Bilmiyorsak, Bilgi Üretmiyorsak, Dünyanın Öbür Tarafında Üretilen Bilgiden Haberimiz Yoksa…
Üç türlü bilgi edinme yolu vardır.
Akıl yoluyla ki; erdemli bir yoldur.
Araştırma yoluyla ki; zor bir yoldur. Edison ampülü bulmak için bini aşkın deney yaptığı söylenir. Öğrencileri: “ Hocam! Bu olmayacak bırakalım .” dediklerinde” Edison: “Devam. Biz başkalarına göre bu konuda bin defa bilgiliyiz.” diyerek bin on birinci deneyinde ampülü bulduğu söylenir.
Tecrübe yoluyla ki; tecrübeyi kazananlar çok zor kazanır. Bazen de kazanırken çukura da düşerler. Seminer için gezdiğim cezaevlerinde “ trafikte yan baktın, yol vermedin, sinyal yaktın” diyerek kavga ile cinayet işleyip hayatının baharını betonarme duvarlar arkasında geçirenlerle, çiçeği burnunda genç evlilerin basit bir kapris ve ağızdan çıkmaması gereken bir sözcük nedeniyle boşanıp da “ Keşke “ ve “ Şimdiki aklım olsaydı” diyen genç- yaşlı kardeşlerimi görüp de üzülmemek mümkün değil.
Bu bilgilerden kolay öğrenilen, tecrübe sahiplerinin birikimlerinden yararlanmak. Dün olduğu gibi bugün de gençlerin en çok ihtiyaç duyduğu da “ tecrübî bilgilerdir”
Öncelikle şunu ifade edeyim. Bilgi bir güçtür. Bilmiyorsan, dünyanın öbür tarafındaki bilgiden haberin yaksa dün olduğu gibi bugünkü ve yarın ki dünyada önemli bir yerin yoktur. İşte cebi ve hazinesi dolar dolu ülkelerin bilgisizliği yüzünden, bilgili olan ülkelerin yanındaki itibarları. Elin oğlu karton üzerindeki silah resimlerini göstererek “ Bunları sana sattım.” diyerek parasını alıyor, silahları da vermiyor. “Sizin orası tozlu gönderirsem bozulur. Kullanacağınız zaman gönderirim “ diyor. Adeta kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor.
Bilginin bir güç olduğu ile ilgili bu yazımı uzatmadan siz okurlarıma iki müşahhas misal sunacağım. 1980 li yıllarda görev yaptığım Manisa Lisesi’nin pansiyonunda parasız yatılı olarak üç yüz öğrenci kalıyordu. Manisa organize sanayi girişinde öğrenci velimiz Saim Turhangil’in “ Sultan Makarna” fabrikası vardı. Pansiyonumuzda kalan parasız yatılı öğrenciler için makarna satın almak üzere fabrikaya gittim. Fabrikanın sahibi Saim beyin odasında otururken bize benzemeyen sarışın bir delikanlı girdi çıktı. Saim Beye sorduğumda : “ Hocam bu delikanlı Danimarkalı. Fabrikada irmiklik, makarnalık un için çağırıyorum. Uçak biletini gönderiyorum, İzmir’de Efes otelinde misafir ediyorum, sabah taksi ile alıp, akşam yine İzmir’e götürüyorum. İşi bittikten sonra da dolar üzerinden ücretini vererek yine aldığım uçak bileti ile ülkesine gönderiyorum. “ Bu bilgiler üzerine : “ Saim bey bu işi ülkemizde yapacak mühendis yok mu? “ dediğimde, “Hocam çok ama bu delikanlı kadar güzel ayarlayamıyor. Bu delikanlı mühendis değil ama ilkokuldan itibaren değirmencilik okulunda okumuş. Sanki değirmen taşının dili olmuş.” dedi.
Nazilli’deki okullarla ve cezaevinde konferans vermek üzere iki yıl önce Nazilli’ye gittim. Seminer ve konferans için gittiğim yerlerde genelde öğretmen evlerini tercih ederim. Nazilli Öğretmen evinde bir akşam çiftçi iş adamı Selim SEZGİN beyefendi ile tanıştım. Çiftçi olduğunu, siyah incir yetiştirdiğini, söyledi. Hep şikayete alışığız ya, ben de: “ Nasıl emeğinizin karşılığını alabiliyor musunuz?” dediğimde, “ Allah bereket versin hocam çok para kazanıyorum ve ürünlerimi iç piyasaya değil, doğrudan dışarı ihraç ediyorum ve talepleri karşılamada yetersiz kalıyorum.” demez mi? “Nasıl başarıyorsun?” dediğimde, Selim SEZGİN bey: “ Hocam bilgiye değer vererek.” dedi ve izah etti.
“Hocam! önce Ankara Ziraat fakültesinden profesörler getirdim. Toprağı analiz ettirdim. Siyah incire elverişli olduğunu tesbit ettirdikten sonra onların tavsiyesi doğrultusunda fidan dikimi yaptırdım. Ağaçlarda budama çok önemli. Nasıl hünerli berberin yaptığı traş belli oluyor ve herkes onu tercih ediyorsa, fidanlar yetiştikten sonra bende her budama mevsiminde Ankara’dan ziraat profesörü getirtiyorum. Uçak parası, en lüks otelde konaklama üçret bana ait olmak üzere gündelik olarak beş bin lira budama parası veriyorum. Budama dediysen profesörün elinde testere yok. O parmağı ile gösterdiği dalı veya budağı işçiler kesiyor. İşçilere günün yevmiyesi ne ise 150 veya 200 tl. veriyorum. Ama profesörün işaret parmağına ise günde beş bin lira veriyorum. Ama çevrede en yüksek en kaliteli ürünü de ben alıyorum. Yani hocam helal hoş olsun profesöre verdiğim ücret bana fazlasıyla geri dönüyor.”
Her şeyde öyle değil mi? Hastalandığımızda en bilgili doktor kimse ona gitmiyor muyuz? O doktorun şucu veya bucu olmasının bir önemi var mı?
Hele bilgi ve tecrübe ikisi bir araya gelirse onun karşısında hiç kimse duramaz.
Denizde seyr-ü sefer halindeki geminin motoru bozulur. Hiç kimse tamir edemez. Son işinde 40 yıllık tecrübesi olan yaşlı bir usta getirmişler. Usta motoru tepeden tırnağa dikkatli bir şekilde kontrol etmiş. Biraz bakındıktan sonra alet çantasına uzanmış ve küçük bir çekiç çıkarmış.
Yavaşça tornavidayı motorun bir yerine dokundurmuş. Bir anda motor hayata dönerek güldür güldür çalışmaya başlamış. Motor tamir olmuş.
Bir hafta sonra geminin sahibine bu tamirle ilgili 10.000 dolarlık bir fatura gelmiş. “ Ne?” diye yerinden sıçramış geminin sahibi. “ Neredeyse hiç bir iş yapmadı ki… Faturayı detaylandırsın, neye ne veriyoruz görelim.” Cevap, basit olmuş: “ Tornavida 2 dolar, nereye dokunacağımı bilmek ise 998 dolar.”
O halde tekrar başa dönelim: Bilgi ve Tecrübe bir güçtür. Gerek devlet olarak, gerekse kişi olarak kendi icra ettiğimiz mesleğimizde bilgili değilsek, bilgi üretmiyorsak, dünyanın öbür tarafındaki üretilen bilgiden haberimiz yoksa, bugünkü ve yarın ki dünyada da önemli bir yerimiz yoktur. Boynumuzda boza pişirenlerden de şikâyete de hakkımız yoktur. Rabbimiz de Zümer/ 9: “ Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? “ diye, buyurmuyor mu?
Not: “ TELAFİSİ MÜMKÜN OLMAYAN PİŞMANLIKLAR” dan sonra bu hafta da kısmet olursa yine İstanbul Erguvan Yayınlarından “ ibretlik Yaşanmış Anılarla OKUL MÜDÜRÜNÜN GÜNLÜĞÜNDEN” adlı kitabım da okuyucularımla buluşacak.
FACEBOOK YORUMLAR