatip okulları açıldığında dönemin Milli Eğitim Bakanı bu okullara kız öğrencinin de alınmasını teklif ettiğinde “ Kızlarımızın ahlakı bozulur” diye yine en büyük tepki muhafazakâr İslami kesimden gelmiştir. Şayet o günlerde bu okullara kız öğrenci alınmış olsaydı baş örtüsü çoktan hallolur ve 2010 yılına kadar binlerce değil yüz binlerce kız öğrenci cahil kalmazdı. Bu ülkede maalesef TIP beşinci sınıfta başörtüsü dolayısıyla öğrencinin okuma hakkı elinden alındı. 28 Şubat’ta başörtüsü dolayısıyla nice öğrencilerin hayalleri çalındı ve umutları söndürüldü.
4- Yine bu konuda bizzat şahit olduğum bir olayı da zikredeyim. Manisa’da çok yakın bir öğretmen arkadaşım kızını İmam- Hatip okulunda okutmak ister. Yıl 1987. Kayıt için beraberce okula gittiğimizde ne okul müdürü, ne de kayıt kabul müdür yardımcısı “ Biz vebal altına giremeyiz” gerekçesiyle öğretmen arkadaşın kızını kaydetmeye yanaşmadılar. Bunun üzerine öğretmen arkadaş “ Ben giriyorum” diyerek kayıt kabul defterine kızını kendi eliyle kaydetti. Daha sonraki yıllarda okulda kız öğrenci sayısı, erkek öğrenci sayısını geçti. Malum 28 Şubatta okullarda kız öğrenci olmasaydı, okulların kapısına kilit vurulmuştu. Manisa İmam-Hatip Okuluna kız öğrencinin girmesine bu arkadaş vesile oldu. Onun sayesinde binlerce muhafazakâr aile kızı okuma imkânını elde etti. Medeni cesaretini her zaman takdir ettiğim bu öğretmen arkadaştan Allah razı olsun
Onun için ülkemizde muhafazakâr Müslümanların hiç kimseden şikâyet etmeye hakkı yoktur. Ne gelmişse başına kendi hatasından dolayı gelmiştir. Peygamberimizin arkasında namaz kılan kadınlar, Cuma namazında mehirde kısıtlamaya kalkan Hz. Ömer’e “ Allah’ın kadına verdiği hakkı sen hangi yetkiyle kısıtlamaya kalkıyorsun?” diye hesap soran kadın özellikle ülkemizde bilerek veya bilmeyerek hangi sebeple olursa camiden ve cemaatten uzaklaştırılarak bizzat kendi elleriyle kızlarının ve kadınlarının uzun yıllar cahil kalmalarına sebep olmuşlardır. Nitekim Cenab-ı Hak da Kur’an-ı Kerim’de “ Sizin başınıza gelen iyilikler Allah’tandır, musibetler ise kendi ellerinizle yaptıklarınızdan dolayıdır” buyuruyor. Sosyolog değilim. Diğer İslam ülkelerinin konumunu bilmiyorum ama ülkemizde İslami kesim hep kendi hatasının ceremesini çekmiştir. Bu yüzden ne laik kesimden, ne de başka kesimlerden şikâyet etmeye hakkı yoktur. Bilgili değilsen, bilgi üretmiyorsan, dünyanın öbür tarafında üretilen bilgiden haberin yoksa başına gelen musibetlerden hiçbir zaman şikâyet etmeye hakkımız yoktur. Hele “Müslümanım” diyenin hiç hakkı yoktur.