DERTSİZ ADAM ve DERTLİ KRAL
Hikâyeyi anlatmadan önce bizzat yaşadığım iki olayı siz okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Çisil çisil yağan yağmur altında Ak Mescit camiinden bir yatsı namazı evime dönerken çöp konteynırın başında şarkı söyleyerek kullanılmış plastik eşyalar toplayan orta yaşlı bir bey kardeşime rastladım. Kendi kendine mırıldanarak çocukluk çağlarımda duyduğum “ Ah Meşeler” türküsünü söylüyordu. Dikkatimi çekti. İçimden, tanışarak kendisine bir miktar para vermek istedim ve selamımı verdim. Beklemediği selamımı alan işçi kardeşime : “ Nasılsın, bu toplananlardan ekmek parası kazanabiliyor musun? “ dediğimde: “ Allah’a şükür amca! Çoluk çocuğumun rızkını helalinden kazanabiliyorum, kimseye muhtaç olmadan.” dedi. Çocuklarını sordum üç tane çocuğu olduğunu, üçünün de okullara devam ettiğini ve derslerinin de çok iyi olduğunu söyledi. Karşılıklı hal hatırdan sonra ayrılırken, çocukları için içimden kopan bir miktar parayı çocuklarına okul harçlığı olarak vermek istediğimde : “ Hayır katiyetle alamam amca! Ben çocuklarımın ihtiyaçlarını, kimseye muhtaç olmadan gideriyorum. Siz daha mağdur insanlar vardır. Onlara ver. “ demesin mi?
Kendisinden ayrılıp, evime gelirken bir de içinde çek ve senetlerin bulunduğu siyah çanta ile aşağıdaki iş yerindeki dertleri ve sıkıntılarıyla havada uçan iş adamlarımızla, mağazası tıka basa mal dolu olup da hallerinden şikayet eden bazı esnaf kardeşlerimizle, her ay devletimizin aksatmaksızın ödediği maaşlara ‘ az diye’ burun kıvıran meslektaşlarımın şikayetleri aklıma geldi.
Yine geçenlerde evimin önündeki çöp konteynırından hurda kâğıt toplayan 12 yaşındaki çocuğa gözüm takıldı. Ona da selam vererek yaklaştım. Ve sordum: “ Annen, baban var mı?” diye. Çocuk, bozuk bir şive ile konuşunca onun Suriye’li olduğunu anladım. Babası Suriye’de Katil Esed askerleri tarafından şehit edilmiş. Dedesi, annesi ve iki kardeşiyle Türkiye‘ye gelmişler, Manisa’da oturuyorlarmış. Öğleye kadar hurda kâğıt topluyor, öğleden sonra da Manisa Necati Bey ilkokuluna gidiyormuş. Cebimden çıkardığım bir miktar parayı kendisine vermek istedim. Ancak mümkün mü? Çocuk bir türlü almıyor. Neyse gönlümden geçeni, zorla çocuğun cebine koymak zorunda kaldım.
Şimdi hikâyemize geçelim. Uzun zaman önce yaşamış krallardan birisi, tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış. Onu, son olarak muayene eden hekim: “ Eğer hiç derdi –tasası olmayan birinin hırkasını giyerse iyileşir. Başka çaresi yok.” demiş. Bunun üzerine ülkenin her tarafına adamlar gönderilerek “ Hiç derdi olmayan bir adam bulmak için köşe-bucak, dere- tepe, aramaya başlamışlar. Uzak yakın demeden her yerleri arıyorlarmış.
Günlerden bir gün, dağların arkasındaki çok uzak köyleri araştırıp şehre dönerlerken yolda rastladıkları sırtına çalı –çırpı yüklenmiş, ıslık çalıp, neşeli neşeli türkü söyleyerek giden adama şakadan takılmışlar:” Arkadaş! Pek de mutlu görünüyorsun, senin hiç derdin yok mu?” Adam da onlara:“ Ne derdim olacak. Yakacak odunumuzu denk ettim evime gidiyorum. Bu odunla, çorbamızı pişirmek için, en az iki akşam yeter. Eşim de tarlamızdan mısır- fasulye toplayıp dönecek. Onlar da yemeğimiz olur. Çok şükür kimseye muhtaç olmadan yaşayıp gidiyoruz işte. “ demiş.
Kralın adamları duyduklarına inanamayarak heyecanla sormuşlar: “ Yani şimdi senin hiç derdin yok öyle mi? Bize doğruyu söyle.” “ yok, kardeşim” demiş adam. “ Hem siz de kimsiniz. Size niçin yalan söyleyeyim?”
Bunun üzerine kralın adamları : “ Bak arkadaş senin başına devlet kuşu kondu. Kralımız hasta. Doktorlar hiç derdi – kederi olmayan birisinin hırkasını giyerse iyileşir dediler. Ver hırkanı götürelim kralımıza. Sonrada dile bizden ne dilersen. Ne istersen veririz sana.” demişler. Adam da demiş ki: “Dostlarım! Benim hiç derdim yok” dedim, bu doğru. Ama benim hırkam da yok” demiş.
Dünyada, yalancı dünyanın sahte mallarıyla mutlu olmak mümkün değildir. “ Ama yine de mutlu ve huzurlu olmak istiyorsak, peygamberimizin öğüdü gereğince manevi bakımdan kendimizden üsttekilere, maddi bakımdan da kendimizden alttakilere bakarak şükredelim.
Üstat Necip Fazıl da: “Ayakkabım yok diye üzülürken, yolda ayaksız birine rastladım,” diyor. Sizce ayaksız olmak mı iyi, yoksa ayakkabısız olmak mı?